Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

1 yıl önce Şemdinli’de

Ben askerliğimi 1 yıl önce Şemdinli’ye bağlı, şimdiye kadar onlarca kez basılmış bir karakolda, hatta bu karakola bağlı bir üs bölgesinde yaptım. Yaptım demem de yanlış belki, yaptırıldım. Çünkü çektiğim rezalete askerlik diyemeyeceğim. Acemi birliğim Yenifoça idi. Yenifoça'da diğer arkadaşların bahsettiği gibi alaydan alınan askerlere eşya taşıtma, fayans dizdirme, ev boyatma gibi işler yaptırılıyordu. Çok şaşırmama rağmen zaman içinde bana bile normal gelmeye başladı bu rezalet.

Neyse daha sonrasında bahsettiğim karakola ait üs bölgesine vardım. 1,5 yıl yıkanmamış battaniyelerde tam 11 ay, günde 12 saat nöbet tutarak yattım. Kışın soğuğunda üstüme yapışan bitlerden kurtulmak için ortalama 30 dakika bit ayıklıyordum. 30-40 askerin kaldığı yerde, yakınında su olmasına rağmen tek bir musluk çekilmemişti ve günlerce, belki bazen aylarca banyo yapmadan bit-pislik içinde el yıkayamadan yaşadık.

Koca kış geçti bir kere pekmez yüzü görmedik. Daha sonra öğrendik ki bizim istihkakımız olan pekmezler, günü geçtiği için köylüye dağıtılmış. (24 teneke 20 kg.) Yönetmeliklerde olmamasına rağmen günde kesintisiz 12 saat nöbet tuttuk. Üstelik birkaç gün ya da hafta değil, dile kolay 11 ay. Sizce bir asker aralıksız 12 saat gözetleme yapar mı? Tabii biz eşek olduğumuz için tuttuk bu nöbeti.

Uzman çavuşlar ve astsubaylar ellerinde laptop, turkcell vin ile geçirdiler günlerini. Oyun, internet, msn vs. iletişimde çok çok iyilerdi. Hatta bazen bozulan laptoplarını tamir ediyordu başka başka askerler. Gece gelen tim komutanı sabaha kadar laptop kullanıyor, sabah çantasını bir sürü malzeme taşıyan bir askere yüklüyor ve geri dönüyordu.

Biz bu üs bölgelerinde kalan sabit askerlerdik. Bazı teğmen ya da üsteğmenler köpek besliyorlar, pardon, askere besletiyorlardı. Hiç unutmuyorum, asker buz gibi gecede nöbet tutarken üşüyen ayakları için kullandığı bir battaniyeyi, teğmen köpeğinin altına koymuş. Asker gidip geri alınca da, fırça atmıştı askere şu şekilde: "Sen hasta olursan gidip revirden iğne yaptırırsın kendine, köpek hasta olursa ben dağın başında ne yapayım?"

Yiyecek ve içecek yeterli olmadığı için ya da çok kalitesiz olduğu için askerler kendi ihtiyaçlarını köy bakkallarından karşılıyordu. Ben yırtık olan bot için birkaç sefer komutanın yanına gittim ve her seferinde elim boş geri döndüm. Komutanlar kantine gelen malzemeden kendilerine hemen ayırırlardı. Ben kara harp okullarında yetişen subayları çok kültürlü zannederdim, ama dünyadan bihaber olduklarını gördüm. "Ey Dünya Insanları, Hepiniz Türksünüz" gibi kitaplar okurlardı.

Kısaca Sarıkamış’tan bu yana çok bir şeyin değişmediğini düşünüyorum. Çok ciddi hatalar yüzünden maalesef aynı bölgede şehit verdik. Neyseki sorumluları en azından soruşturma geçiriyorlar. G.K. başta olmak üzere.

Ben Güneydoğu'da bir savaş olduğuna inanmıyorum. Güneydoğuda sadece düşük yoğunluklu ve dozajı ayarlanabilen çatışmalar olduğunu düşünüyorum. Biz -30 derecede 2000 metrede nöbet tutarken sözüm ona bazı komutanlar başörtülü oldukları için çok kaba ve saygısızca, üstelik karşısındaki insanın nihayetinde bir bayan olduğunu bilmelerine rağmen salonları terkediyorlar vs. vs. Aynı kadınların çocukları bu ülke için ölmelerine rağmen yine de anneleri insan yerine konulmuyor.

Uzun lafın kısası, ben bir Türk vatandaşı ve bir Türk olarak çocuğumu, asla ama asla askere göndermeyeceğim. Ne zaman Ergenekon kılıklı subaylar bu ülkenin gerçek sahiplerinin bu ülke için ölenler olduğunu bilirler, o zaman düşünürüm.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı