Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Teğmenin Elinden Ölüm

Ne yazık ki “vatan hizmetinde” rütbelilerce anasına, avradına, namusuna, şerefine küfür edilen, hakaret edilen, canına kastedilen bir erin hiçbir şekilde haysiyetini ve kendini savunma şansı yoktur. Bir rütbeliyi bir diğer üst rütbeliye şikayete yeltendiğin zaman zaten yandın. Şu halde dışarıdan bakıldığında kutsal addedilen askerlik mesleği insanda şeref, haysiyet, onur bırakmayan, erlere uygulanan fiziksel ve psikolojik işkencelerle ele avuca sığmaz yiğitleri dahi süt dökmüş kediye döndüren, çoğu genci ruh hastası yapan, insan hak ve haysiyetini ayaklar altına alıp tepeleyen ve kişiyi kişiliksizleştiren tipik bir mekanizmadır.

Kendim zorunlu askerliği 1963/3 tertip olarak Diyarbakır/Silvan eski 14. Jandarma Alayı’nda yaptım. 12. bölük askeriydim.

Hemen yanımızda 10. ve 11. bölükler vardı. Komşu bölüklerdi bunlar. Sabahtan akşama dek yakın bölükler birbirimizi izlerdik hep. O dönemde 10. Bölük Komutanı Y. Teğmen vardı. Boyu askerlik standartlarından daha kısa, göbekli ve boru gibi ses tonu olan aşağılık kompleksi içinde biriydi.

Silvan’ın kışı da, yazı da çok çetin geçer. Ayazlı bir kış sabahı Y. Teğmen bölüğü yatırmış şınav çektiriyor. Kendisi de sayıyor: “Bir, iki, üç, dört…” Bu şekilde seksene dek sayardı. Çekemeyen erlerin sırtının ortasına çizmesiyle basar ve “şimdi çek lan o. çocuğu” diye başlardı işkenceye.

Bir keresinde Uşaklı bir er yığılıp kalmıştı şınav çekerken. Y. Teğmen belden yukarıya tamamen soyunmasını ve sürünmesini emretti ona. Er donmuş çamurların üzerinde sürünmeye başladı. Tırnakları kanıyordu. Göğsü kıpkırmızı kesilmişti. Bir müddet sonra tekrar yığılıp kaldı.

Eğlence İsimli Cinsel Şiddet

1965/4 tertip olarak askerliğimi Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı’nda yaptım.

Bize yaşatılan dayak ve aç bırakma gibi eziyetleri; bölük komutanının zavallı erlere zorla terlik, havlu vs. satma kepazeliklerini; araziden küreklerle çimleri itinayla söktürüp beş yüz metre ötedeki başka bir araziye istifletme ve ertesi gün aynı çimleri eski yerine ektirme eziyetini; bunların bize vatani görev açıklamasıyla yutturulmaya çalışılmasını geçiyorum.

Beni en çok etkileyen olay bizi ahırdan bozma bir sözde sinema salonunda para karşılığı toplayıp, sözde eğlence adı altında zavallı kadınları onca erkek arasında mahrem yerlerini göstermeye, bizleri de bunu seyretmeye zorlamalarıydı.

En ön sırada sözde protokol oluşturan subay ve astsubayların ağızlarını şapırdatarak “Aç! Aç! Aç!” diye bağırmalarını hayatım boyunca unutamayacağım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

En Büyük Tehdit

Yıl 2000. Bedelli askerlik görevi için gittiğim yer, Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı.

Tugayın sinema salonunda yaklaşık binbeşyüz kişi toplanmış. Konu: İç ve dış tehditler. Brifing veren yüzbaşı slayt gösterimi eşliğinde, Cumhuriyet'e birinci derecede tehdit oluşturan düşmanın Fethullah Gülen hareketi olduğunu açıklarken, PKK'yı binlerce kişiyi katletmemiş gibi ikinci tehdit olarak sundu.

Soru cevap kısmında YAŞ kararlarının niye yargıya taşınamadığını sorduğumda hali hazırdaki askerliğin edebini gösteren bir anlayışla "eşeği s.ken o.uruğuna katlanır" diyerek cevap verdi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Modifiye Araç Atölyesi

1974-1975 yıllarında Tuzla Piyade Okulu'nda askerlik yaptım.

Birgün başımızda bir başçavuş, 15 asker cento atış alanına gidiyoruz. Yabancı plakalı bir taksi kaza yapmış, anayolun kenarında duruyordu. Bunu gören başçavuş "arkadaşlar, taksi kaza yapmış ikinci kazaya sebebiyet vermeyelim, hep beraber yolun kenarına çekelim" dedi. Arabayı 20-25 metre içeri çektik ve atış alanına doğru devam ettik.

O gece kademe baş çavuşu eratları almış, kaza yapan taksinin başına gitmişler. Başçavuş, işe yarayan ne kadar parça varsa erata söktürmüş. Meğer bölükteki iki başçavuş hurda taksi almayı ticarete dökmüşler. Askeriyenin kademesinde nöbetçi oldukları geceler askerleri sabaha kadar kendi arabalarının işlerinde çalıştırıyorlardı. Eski arabaların bakımını bedavadan askeri malzeme ile yapıp yeniliyorlardı.

Bir de o zamanlar Kıbrıs Savaşı dönemi, ülkede benzin kıtlığı var. O iki astsubayın taksilerinin arkasında boş bidonlar vardı. Bidonlar sabah boş geliyordu akşam dolu olarak askeriyeden dışarı çıkıyordu. Dışarda benzini satıyorlardı. REO'larda [bir tür askeri kamyon] ne kadar mazot varsa hortum ile çek, sat!

Oh, ne ala memleket!

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Neden Önüme Geçtin Dayağı

1986/4 tertip olarak askerliğimi İzmir Narlıdere’de Karargah Bölüğü’nde yaptım.

Birgün arkadaşımla öğle yemeği için yemekhaneye giderken yağmur suyu birikintisinden hızla atlayan arkadaşım, başka bir birliğin astsubayının önünden geçmek zorunda kaldı. Astsubay "sen benim önümden nasıl geçersin saygısız asker" deyip arkadaşımı fenalaşana kadar tekme tokat dövdü. Sonra arkadaşı revire götürdük müdahalesi yapıldı.Kendi komutanlarımıza şikayette bulunmamıza rağmen astsubaya hiçbir ceza verilmedi.

Askerliğimi yazıcı olarak yaptım. Üç defa silah atışı yaptım, başka da yapmadım. Subaya, astsubaya hizmet ettim. Kendimi vatan görevi yapmış hissetmiyorum.

Bana göre bu çağda artık askerlik zorunlu olmaktan çıkarılıp gönüllü olmalıdır. Bütçenin büyük payı subaylara harcanıyor. Bu paralar ve bu insan gücü ekonomiye kazandırılmalıdır. Askerin saltanatı sınırlandırılmalıdır. Askeri yıpratmayalım lafı bana göre çok yersizdir. TSK içindeki pislikleri temizlemelidir. Ordu artık siyasetten elini çekmeli ve kendi işini yapmalıdır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Çalınanı Görmeyeceksin

Hikayemi çok kısa olarak ve detaylara girmeden yazacağım.

Yaklaşık 18 yıl önce Doğu Anadolu’daki bir ilimizde askeri fırında askerlik görevimi yaparken fırındaki ekmeklerin ve unların çalındığını gördüm. Bu durumu kolordu komutanımıza isimsiz ve imzasız mektupla bildirdim. Birkaç gün sonra kolordu komutanının emir subayı sabah içtimasında fırına geldi ve mektubu kimin yazdığını araştırmaya başladı. Teker teker bütün askerlerle görüştü, mektubu yazabilecek sekiz kişiyi ayırdı.

Ertesi gün ben de dahil sekiz kişiyi kolordu komutanının makamına götürdü. Makama çıkmadan önce yazı örneklerimizi aldı ve mektubu kimin yazdığını sordu. Dayak yeme korkusu ile yazdığımı söyleyemedim. Kolordu komutanının makamında kolordu komutanı tarafından sorguya çekildim ve şüpheler benim üzerimde yoğunlaştı. Kolordu Komutanı şikayet mektubunda sözü edilen konuları araştırmak yerine beni muhafız bölüğüne sürdü, bana en ağır makineli tüfeğin verilmesini ve en ağır eğitimin yaptırılmasını söyledi.

Ertesi gün fırından ayrılırken levazım yüzbaşımız beni çağırdı ve kendisinin görevli olduğu iki yıl içinde fırının her yıl 20 ton un açığı verdiğini, kendisinin korktuğu için bu işin üstüne gidemediğini söyledi ve beni tebrik ederek muhafız bölüğüne uğurladı.

Askeri fırınlarımızın ve para dönen bütün askeri dairelerin ve birliklerin denetlenmesi lazım diye düşünüyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Foseptik Çukurunu Besliyorduk

Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı, 1999 Marmara Depremi sonrası, 16. bölük, nam-ı diğer "sosyete bölüğü." Paşa torunu, falancanın oğlu, filancanın bir şeyi; etrafta bol bol terlik istirahatli, hatta traş istirahatli tipler. Diğer yanda yemekhaneden çaldığım 4 böreği arkadaşları ile paylaşan ben ve benim gibiler. Ayrımcılığın daniskasının yaşandığı bir yerdi.

İrmik helvasını oradaki sivil usta çok iyi yapardı. Birgün biraz daha istedim o helvadan. "Bas git lan, boşan da semerini ye!" Böyle dedi sorumlu astsubay. Ama birazdan bizi çağıracaksınız, kazanlar dolusu yemeği çöpe dökeceğiz. Umurunda mı ki?

Hava Sınıf Okulları, İzmir, 2000.

Malum olduğu üzere yemekhane temizliğine gidiyoruz akşamları. Dev kazanlarda pişen yemekleri foseptik çukuruna döküyoruz. Saatler sürüyor. 4 kazan var; herbiri 1,5 metre çapında. Her akşam Allahın nimetleri için şükretmesi gereken bizler o yarı suçluluk, yarı ihanet duygusu ile yaptık o işi. Doymak bilmeyen foseptik çukurunu besledik. İsrafın daniskası...

Bir Askerin Hayalkırıklığı

297. kısa dönem er olarak Yozgat'ta askerlik yaptım.

Yüksek lisans mezunuydum, işimi yeni kurmuştum. Etrafımdaki pek çok arkadaş bir şekilde askerlikten yırtmanın yollarını araştırıyor, hatta bir kısmı da buluyordu. Aslında onların aradıkları bahanelerden ikisi bende zaten mevcut idi, yani isteseydim sağlık nedenleriyle gitmeyebilirdim. Ama bunu vatanıma, milletime ve insanıma hakaret olarak algıladığım için kendi isteğimle gittim.

Buradaki pek çok insanın rahatsız olduğu zor eğitim şartları, komutanlar tarafından kullanılan küfürlü jargon, bulaşık yıkamak, tuvalet temizlemek gibi işler beni rahatsız etmedi. Her sabah gönüllü olarak nizamiye alay binası arasındaki yolun -ki göz önünde olduğu için kimsenin istemediği yerdir malum- mıntıka temizliğini yaptım (o çamlarda ne kadar çok kozalak olduğuna inanmak gerçekten zor). İstisnalar hariç olmak üzere hemen hergün 2 saat gece, 2 saat gündüz toplam 4 saat nöbet tuttum. Haftada bir gün bütün alayın bulaşıklarını bir arkadaşımla beraber yıkadık.

Eğitimler ve spor esnasında gücümün, takatimin kalmadığı zamanlarda emirlere karşı koymaz sadece dururdum. Örneğin bütün birlik şınav çekerken bir tek ben ayakta kalmaz, bahane üretmez, çekebildiğim kadar şınav çeker, çekemediğim yerde yüzükoyun yatardım. Komutanın iradesini ve otoritesini sorgular bir pozisyona girmezdim. Bunları salak ya da yalaka olduğum için değil, askerliğin mantığı gereği böyle olması gerektiğini düşündüğüm için yapıyordum. Sağlığım elverdiği ölçüde iyi bir askerdim yani.

Bir gece kısa dönem arkadaşlarımızdan biri kusarak ranzadan düştü.

Subayın Sicili mi, Askerin Hayatı mı?

Sene 1997, yer Hakkari Dağ ve Tugay Komutanlığı (şimdi tümen oldu sanırım). Hergün yazdığım onlarca olay, kaza, intihar raporundan birisi sadece:

Askerlerden birisi bir mazot tankını temizlerken zehirlenip ölmüş. E bu durumda ne yapılabilir? Ölen ölmüş, kimin umurunda ki… O sadece bir istatistiki bilgiden ibaret. Ona bu emri veren komutanın savunma yazısını okumak bile yetiyor konuyu anlamaya. Neymiş efendim, bu er “daha önce ben tamircide çalıştım, mazot kokusuna alışığım, ben temizlerim” demiş. Her şeye rağmen komutan “hayır” demiş; ama er emre itaat etmeyerek mazot tankını temizlemeye kalkmış ve ölmüş.

Sonuç: Er suçlu, komutan suçsuz. Eminim yastığa başını koyduğunda rahat rahat uyuyordur. Daha sonra kulağımıza gelen bilgilere göre erin ailesi son derece fakir. Babası da sanırım felçli. Eri suçlu çıkartmayıp şehit saysalar en azından ailesine bir tazminat ve maaş alma hakkı verilecek.

Ama tüm bunların ne önemi var? Bir Türk subayının sicili mi önemli yoksa istatistikten ibaret bir erin hayatı ve ailesi mi?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Asker Ziyaretçileri Fişlenirdi

2006'da askerliğimi Çanakkale'de denizci olarak yaptım. Aydınkapı olarak da tabir edilen yerdeydim.

İstihbarat daire başkanı hergün gelir nöbetçi komutandan bir kağıt teslim alırdı. O kağıtta şunlar yazardı: O gün gelen başörtülülerin ismi, saat kaçta geldikleri, başlarının kapatılış durumu, kime gittikleri ve kaçta askeriyeyi terk ettikleri. Bu fişleme değil de nedir?

Komutanlardan destek alan uzman çavuşlar kısa dönem askerlere her türlü eziyeti çektiriyorlardı. Gecenin dördünde çim sulamak, çay içmeleri için sıcak su getirmek gibi. Günde nerdeyse 10 saat ayakta bekliyorduk...

Bildiğim tek şey var, o da askere gitmeden askeriyenin değerli bir yer olduğunu sanırdım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İnsan Hakları Filan Anlamam

Trabzon Akçaabat'ta liseler arası maç vardı. Biz de jandarma olarak sözde güvenliği sağlamak üzere oraya gittik. Başımızda bir tane uzman, ben ve üç-dört asker vardık.

Maç yerine vardığımızda arabadan inecektik ki uzman çavuş "durun" dedi, "bir şey söyleyeceğim." "Ben insan hakları falan anlamam; eğer olay çıkarsa aranıza girip 'vurmayın' diyeceğim. Ben vurmayın dedikçe siz 'daha sert vurun' anlayacaksınız; bu bir emirdir". O an 20 yaşlarındaki tecrübesiz erler sevinmeye başladı.

Maç esnasında onları uzaklaştırıp konuştum. "Sizler tecrübesizsiniz. Çavuş bu durumunuzdan faydalanmak istiyor, hukuken kendini aklamak istiyor. Sakın ha uymayın, siz yanarsınız" dedim. Beni anlamış olacaklar ki "hocam bu durumda biz sana bakacağız" dediler. "Sen bize kaş-gözle anlat" dediler.

Herhangi bir olay çıkmamış olması bir şans olmakla birlikte bu küçük gibi görünen olay, aslında askerin yaklaşım tarzını görmek için yeterliydi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Terminatör Komutandan Küfürler

3 yıl önce Çanakkale 116. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda acemi askerliğimi yapıyordum.

RDM [Rehberlik-Danışmanlık Merkezi] diye tabir edilen "sorunlu, daha önceden eroin esrar vs. kullanmış, psikolojik tedavi görmüş, vücudunda dövme olan, kesik izi olan, yara izi olan ve herhangi bir sebepten hapis yatmış olan (sonunda beraat etmiş olsa da) kişilerin askerlik yaptığı bölükte acemilik dönemim geçti.

Sonradan öğrendim ki o bölükte görevli rütbelilerin neredeyse tamamı Doğu’da görev alıp psikolojisi bozulmuş ve "psikopatlaşmış" askerlermiş. Nitekim askerlere muamelelerine bakılınca Yunan askerinin eline esir düşmüş gibi hissediyorsunuz.

Anlatılacak o kadar çok şey var ki…

Birgün askerler hafta sonu çarşı iznine çıkacaktı. Komutan uyardı, hırsızlık yapmayın, kavga etmeyin, onun bunun karısına kızına sarkmayın vs. Ama bunu derken en aşağılık küfürlerle daha suç işlemeden hakaret etti askerlere.

Psikolojisi daha ilk günden bozulmuş askerlerin bazısı çarşı dönüşü hafif alkollü geldiler.

Tebdil-i Kıyafet Albay

1975/4 tertip askerdim, 1996 yılıydı. Yer Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvetleri.

Depo kantin sorumlusuydum. Birgün depodayım. İçeriye sivil giyimli olarak girdi, hiçbirşey demeden depoyu gezdi, tam çıkarken “beni tanıdın mı” dedi. Bana sırtı dönüktü. Ben de “hayır” deyince ansızın elinin tersi ile yüzüme vurup gitti.

Depo sorumlusu astsubaya olanarı anlattım. ”Tarif et nasıl biri” dedi. Ben de tarif ettim. “Yeni gelen albay o” dedi. İt yeni gelmiş bir de sivil giyinmiş, onu tanımadığım için dayak yiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

"Siz İnsan Değil Askersiniz"

87/2 olarak Ankara'da askerlik yaptım. 28. Mekanize Tugay'da asker olarak bulunanlar beni anlayacaktır. Birine beddua etmek için "4. Kolordu Komutanlığı'na düşsün" de, yeter. Biz askere gitmeden önce vatanımızı, bayrağımızı, askerimizi daha çok seviyorduk. Onlara toz kondurmazdık. Gel gör ki işin aslı öyle değilmiş.

Biz Ankara'dayken "siz insan değil, askersiniz; ayağınızdaki postalı sizin g.tünüze sokarım; siz o botlar kadar bile etmezsiniz" nidaları ile "eğitim" görüp, askerlik haricinde her şeyi yaptıktan sonra Kosova'ya gönderildik.

Asker içecek su bulamazken komutanlar bizim bulamadığımız o suları yine bize taşıttırır, evlerine götürürlerdi. Biz yine susuz kalırdık.

4 dil bilen bir arkadaşı sırtında dövme var diye yurtdışına göndermediler. "Sana ne be adam, 4 dil biliyor işte" diye itiraz edemiyorsun.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Vatan Sağolsun Dedim, Borçlu Çıktım

89/3 tertip olarak Denizli'de yaptım.

Usta birliğine teslim oldum. Aynı gece bölük astsubayı "bu araç senin" dedi, "imzala!" "Emredersin komutanım!" 40 değişik malzeme zimmetlemişler bana o imzayla. Olsun, vatan borcu ya... Terhis olacağım zaman şu eksik-bu eksik diyerek başka bir astsubaya yönlendirdiler beni. İyi bir para vermek zorunda kalmıştım.

Şimdi oğlum var, askerlik çağı yaklaşıyor. Bir çözüm bulmam lazım göndermemek için. Vatan sağolsun diyemeyeceğim artık.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Astın Hukukuna Riayet Edilmedi

Askerlik yapan herkesin kulağına en az bir kere şu slogan çalınmıştır: "Askerlik üstün emirlerine itaat, astın hukukuna riayet etmektir." Askerde bunun da binlerce askeri mavaldan biri olduğuna üzülerek şahit oldum. Askerliğimi Gaziantep'te bulunan 5.Zırhlı Tugay da kısa dönem olarak yaptım.

Biz gittiğimiz dönem itibari ile kuvvet denetlemesi geçirmek durumunda kaldık. Bilenler bilir gerçekten askerlik yapanların başına gelebilecek en kötü denetlemelerden biridir. Bu denetlemelere yaklaşılırken kısa dönemler olarak bilgisayar ve yazı işlerinden anladığımız için bölük yazıhanelerinde gece geç saatlere kadar çalıştırılır, ertesi sabah 5:30'da kalkıp gündüz mesaisine devam ederdik. Bu arada üzerinde "çok gizli" ibareleri bulunan ve görmemizi bırakın varlığından haberdar olmamızın bile muhtemelen yasak olduğu belgeler ve haritaları kaç kere düzenledim onu bilmiyorum bile. Hem normalde kendilerinin düzenli olarak senelerdir tutmaları gereken (ama tutmadıkları) evrakları bizlere tuttururlar, hem de sabaha aynen vazife yapmamızı beklerlerdi.

Bir keresinde 2:30-4:30 nöbetim vardı. Nöbetçi uzman çavuş tam yatmak üzereyken beni çağırttırdı. Yanına gittiğimde yapılması gereken evrak işleri olduğunu söyledi, ben de kendisine nöbetim olduğunu izah ettim, en azından nöbetimi paraflatmasını istirham ettim. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi hiç oralı bile olmadı ve ben hem gece 2:30'kadar evrak işleriyle uğraştım hem de 2:30-4:30 nöbetine gittim. İlk ve son defa birlikte nöbet tuttuğumuz arkadaşı soteye dikerek o nöbette uyudum ve hiç de pişman değilim... 4:30 da nöbet bitti, zaten koğuşa ulaşana kadar saat 5 olmuştu. 5:30'da da tekrar kalkıp mesai yaptım o gün.

Vanlı Askerlere Marş Dayağı

1998 yılında Antalya'da askerliğe başladım. Daha ilk haftamda beni teğmen ve üsteğmenin habercisi yapmışlardı.

Birgün öğle yemeği sırasında Samsunlu bir çocuk geldi teğmenin yanına. Öyle bir gür sesle tekmil verdi ki sanırsınız haçlı ordusu denizden çıkartma yapacak. Ardından teğmene dedi ki: "Komutanım bölükte iki Vanlı asker var, bunlar İstiklal Marşı'nı okumuyorlar ve yemekhanedeki yemeği yemiyorlar." Ardından teğmen: "Hemen buraya getir onları!" dedi. 5 dakika sonra Samsunlu yanında bu iki gariban çocukla geldi. Diğer tüm askerler gibi onlar da acınası bir durumdaydılar; ama bunların durumu farklıydı: Acıları yüzlerindeydi resmen. "Biz nereye geldik, toplama kampında mıyız?" edası vardı çocuklarda.

Teğmen: "Yemekhanedeki yemekleri yemiyormuşsunuz! İstiklal Marşı'nı da okumuyormuşsunuz, doğru mu lan?" diye sordu. Çocuklar cevap vermeye başlamadan teğmen "siz vatan haini misiniz lan şerefsizler" diyerek öyle bir tekme atmaya başladı ki çocuklara... Tam bacaklarını, kaval kemiklerini, o ucu demirli botlarıyla tekmeliyordu. Çocukların kemiklerinden gelen sesler hala kulaklarımda, o sesi unutamıyorum.

Çocuklar "komtanim, biz marşi bilmiyor, bilmiyor!" diye cevap vermeye çalışıyorlardı. Belli ki okul falan okumamışlardı. Tertemiz kalmışlardı yani. Ama bu durumu "cahil" olarak adlandırıyorlardı askerde. Buna rağmen teğmen hala tekmeliyordu askerlerin bacaklarını. Çocuklar yere yığılmışlardı. Samsunlu işgüzar dalkavuk asker de olayı gururla izliyordu.

Ordunun Önceliği Nedir?

Ben askerliğimi 1976/4 tertip Hakkari Çukurca'da yaptım. Keşke yapmaz olaydım. Kısa ve öz söylüyorum: Askeriye PKK'dan daha tehlikeli; çünkü askerin köpek kadar değeri yok onlar için. Bizler birer köpeğiz; hatta o bile değiliz, çünkü albayın köpeği bile kızarmış et yerdi, biz yiyemezdik.

Gittiğimin ilk ayı araçlarımız asker taşıyordu ve pusuya düştü. Canımızı zor kurtardık ve bölüğe döndük. Yüzbaşının sorduğu soru (içler acısı): "Araçları niye yolun ortasında bıraktınız!" Demedi ki "canlarınıza bir şey olmadı". Adam araçları düşündü.

Yazık... Bu topraklar için canımız feda, hep bizi burdan yakalıyorlar. Derler peygamber ocağı; sakın inanmayın.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ağaç Yanacağına Asker Yansın

Askerliği kısa dönem olarak 2007'de Çorlu 105'inci Topçu Alayı'nda yaptım.

Acemiliğin ilk haftasının sonunda acemiler çarşı iznine gidemediği için sabah içtimasından sonra eşofmanları giymemize izin verilmişti. Öğleden sonra aniden bizi topladılar. Havaalanının yanındaki ormanda yangın çıkmış. "Herkes kazma-kürek ne bulursa alsın ve kamyonlara binsin" dediler. 15-20 dakikalık yolculuktan sonra yangın alanına yaklaşıp araçlardan indik. Hava çok rüzgarlıydı ve üzerimizde ordunun dağıttığı (en adisinden) polyester eşofmanlar vardı. Sorumlu yüzbaşı eşofmanların tutuşabileceğini öngörmüş ve acemilerin yangına müdahale etmemesini emretmişti. Yanındaki üsteğmen ise söyledikleriyle bize bakışını ilk haftamızda belli etti: "Komutanım ağaç yanacağına asker yansın!"

Bunu söylerken bilmediği arkadaşlarımızdan birinin 2. Ordu Komutanı Hasan Iğsız'ın yeğeni olduğu ve onun başına bir şey gelmesi halinde hayatının kararacağı idi. Neyseki yüzbaşı acemileri birliğe geri gönderdi de yanma tehlikesinden kurtulmuş olduk.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Benim Hatırladıklarım Sadece Güzel Olanlar

Ben askerliğimi 2005 yılında tamamladım. 303. kısa dönem olarak Burdur Er Eğitim Alay Komutanlığı'nda acemi birliğini ve Kıbrıs Güzelyurt Alay Komutanlığı'nda usta birliğini geçirdim.

Sitedeki yazıların çoğunu okudum. Benim hikayem biraz daha pembe olacak. En azından benim hatırladıklarım sadece güzel olanlar. Acemi birliğinden sonra Kıbrıs’a dağıtımımız yapıldı. Tümen komutanlığına teslim olduk. Üst devreler altlarına gözlerimizin önünde zulüm ediyorlardı. Çok ciddi devrecilik vardı. Bana mı rastladı bilmiyorum; fakat karşılaştığım bütün komutanlar şeker gibiydi. (Mutlaka bir-iki tane dengesiz çıkmıştır.) Hatta benim Alay Komutanlığına gitmemi öneren bir yüzbaşıyı hiç unutamam.

Alaya gittiğimde askerler beni dışladılar. Ben de pek kucaklaşmak istemedim zaten. Fakat iki tane kısa dönem bana kardeş gibi davrandı. Hatta bir tanesi bana eşofmanını verdi. “Abi, sen de senden sonrakine verirsin” demişti. Öyle de yaptım.

Alayın telsiz odasında görevliydim ve istihbarat binbaşısına bağlıydım. Her gün bana nasihatlerle dolu nutuklar çeker; fakat güzel ve akıcı Türkçesi ile kendini dinletirdi. Beni de dinlerdi. Odaya girdiğinizde mutlaka yüzünüze bakar ve ufak bir tebessümle karşılardı sizi. Kimseye sesini yükselttiğini görmedim askerliğim süresince.

Alay Komutanımız ise hepsinden öte bir baba gibiydi.

İlaç Yolsuzluğu

Ben 87/2 olarak Hozat'ta askerliğimi yaptım. Revirde görevliydim, askerliğim boyunca da hep revirde kaldım.

Rütbeli komutanlara bazen elden ilaç verildiği için eczanede açık çıkıyordu. Askerlere bakan komutan da bu ilaçları askerlere yazıyor ve eksikleri tamamlıyordu. Buraya kadar her şey normaldi. Ta ki biz arkadaşlar bu işi anlayana kadar. Bir ilaç vardı, Enfexia 500 mg diye... Bu ilaç 55 TL idi ve biz hergün bu ilaçtan ortalama 55-60 arası yazıyorduk. Meğer bizim uyanık komutan bunları topluyor ve sonra satıyormuş. Biz bu komutanı revirden attırdık. Sonra gelmek için çok uğraştı ama ben o sırada tezkeremi almıştım.

Askerlik öyle bir şey ki her şeyle karşılaşmak normaldir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bozuk Kamyonlara Makyaj

Askerlikte sadece dış görünüş önemliydi. İşin içi ve özü ise boştu ve koftu. Küçük bir örnek: Denetlemelerde 40-50 yıllık kamyonların lastikleri bot boyasıyla boyanır, kaportası ise cilalarla parlatılırdı. Halbuki kamyonlar bozuktu. Hurda yığını idiler.

Her şeye rağmen askerlik güzeldi. Severek gittiğim askerlikten ağlayarak terhis oldum. Mümkün olsa yıllarca orada kalabilirdim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Sağlık Raporu Tutarsızlığı

Burada yazmak istediklerim genele kıyasla biraz farklı. Ben 2004 yılında uzman jandarma yazılı sınavında neredeyse derece yapmış, fiziksel yeterlilik (spor) sınavını hiç zorlanmadan geçmiş, bu alanlarda başarılı sayıldığım için mülakata çağrılıp olumlu rapor almış ve eğitim için kayıt yaptırmaya hak kazanmış biriyim.

Uzman Jandarma Okulu'na kayıttan önce almam gereken sağlık raporunu ise ne yazık ki alamadım. Buraya kadar her şey normal. Neticede fiziksel olarak bazı yeterlilikleri ön şart olarak belirleyen tek kurum TSK değil. Tuhaf olan, sağlık raporunu almamı engelleyen rahasızlığımın "L5 bilateral sakralize" olması. Sizi fazla teknik terime boğmadan olanları kısaca özetlemek isterim:

Bu rahatsızlık halk arasında "bel boşluğu" olarak bilinir ve büyük çoğunlukla doğuştan gelir. Omurganın tümünde görülen bir kusur değildir. Sadece bazı disklerin arasındaki standart boşluktan biraz fazlasına sahip olmanız anlamına gelir. Bu da en fazla -ortopedi uzmanı değilim ama- 'fıtık olma' ihtimalinizi ilerleyen yaşlarda biraz daha arttırır. Ancak bu durum kesin fıtık olacağınız anlamına gelmez. (Şu klasik örneği vermeden geçemeyeceğim: akciğer kanseri olanların çok büyük bir bölümü sigara kullanıcılarıdır ancak her sigara içen akciğer kanseri olmaz.)

Sadede gelmem gerektiğini biliyorum. Neticede sağlık raporu alamadım -şimdi düşünüyorum da iyi ki de alamamışım- ve haliyle uzman jandarma olamadım. Şimdi sıkı durun. Uzman jandarma olmaya gelince kusurlu olan zavallı bedenim, Genelkurmay'ın gözünde 15 ay boyunca askerlik yapmama engel değilmiş meğer. Alamadığım sağlık raporundan hemen sonra Keşan'da 84/4 tertip olarak askerliğimi tamamladım.

Nasıl mı?

Komutan Eşinden Tokat

Halen Van'a bağlı bir ilçede kısa dönem askerim. Hangisini anlatayım ki?

Okula komutan çocuklarını getirip götürürken meydana gelen 5 dakikalık zorunlu gecikmemizden dolayı öğretmen olarak çalışan komutan eşlerinden birinin kısa dönem bir arkadaşıma tokat atmasını mı? Koca bölüğün önünde kendini kaybeden komutanın ana avrat küfür etmesini mi? Aynı komutanın terlikle içtimaya katılan askerlere taburun önünde tekme tokat dalmasını mı? Hangisini anlatayım? Yediğimiz yemeklerin yıllardır buzdolaplarında bekletildiğini mi?

Bizim askeriye bizim değil arkadaşlar maalesef. Ama düzeleceğini ümit ederim ümidim olmasa da...

İsimsiz, bize ulaşan asker

Fazla Gelen Mazot Delik Bidonlara Boşaltılırdı

Takım komutanı tankçı asteğmen olarak 1987’de Trakya’nın küçük bir ilçesinde vatani vazifemi yaptım.

Anlatmak istediğim olay yapılan akıl almaz israflarla ilgili. Her salı tugaya yakıt almak için bir benzin, bir de mazot tankeri gider, yakıt alır ve gelir. Tank ve tekerlekli araçlara yakıtları doldurulur. Artan yakıt yeraltı tankına, daha da artarsa bildiğimiz bidonlara doldurulur. Bazen hava muhalefeti gibi sebeplerden dolayı tatbikat ve diğer faaliyetler yapılmaz, dolayısıyla yakıt tüketimi de olmaz. Ama her salı bizim tankerler gider, yakıtı alır gelir ve dediğim yerlere boşaltılır.

Birgün yakıt işiyle uğraşan askerlere harcamadığımız halde yakıtlara ne olduğunu sordum. Aldığım cevap çok korkunçtu. Yeraltı tankından artan yakıtı delik deşik olmuş bidonlara boşaltıyorlarmış. “Biz üstten dolduruyoruz, alttan boşalıyor komutanım” sözünü hala unutamam.

Yakıt getiren başçavuşa durumu açtım. Verdiği cevap çok iğrençti: “Asteğmenim sen bu işleri bilmezsin, biz istihkakımız olan bu yakıtı her hafta almazsak bizi divan-ı harbe verirler”.

Psikiyatri Koğuşuna Kapatılanlar

2004 yılında askerlik hizmetinden muaf tutulmak için "gay raporu" almak üzere Haydarpaşa GATA'da bir hafta, onların söylemiyle "misafir" edildim. "İstemeyiz ama verirsen işler daha da kolaylaşır" dedikleri için ilişki anında çekilmiş fotoğraflarımı sunmama rağmen yatırıldım psikiyatri servisine.

Psikiyatr yüzü gördüğüm maksimum yarım saatlik görüşme dışında orada tutulma sebebimi anlayamadım. Bariz bir "gayler koğuşu" oluşturulmuştu. Aramızda gay olmayan zararsız bir arkadaş da vardı. Kişilik bölünmesi olduğu iddiasıyla oradaydı. Asker ocağındaki hayatı yılları aşmıştı; ama hala salıverilmemişti. Hemşireler sadece ona hap getiriyorlardı. Biz hiç bir şekilde medikasyona tabi tutulmadık ama oradan çıktığım gün ayakta durmakta zorlanıyordum. Artık yemeklere mi bir şey kattılar bilemeyeceğim.

Asıl hikaye şimdi geliyor:

Mavi pijamalar içinde, asker kordonu altındaki bahçede oyalanırken bize "çabuk içeri!" dendi. Meğer "tehlikeli" hasta/tutukluların bahçe vakti gelmiş. Kimi intihara kalkıştığı, kimi psikolojik dengesi bozuk olduğu için demir parmaklıklı koğuşta tutulan kişiler salıverildi. Ama zombi gibi dolaştılar ortalıkta ve çok geçmeden tekrar içeri alındılar.

Sonra sonra hikayeleri dolaşmaya başladı. Kimi komutan baskısına dayanamayıp gözleri önünde canına kıyan arkadaşı yüzünden kafayı sıyırmış, kimi zaten zihinsel özürlü olduğu halde zoraki askere alınmış vs. "Duvar iğnesi" denilen çok etkileyici ilaçlar vurulduğundan böyle hayalet gibi dolaşıyorlarmış.

Düdüğü Laubali Çalmışım

Ben askerliğimi Hatay Serinyol’da 121. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda eğitimci olarak yaptım. İsmim Nurullah. Anlatacak çok şey var ama içlerinden en zoruma gideni sizlerle paylaşayım.

O gün nöbetçi çavuş kolluğum vardı. Acemiler eğitim alanında eğitimdeydi. Molaları nöbetçi çavuş olarak ben veriyordum. Kadir astsubay yanıma gelip mola vermememi emretti. Ben de mola zamanı molayı vermedim. Mola vermediğimi gören asteğmen yanıma gelip “neden mola vermiyorsun” dedi. Ben de “Kadir astsubay emretti, o yüzden vermedim komutanım” dedim. O da “si…rim Kadir astsubayı! Ver molayı” diye emretti. Ben arada kalmıştım. Asteğmenin rütbesi yüksek olduğu için ben de çaldım düdüğü, verdim molayı.

Kamelyaya kadroluların olduğu yere geçtim. İki dakika sonra Kadir astsubay geldi ve bütün arkadaşların önünde bana sekiz tokat attı. Tokat acısı bir şey değildi de herkesin önünde olması koydu bana. O an ona karşılık vermek istediysem de askeriz işte veremeyiz kolay kolay. Tokatlar bittikten sonra da beni mola verdiğim için değil mola verirken düdüğü laubali çaldığım için tokatladığını söyledi.

Lafın kısası astsubay asteğmeni çekemiyor arada olan bizim gibi gariban Mehmetlere oluyor.

Nurullah, bize ulaşan eski asker

Malatyalılara Hıncı Olan Komutan

Isparta Piyade Komando Tugayı’nda başıma gelen bir hikayeyi anlatmak istiyorum.

İçtima sonrası yeni bölük komutanımız bizimle tanışacak diye hepimiz eğitim alanına toplandık. Sıraya dizildik. Herkes tam teçhizat, sıkıntısız bir şekilde çakı gibi. Komutanımız nasılsınız merasimine bile girmeye lüzum görmeden sordu: “Aranızda Malatyalı var mı?” Bir kaç kişi çıktı.

“Peki aranızda Malatya Doğanşehirli olan var mı?” diye tekrar sordu. Bir arkadaşımız Malatya Doğanşehirliydi. Onu yanına çağırdı. Ne sorgu ne sual, hiçbir şey demeden askeri revirlik olana dek dövdü. Olayın canlı tanığıyım. O arkadaşın dayak yemesinin tek sebebi Malatya Doğanşehirli olmasıydı.

Paşamız Doğanşehirli bir üstüyle sıkıntılı dönemden sonra bizim oraya gelmiş ve intikam mı diyeyim, sadistlik mi diyeyim, adını siz koyun böyle bir hınç geliştirmiş.

Kendimi Savunamadım Bile

Askerlik hizmetime Kars Jandarma Komando Bölüğü’nde 1999 yılında başladım.

Ağustos 2000’de bölüğümüze İdris Başçavuş diye bir insan geldi. Ancak bu vatandaşın bir problemi vardı, askerlerin annelerine küfür ederdi. Bize böyle anlatmışlardı. Ben de yazıcı idim. Birgün akşam vakti yazıhaneye geldi. İdari işlerden sorumlu komutanımın masasına oturdu, bilgisayarda kendince birşeyler yapmaya başladı. Ne yaptığını bilmiyorum tabii.

Bizde mesai kavramı olmadığından işimi bitirince "çıkabilir miyim" diyerek izin istedim İdris Başçavuş’tan. Bir de neyle karşılaşayım? Komutan gerçekten de askerlere karşı küfürsüz konuşamazmış. Bana durup dururken ana avrat küfretmeye başladı. “Komutanım ben size şimdi ne yaptım da bana böyle küfrediyorsunuz” demeye kalmadı bana vurmaya başladı.

Özel Kuvvetler'de Askerlik İşkencesi

Ankara Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı Oğulbey Kışlası'nda askerliğini yapan H.K, yaşadıklarını 'kabus' olarak tanımlayarak, "Askerlik yapmak zaten çok kötü bir duygu ama özel kuvvetlerde askerlik yapmak resmen işkence... Her yaptığın suç sayılıyor. Eğer Kürt bir asker hata yapmışsa diğerlerine verilen cezanın iki katı ceza alıyor" dedi.

Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı Oğulbey Kışlası'nda askerliğini yapan H.K.’nın burada gördüğü kötü muameleden dolayı psikolojisi bozuldu. Askerliğini 6 ay önce bitirmesine rağmen hala kabuslar gören H.K, gördüğü psikolojik tedaviye rağmen henüz tam olarak düzelemedi.

'DÜŞMANIMIN BURADA ASKERLİK YAPMASINI İSTEMEM'

Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda yaşadıklarını ANF'ye anlatan H.K, "Hiç kimsenin burada askerlik yapmasını istemem. Düşmanım dahi oraya düşmesin" dedi.

H.K., "Özel Kuvvetler her yönüyle işkence ve baskının merkezi gibi çalışıyor. Askerin orada bir köpek kadar değeri yok. Başına ne zaman ne gelir hiç belli olmaz. Askerliğimi bitirdiğim için yatıp kalkıp dua ediyorum" diye konuştu.

PSİKOLOJİK TEDAVİ GÖRDÜ

Rütbeli askerlerin erlere her türlü kötü muameleyi 'zevkle' yaptığını söyleyen H.K., "Orada hata yapman gerekmiyor. Çünkü rütbeliler mutlaka bir kusurunu bulup seni cezalandırıyor. Resmen kabuk gibiydi. Hala rüyalarıma giriyor. Yaşadığım kötü günler psikolojimi bozdu. Tedavi gördüm ama henüz tam olarak iyileşemedim" şeklinde konuştu.

'KÜRT İSEN SUÇLUSUN'

Kürt askerlerin diğerlerine göre daha şanssız olduğunu vurgulayan H.K, "Benim doğum yerim Mersin göründüğü için şanslıydım. Kürt olduğunu öğrendikleri andan itibaren psikolojik işkence başlıyor.

Kadınların Önünde Babacan Komutan

1990 yılında İzmit Derince Asker Hastanesi’nde temizlikçi, aşçı, hizmetçi, şamaroğlanı, kum torbası olarak olarak vatani görevimi yaptım.

Birgün o zamanın hastane müdürü olan binbaşı rütbeli subay odasına çağırdı beni. Ben odaya girdiğimde iki tane bayanla sohbet ediyordu. Benim girdiğimi görünce “evladım hoş geldin, nasılsın” şeklinde hal hatır sorduktan sonra çaycıya benim için çay getirmesini söyledi. Ben başıma geleceği bildiğim için askeri kurallar içerisinde teşekkür edip içmeyeceğimi söyledim. “Olmaz evladım” dedi babacan bir sesle, içmem için ısrar etti.

Bayanların sevgili komutanıma nasıl bir hayranlık ve sempati ile baktığını unutamam. Tabii komutanım çayı içmem için koltuklardan birine de oturmamı söyledi. Ben çayı bitirmeden bayanlar müsaade isteyip odadan ayrıldılar. Giderken askerlerine karşı baba şefkati ile davrandığı için onu takdir eden bir şeyler söylediler.

Bayanlar odadan çıkar çıkmaz “kaaallllkkkk o. çocuğu!” sesi yankılandı odada. O binbaşı benim o. çocuğu olduğumu zannediyordu, ama ben ne olduğumu biliyordum. Onun için söylediklerini hiç bir zaman üstüme alınmadım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Pişmanım İki Satır Yazamadığıma

Yıl 1998-1999. Ben 1978/1 tertip olarak Hatay Kırıkhan 2. Hudut Taburu’nun ...nci Hudut Bölüğü’nde ve Suriye sınırındaki bir karakolunda görev yaptım. Bir bölük komutanı vardı: Kıdemli Yüzbaşı E.D.

Sınırda görev yapmak hakikaten çok zordur. Hava oldukça sıcaktır. Nöbet yerleri 2-3 km uzaktadır ve nöbetlere yürüyerek gidip gelinir. Nöbete gidip gelene kadar terden sırılsıklam olunur. Nöbete çıkacak askerlere mataralarına atmaları için tuz tableti verilir, çünkü çok sıvı ve tuz kaybedilir. Gündüz nöbetleri 5-6 saat, gece nöbetleri ise 10-12 saattir. Akrep ve yılan da oldukça boldur o bölgede.

Su yoktur, banyo yapamazsınız. İçme suyu tankerle gelir. Banyo için bölük merkezine gidilir. Aslında orada da su kısıtlıdır ve kuyu suyudur. Bu anlattıklarım askerliğin normal şartlarıdır ve kabul edilebilir. Orada bulunduğum sürede ben ve arkadaşlarım bu zorluklara rağmen görevimizi en iyi şekilde yapmaya çalıştık.

Bir defasında Bölük Komutanı E.D. gündüz nöbetinde bir nöbetçinin üzerinde kitap yakalamış.

Sakat Kalana Kadar Askere Devam

Rahatsızlığımdan dolayı GATA'ya sevk edilmiştim. Burada tanışmış olduğum bir askerin durumu beni o kadar üzmüştü ki anlatamam.

Henüz 20 yaşında ankilozan spondilit hastasıydı. Ankilozan spondilit hastalarına normalde çürük raporu verilmesi lazım, fakat askerdeki zihniyeti bilirsiniz: Şu an iyi isen problem yok. Kötü olana kadar, sakat kalana kadar askere devam zihniyetiyle yaklaşırlar. Bu hastalıkla yaşayan insanların sadece yürüyüş ve yüzme gibi hafif sporları yapması önerilir, koşmaları bile yasaktır. Uzun süre sabit bir şekilde ayakta kesinlikle duramazlar. Hele de ağır taşımak, silahla nöbet tutmak onlara en zor gelen şeylerdir. Yani insanı tamamen askerliğe elverişsiz kılan bir hastalık. Fakat dediğim gibi o an ayakta isen askerlik yaparsın, ne zaman sakatlanırsın işte o zaman çürük raporu verirler.

Bizim 20 yaşındaki gence geri dönelim. Bu çocuk hastalığı nedeniyle GATA’ya geliyor. Önce bir miktar hava değişimi verip ardından tekrar birliğine gönderiyorlar. Birliğinde bir eğitim esnasında kalça üstü düşüyor ve kalça kemiği kırılıyor. Bu hastalıkta kalça eklemleri iltihaplandığından bir daha kaynaşması ve düzelmesi imkansızdır. Sonuçta 20 yaşında bir genç sakat kalıyor ve ömür boyu koltuk değneklerine mahkum hale geliyor. Devreleri terhis olurken o çürük raporu alarak askerliği tamamlıyor.

İsimsiz

Tuvaleti Temiz Tutmanın Formülü

Askerliğimi kısa dönem olarak 2009 yılında İzmir'de yaptım.

Acemi birliğinde yemin töreni için hazırlanırken güneşin kavurucu sıcağı altında, bir aşağı bir yukarı tören yürüyüşü çalışıyorduk. Banyo belirli saatlerde ve günlerde açık olduğundan vıcık vıcık ter nedeniyle leş gibi kokmamak için eğitim bittiğinde lavabolara bağladığımız hortumlarla yıkanıyorduk. Zaten duş akşam saatlerinde ve adam başı 3 dakikalığına açılıyordu. Sıcak su ilk 30 kişiye ancak yetiyordu, gerisi buz gibi suyla yıkanmak zorundaydı.

Binada giriş katında bulunan tuvalet her zaman kapalı tutulurdu, denetim olduğunda orası tertemiz halde gösterilecekti çünkü. Askerler diğer WC'lere yönlendirilir, tabii bu da sabah ve akşam saatlerinde yoğunluğa neden olurdu. Koca bölükte bir lavabonun başında aynı anda üç er traş olmak zorundaydı. İsyan etmemize rağmen giriş kattaki WC kullanıma açılmadı.

Aynı şey tuvaletler için de geçerliydi. Zaten illa ki bir tuvalet arızalı ya da tıkanmış olduğundan orası daha kötüydü. WC bölümü yapılırken ters eğim verilmişti, yani yerdeki sular tuvalete doğru değil de WC kapılarının önüne doğru geliyor ve orada oluşmuş hafif bir göçükte birikiyordu. Bu göçük binanın içinde, yani yolda, toprak arazide değil!

Pisuvarların bazıları kırıktı ya da bozuktu. Orayı kullanan arkadaşların çişleri yere sızıyor, sıçrıyor, sonra o birikintide toplanıyordu. Ödenek olmadığından o kısım yaptırılamıyor, asker sidik içerisindeki birikintiye cıp cıp basıp üstüne başına sidik bulaştırıyordu. Oraya bastığı botlarla, terliklerle tüm binayı geziyor, yatakhaneye girip çıkıyor, kamuflajlarla araçlara biniyor, yemekhanede yemek yiyiyordu.

Kürtçe Kaset

85/1 olarak Sivas'taki usta birliğimde askerlik yaptım.

Bizim bölükte Kürt bir arkadaş vardı. Sırf Kürtçe kaset dinlediği için, yanlış hatırlamıyorsam 10 gün diskoya gönderildi. Sırf bu yüzden. Yazıklar olsun bu emri veren komutana.

Tacettin, bize ulaşan eski asker

Ahırdaki Hayvanlar Gibi

Yıl 1998, yer Siirt 3. Komando Tugayı 4. Tabur.

PKK'yla savaşmak için, acemi birliklerinde vatan-millet-Sakarya edebiyatı yapılarak, 3 mermi attırılarak, üzerine de bir sürü gaz duman verilerek ana kuzuları garibim Mehmetçikler gelirdi. Bu askerler ilk geldikleri Ekim-Kasım döneminde birliklerine gidene kadar köleler gibi, ameleler gibi inşaatlarda çalıştırılır, hepsine taş toplatılır, odun istiflettirilir, diğer birliklerin işleri yaptırılır, levazım depoları düzenlettirilirdi. Neymiş, vatan göreviymiş, boşa yemek yemek yokmuş. Sanki biz isteğimizle asker olduk!

İnsanın en zoruna giden de sanki biz askere yemek yemek için gelmişiz gibi ikide bir “yediğiniz yemeği hakedin, bu milletin parası vs.” demeleriydi. Ama israfın da bini bir paraydı.

Birgün yemek zamanı gelince başımızdaki insanlığından şüphe edilen ama kendine komutan süsü veren uzman çavuş tarafından “yemek yemeyi hakedin önce” denilerek yemekhaneden sebepsizce çıkarıldık. O kadar askerin çıkarıldığını gördükleri halde üst rütbelilerin de sesi çıkmadı bu duruma. Birliğimize gidene kadar da bir daha yemek yiyemedik, hep kantinden yedik.

Bir de akşama kadar köle gibi çalıştırıldıktan sonra yatacak yer yok diye boş harabe bir binanın içine ahırdaki hayvanlar gibi doldurulduk; yerlerde, betonun üzerinde yatırıldık. Çünkü biz komandoymuşuz, bize bir şey olmazmış. Hadi oradan! Bir daha bulursunuz da yedirirsiniz o safsataları, çünkü maymun gözünü açtı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Sustukça Bu Böyle Gidecek

Ben 2005 yılında 303. kısa dönem jandarma çavuş olarak askerlik yaptım. Avukatım. Yazılanların çoğunu okudum. Kendi gördüklerimle o kadar benzer şeyler ki...

Ancak bana ne küfür edildi ne de dayak yedim. Çoğu komutanın biz kısa dönemlere karşı davranışları normaldi. Bunda üniversite mezunu oluşumuz mu etkiliydi, yoksa hemen hepimizin 28 yaş civarında olması mı bilmiyorum. Biz de bize verilen görevi aksatmadan, layıkı ile yapardık.

Biz alayda 55, usta birliğimiz olan ilçe jandarma bölüğünde ise 5 kısa dönem arkadaştık. Kendi aramızda söz verdik, hiçbir askere küfür etmeyeceğiz, şiddet uygulamayacağız diye. Öyle de yaptık. Askerlikten sonra hala birçok asker bizi arar görüşürüz, toplanırız bazen İstanbul’da.

Fakat erlere karşı komutanların davranışları öylesine iğrenç ve acımasızdı ki bütün samimiyetimle söylüyorum, rütbeli tayfasından nefret ettik. Hala da ediyoruz. İçtimada hazıroldayken sudan sebeplerle karın boşluğuna uçan tekme yiyen askeri gördüğümde kanım dondu. Dakikalarca kendine gelemeyen asker toparlanınca bu defa tokatlar devam etti.

Bunun gibi olaylara, basit bahanelerle askerlerin dayak yediğine defalarca şahit oldum. Söylenen küfürleri yazamıyorum, ama çoğu o ana kadar duymadığım küfürlerdi. Küfür artık rutin hale gelmişti. Gençler onursuzlaştırılıyor, kutsal bildikleri tüm değerlere, aileye, anneye, bacıya küfredilerek aşağılanıyordu.

Kürtleri Düşman Edenler

Gözlerimin önünde yaşanan bu olayı hiç unutmadım. Her askerlik bahsi açıldığında, Kürtleri kimlerin sorun olarak gördüğü her tartışıldığında bunu dile getirmişimdir.

Yer Manisa Alaşehir Ulaştırma Taburu. Yıl 2007.

Daha nizamiye kapısından adım atar atmaz Türkiye içinde başka bir dünyanın kapılarını araladığımı anlamıştım. Bir sabah içtimasında, eğitim alanında o kadar askerin içinde Doğu'dan gelen, hayatı boyunca çobanlık yapmış, evli ve çocuklu, Türkçesi çok az bir insanımızı dili dönmeyip Kürtçe konuştu diye önce birkaç serseri asker tartakladı, daha sonra da uzman olan karaktersiz tekme tokat dövdü.

Bu manzara bir türlü gözümün önünden gitmez. Hele de uzman ona vururken askerin elleri ile yüzünü gözünü korumaya çalışması...

Bu deyyuslar öbür tarafta o garibanın hakkını nasıl verecekler? O da bu vatan için askerlik yapmaya gelmişti. Doğudan gelmiş batıdan gelmiş ne fark eder? Hepimiz askerdik, hepimiz insandık.

İşte aslında Kürt düşmanı olan ve onları bu ülkeye, bu millete düşman etmeye çalışanlar da yine bu TSK'nın içindekiler.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Nişanlıyım Komutanım

Askerliğime İzmir Yenifoça'da başlayıp 5 ay Jandarma Özel Harekat'ta eğitim aldıktan sonra Sivas'a gittim. Size Foça'da başımdan geçen bir olayı anlatacağım.

Biz 75 günlük acemi eğitimimizi tamamlamış ve diğer bölüğümüze geçmiştik. Bizim arkamızdan acemi erler geldi. Aradan 1 hafta geçmişti. İlk içtimalarda biz iki jandarma özel harekat bölüğü ve diğer iki acemi bölük yanyana dizildik. Yanımızdaki acemi erlerin bölük komutanı geldi, şöyle bir önümüzde gezdi ve yeni eğiteceği askerleri tepeden aşağı inceledi, süzdü. Tam bizim bulunduğumuz bölüme geldi ve geceleri rüyalarıma giren şu konuşmaya şahit olduğum an geldi:

-Asker!
-Emret komutanım!
-O parmağındaki ne bilmiyor musun? Askerde yüzük takmak yasak!

Yasak olsa onlara da yasak olur, onlar da asker. Neyse, acemi er korkuyla:

-Nişanlıyım komutanım, bu da nişan yüzüğüm.
-Lan si.erim nişanlını da şimdi! Hasta etme adamı, çıkar şu yüzüğü!

Herkesten iniltiler geldi. Bölük komutanı bizi susturmaya çalıştı; ama özel harekat olduğumuz ve komutanımız bizi kolladığı için bir şey diyemedi. Hepimiz gittik şikayet ettik; ama bir şey olmadı. Olan 1200 kişinin içinde bağıra çağıra nişanlısına küfür edilen ve o kadar kişinin önünde için için ama hıçkıra hıçkıra ağlayan çocuğa oldu.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerde Hayatta Kalmak İçin

Askerliğimi Ege Ordu Komutanlığı'nda kısa dönem olarak yapmıştım.

Hurşit Bey'in ordu komutanı olduğu yıllardı. Hurşit Bey ve ailesinin her gün taze yumurta yiyebilmesi için tavukları, ördekleri falan vardı. Bizim bölük bu tavuklara, ördeklere güzel bir kümes yapmıştı. Kümes ama kümes değil, tam bir saray!

Birgün yumurtalar kaybolmuştu da Hurşit Bey emir subayına, o astsubayına, böyle böyle en sonunda bölüğe ızdırap olmuştu bayağı.

Bu arada duşların içine, tuvalet kaplarının içine .ıçan, deliğe taş dolduran askerlerle de orada tanıştık.

Ege Ordu'nun diskosu (disiplin koğuşu) da çok eziyet yapılan bir yerdi. Oraya girenler yüzü başı yara içinde dönerlerdi. Çocuğun birinin beline çok kötü vurmuşlardı, toparlanamadı bir daha.

Askerlik kimseye güvenilecek bir yer değil. Sözlü hakaretlere, angaryalara boş verin hiç kafaya takmayın. Adam ananıza küfretse, beline kuvvet deyin geçin, bulaşmayın. Ama size fiziksel şiddet uyguluyorsa onu engellemeniz lazım. Ya üstünden bir komutan bulun veya açıkça tehdit edin. Bunun sivili da var deyin. Canınızı korumak için ne lazımsa yapın.

Yapın bitirin kurtulun. Savaş falan çıkmasın diye de dua edin.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Dayağımızı Yesek de Gitsek

1998, Foça.

Bu sitede yazılanlara inanmayanlar var. Haklılar. İnanılmaz olaylar, o yüzden inanamıyorlar. Bizi Yunan'a teslim etsen TSK'ya karşı bu hisleri beslememize sebep olamazlardı. Bu açıdan Yunan'dan daha başarılı bir komutanımız vardı, Yüzbaşı Cumhur. Tebrik ediyoruz kendisini.

İçtima alanına bizi dizip sorar: "Çocuklar benim güzel bir bacım var. S...r misiniz?" Parmağı ile bizi işaret ederek: "Sen sen? Hı? Hayır, s.kemezsiniz. Ama ben sizin hem ananızı hem bacınızı s.kerim."

Ne cevap vereceksin? Ne hissedeceksin?

Lojmanlarda kalorifer dairesinde çalışan Er Murat'a hala üzülüyorum. Cumhur Yüzbaşı önce 4 kat aşağı iner ve çocuğu döver: "Açsana kaloriferi." Murat, kaloriferi açar. Yüzbaşı yine iner ve döver: "Yanıyoruz hayvan oğlu hayvan, kıs biraz." Murat, uzun bir süre devamlı dayak yedi. Sonunda ne oldu bilmiyorum.

Muhaberede çalışan arkadaşların telefon bağlama diyaloglarında duymadıkları hakaret kalmaz. İstisnasız hepsi uykularında sayıklarlar. Hadi yalan deyin. Subay ve astsubaylar telefonda bekletilince hakaret etmez deyin.

Hadi bunları geçtik. Acemi birliğinde 400 kişi, abartmıyorum tam 400 kişi dayak yedik. Hem de 3 ay önce gelmiş başka bir askerden. Adresini de aldım gerçi ama sonra vazgeçtim. Allah belasını versin.

İlk dayağım olduğu için korktum. Heyecanlandım. Sıra kalabalık olduğu için yavaş ilerliyordu, en sonunda heyecanım uçmuş yerini "dayağımızı yesek de artık gitsek" hissi almıştı.

Ruhum Bedenimden Çıktı

1997/2 İskenderun'daki acemi birliğime, öğle vakti 12-1 gibi teslim oldum. İstanbul'dan 16 saatlik otobüs yolculuğuyla varmıştım İskenderun'a. Aptalca, vurdumduymazlıkla, şefkatsizlikle, eziyet ve aşağılamalar ile ancak gece 1 gibi yatakhaneye varmıştım ve yorgundum. Herkese yatak numarası ve numaraya göre dolap verilmişti. Yatağı buldum, dolabımı da buldum; ama içinde başkalarına ait eşyalar vardı.

Dolaba yakın yatakta biri, kulağında walkman yatıyor. Bir iki seslendim, cevap yok. Ben kulaklıktan gelen şarkıyı duyabiliyorsam onun beni duyması imkansız. Elimle askerin omuzuna hafifçe dokunmamla kendimi koğuşun dışındaki koridorda bulmam bir oldu. Binadaki bütün eğitim onbaşı ve çavuşlar gırtlağıma yapışmış, bana küfürler sayıyorlar. Bütün bunları bedenimin dışına çıkmış ruhumla izliyorum.

Birden ruhum bedenime geri döndü. Gırtlağıma ilk yapışan yataktaki kişinin gırtlağına ben de yapıştım ve onu ittim. Birden etrafım açıldı. Bir-iki saniyelik suskunluk... Sonra hep beraber çullandılar. Ellerimi, kollarımı tutup boynumdan aşağı vuruyorlar. Ama o kadar aptalca ki bu kadar insanın tek kişiye vurmaya çalışması... Sanki 5 kişinin bir fincanı beraber dökmeden taşıması gibi... Herhalde birbirlerinin ellerine vurdular çoğunlukla.

Tuvaletleri Kirlenmesin Diye Kilitlediler

Yıl 2007, yer Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayı.

Askerliğimi yedek subay öğretmen olarak tamamladım. Yani 20 günlük acemi eğitimi dışında sivil olarak Doğu'da görev yaptım. 20 günlüğüne gittiğimiz için gerek bölük komutanı olsun gerek takım astsubayımız olsun bize karşı gayet anlayışlıydı. Bir kez hariç dayak hadisesi görmedik. Ancak küfürün bini bin paraydı ki bizim bile ağzımız bozuldu. Ama benim asıl anlatmak istediğim oradaki temizlik ile ilgili.

Eğitimlere başladıktan birkaç gün sonra malum ağustos ayı ve üstümüzde kışlık elbise ve bot var, leş gibi kokmaya başladık. İlk haftanın sonuna doğru bizi banyoya götürdüler. Meğer sular kesikmiş. "Ne yapacaz" dedik, "haftaya gelin" dediler. Geri döndük bölüğe. Akşam baktım tuvaletlerin kapıda havlular. Millet tuvalet tasıyla soğuk suyla duş alıyor. Temizleneceğinden değil, kokusu gitsin diye.

20 günde 2 kez normal duş yerinde banyo yapma şerefine erişebildim. Ben de tuvalette yıkandım mecburen. Düşünün o kadar kokmuş adamı bir koğuşta. Örneğin 2. hafta çarşaflar yıkandı, serdik; ertesi gün herkesin çarşafı sapsarı kirden.

Son 1 hafta 15 aylık askerler acemilik eğitimi için geldiler. Bizim bölük mevcudu abartmıyorum 650-700 kişi. Koridorda yatanı mı ararsın, hangarda portatif yataklarda yatanı mı... Sulama hortumuyla başını yıkamak traş olmak için bahçede sıraya girenleri mi...

Bir Çocuk Öldürüldü

Ben 1993 yılında Hatay Yayladağ 11. Hudut Bölüğü'nde askerliğimi yaptım.

O zamanın bölük komutanı yüzbaşı E.Ö. huduta yakın tarlada kuş avlayan iki köylü çocuktan birini keyfi şekilde askerlere öldürttü. Ölen çocuk 18 yaşındaydı. Cenazeyi koğuşun arkasında yeni yapılan çamaşırhaneye koydular. O zamanın kaymakamı ve savcısı akşam geldiler, cenazeyi kontrol ettiler ve olayı kapattılar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Uşağın Adı Haberci Konmuş

2005 yılında Ege Ordu Komutanlığı'nda askerlik görevimi yaparken karşılaştığım durumu anlatmak istiyorum.

Askerlik görevim süresince kurmay albayın habercisi olarak çalıştım. Uşağın adı askeriyede haberci konmuş. Öğlen vaktinde yemeğini götür, çıkış saatinde şoförünü çağır, terzisine pantolonunu götür vs.

Sabah albayın çıkış zamanından yarım saat önce şoförüyle beraber evinin önünde beklemeye başlardık. Yine böyle bir sabah beklerken tuğgeneralin evinden çıktığını gördüm. Yanında eşi ve çocuğu var. 3 adet siyah Megane onları bekliyor: Biri eşini, biri kendisini ve diğeri çocuğunu bekliyordu. İki düzine, boyu 1.80'in üzerinde insan da 3 kişilik aile için orada uşaklık yapıyordu.

Anadili Kürtçe Olana Dayak

Askerliğimi 309. kısa dönem olarak İstanbul Samandıra'da yaptım. Kendim has Yörük Türküm. Bunu Kürt olmadığımı belirtmek için yazdım; yoksa benim için Türk-Kürt önemli değil. Herkes benim için Allah'ın kuludur. Anlatılacak çok olaylar var, fakat bir tanesi beni çok yaraladı.

86/1 tertip bir Doğulu asker bölüğe geldi. Kendisi memlekette çobanlık yapıyormuş. Dolayısıyla Türkçe'yi hemen hemen hiç konuşamıyordu; ancak bazı şeyleri anlayabiliyordu: sağa dön, sola dön gibi... Bir tane uzman çavuş vardı. Ona bu askerin Türkçe bilmediğini söylediler. Çavuş askere bir şeyler söyledi, asker anladı; ama biraz daha zorlayınca çavuş askerin Türkçe bilmediğini fark etti. Bunun üzerine "pezevenk" diye başlayarak içtimada bu askeri dövmeye başladı. Hem de ne dayak... Bundan sonraki hergün çoban-askerin bu uzman çavuştan en az bir posta dayak hakkı vardı.

Şimdi bir oğlum var, eğer askeriyede bir değişim olmazsa onu askere göndermemek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Çünkü ben onu subaylara ve ailelerine gece-gündüz hizmetçi olsun diye yetiştirmiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Doktor, Duydun mu?

1978/1 1. Mekanize Piyade Tugayı, Doğubeyazıt/Ağrı. Usta birliğinde yaşadıklarımı anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalır. Küçük bir anı:

Sağ gözümde görme problemi yaşıyordum. Bütün bölük doktor muayenesinden geçiyordu. Ben de haliyle sevindim, "belki gözlük alırım ve bu rahatsızlıktan bir nebze kurtulurum" diye düşündüm. Sıra bana gelince tabip asteğmen gözüme 2 saniye kadar bakıp "s.ktir lan, senin gözün araba farı gibi, defol" dedi ve sağlam raporu verdi.

Sonuç: Tezkeremi aldım, doktora gittim ve sağ gözüm 2.75 miyop-astigmat çıktı.

Doktor, duydun mu? Allah seni benden beter ede e mi...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zorla Yaptırılan İşten Hayır Gelir mi?

Doğuda bir karakolun komutanıyım. Ben de şu soruyu sorayım: Hep ev sahibi mi suçlu, hırsızın hiç mi suçu yok? Burada anlatılanlardan gördüm ki hep subay, astsubay ve uzmanlar suçlu gösteriliyor. Peki askerlerin hiç mi kabahatı yok? Şimdi biraz da ben anlatayım:

Devlet malını şuursuzca kullanan, bozan, kıran, sahip çıkmayan, yaptığı hatayı kabullenmeyen askerlerimiz değil mi? Her aksaklığı görüp de sorduğumuzda "ben böyle aldım" diyen onlar değil mi? Şafak yazmadıkları yer kaldı mı ki? Örnek vereyim: ecza çantasının içindeki tahta atelin üzerine, araç direksiyonunun içine, daha nerelere...

Arkadaşının parasına göz diken, hırsızlık yapan, beynini nizamiyede bırakan, işi gücü kaytarmak olan askerler değil mi? Daha ne sayayım ki... Tuvalette pisleyip sifonu çekmeyen, evinde yemediği yemekleri asker ocağında yediği halde nankörlük yaparak beğenmeyen asker değil mi? Nöbette uyumayan yoktur. Her şeyi görüp bildiği halde görmedim bilmiyorum diyen, yemekhanede tamamladığım çatalı-kaşığı şuursuzca, sanki babasının malı gibi kullanıp çöpe atan asker değil mi? Babasının malı olsa yapmaz gerçi...

Hep komutanlar suçlu değil beyler, biraz da iğneyi kendinize batırın lütfen.

İsimsiz, bize ulaşan karakol komutanı

Zorla Belge İmzalatmaya Çalıştılar

Kısa dönem askerliğimi Tunceli Hozat'ta yaptım.

Mutfak inşaatı yapılıyordu. Ancak inşaatta bazı problemler vardı, bazı çatlaklar oluşmaya başlamıştı. O zamana kadar hiçbir önerimizi dinlemeyen saygıdeğer subaylarımız nezdinde kıymete bindik. Birkaç gün boyunca inanılmaz güzel muamele gördük. Bunun sebebini sonradan anlayacaktık.

Birkaç gün sonra geceyarısına yakın bir saatte bir arkadaşımla beraber karargahta yapılan toplantıya çağrıldık. Geçmiş tarihli bazı evraklar hazırlanmış, üst rütbeli isimler bu evraklardan çıkarılmış ve bizim isimlerimiz evraklara eklenmişti. O güne kadar hiçbir evrakta ismimiz geçmiyordu. Teknik bilgisi olan kişilerin verdiği kararlarla inşaata başlandığı belgelenmeye çalışılıyordu. Oysa inşaata başlanırken kimse bize bir şey sormamıştı. İmzalamayı arkadaşımla beraber reddettik. Oradaki kurmay albay aynen şöyle dedi: "Hergün operasyonlara askerler çıkıyor ve bazıları oradan dönemiyor." Yani sizi gönderirim, ölürsünüz demek istedi. Ben de "vatani görevimizin gerektirdiği her konuda seve seve görev alırız" diye yanıtladım.

Sonrasında bize hayatı zehir ettiler.

Çağdaşlığa Çağdışı Tanımlar

2000'li yılların başı, yer İstanbul.

Her yıl olduğu gibi askerlik tecilini yaptırmaya gittim; ama kapıdaki asker sakalla giremeyeceğimi söyledi. "Nereden çıktı bu usul" diye sorunca komutanı çağırdı. Komutana henüz bir sivil olduğumu ve tecil yapmak için geldiğimi söyledim. O ise bana "çağdaş" bir şekilde gelmezsem buraya giremeyeceğimi söyledi. "Sakalla giremeyeceğime dair bir kural mı var" deyince "burada ben ne dersem o olur" gibi bir cevap verdi.

Bir arkadaşa vekalet vererek tecil işlemini yapabildim.

İsimsiz

Aileler de İtiraz Etmiyor

Askerliğimi 75-4 Tertip olarak Ankara GATA'da, o yıllarda GATA'nın baştabibi olan doktor subayın şoförü olarak yaptım. O subay öyle bir insandı ki onu zaman zaman babamdan bile yakın gördüm. Ancak GATA nın özellikle sıhhiye ve hizmet bölüklerinde öyle insanlık dışı muameleler vardı ki anlatamam.

Örneğin sıhhiye bölüğünde yanlış hatırlamıyorsam lakabı Maho olan insan (insan bile diyemeyeceğim), asker çocukları odasında öyle bir döver, onlara öyle bir söverdi ki anlatmam imkansız. İnanın en acımasız bir insan bile, bir köpeğe, bir hayvana o denli dayak atamazdı. Odasına aldığı askerleri duvardan duvara çarpışı dışarıdan gümbürtülerle duyulurdu.

Ama ben burda suçun bir kısmını da ailelerde buluyorum. Vatandaş gönderiyor vatan borcu diye gözünden bile sakındığı yavrusunu, eti senin kemiği benim misali arayıp sormayı bırakıyor. Halbuki beş-on aile gitse ve o birliğin kapısına dayansa, çocuğuna sahip çıksa, bakın bakalım nasıl da yer yerinden oynuyor!

Neyse ki sevindirici olan son dönemlerde ülkemizde demokratikleşme ve hesap sorulabilme adına yaşanan gelişmeler... Artık yok öyle hem benim ödediğim vergilerle maaşları cebe indirip, hesap vermek zorunda olmadan namluları bana çevirmek, başına buyruk yaşamak ve vatandaşa tepeden aşağılıkmış gibi bakmak...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Demir Sopayla Dövülenler

2004-05 senelerinde (daha evvelini ve sonrasını bilemiyorum) Tuzla Özel Eğitim Merkezi Komutanlığı'nda, kampın genel yönetiminden sorumlu olan ve ihtimaldir ki şu an emekliliğini yaşayan Kıdemli Başçavuş C.C.'nin erlere çektirdiği zulmü buraya yazmak uzun zaman alacaktır.

Onun döneminde askerliğini yapan erler uzun dönem veya kısa dönem olarak kategorize edilebilecek şekilde ya geçici sakatlık yaşayacak denli ağır dayak yemiş ya da çok ağır hakarete ve küfre maruz kalmıştır. Uzun dönemlerin çok sert, çıplak şiddete; kısa dönemlerin küfre ve hakarete maruz kaldığını söylememe bilmem gerek var mı?

Kafasında telsiz kırılanlar; demir sopayla dövülerek sakatlananlar; şahsına, annesine çok ağır sövülenler... Gün geçtikçe alenileşen ve erler arasında mizah yoluyla tahammül edilebilir hale getirilmekten başka çıkar yolu olmayan bu şiddetin tanıklarını bulmak zor olmayacaktır. Ancak C.C. üstleri tarafından da hiçbir şekilde resmi soruşturmaya (en azından ilgili yıllarda) maruz kalmamıştır.

Söz konusu kampın "müşteri" profili ise hizmet sektöründe canı çıkana kadar çalıştırılan erler için ayrı bir şikayet faslıdır.

İsimsiz

Kaçakçılarla Dirsek Teması

Yıl 2008, Hatay Altınözü'nde bir hudut karakolu.

Astsubay S. ve Astsubay V. Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ndeki galibiyetini kutlamak için uzman çavuşlarla birlikte yaklaşık 1000'e yakın G3 mermisini havaya sıktılar.

O günlerde hudutta yüklü miktarda kaçak mal yakalanmıştı. Bu malları geri almak isteyen kaçakçılarla çatışmak zorunda kalan, çatışma esnasında da iki şarjör mermi kullanan askerler, aynı iki astsubay tarafından karakol bahçesinde feci bir şekilde dövüldü ve sülalelerine küfredildi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Yüzbaşının Kültür Coğrafyası

Ben 1957-2 tertip Tunceli-Hozat'ta askerlik yaptım.

Acemi askerdik. Eğitim sahasında iken çavuş geldi, "içinizde yabancı dil bilenler gelsin" dedi. Ben de gittim. Yüzbaşı bana sıra gelince sordu, "sen hangi dili biliyorsun" diye. Ben de "Arapça" dedim. "Ulan Arapça dil mi sayılır gerizekalı Arap uşağı" diye acayip dayak yedim.

Askerlik bitesiye yüzbaşı bana çok iş kesti.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker.

Ben Bunları Neden Yaptım?

Tunceli'nin Pertek ilçesinde bir dağ karakolunda askerliğimi jandarma olarak yaptım. Askerlik sürem boyunca bize sürekli ağır iş yaptırdılar. Anlamadığım bunu "vatani görev", "peygamber ocağı" gibi kalıplara sokup makul bir şey gibi göstermeleri.

1-Duvar İnşaatı: Karakolu çevreleyen taş duvarlarda kullanacağımız kayaları bir köyden traktörlere yüklerdik (önceki gece nöbetten çıkmışız; uykusuz ve hiç dinlenmemişiz; ayrıca ağustos sıcağı altındayız). Yükleme işlemi akşama kadar sürerdi. Sonra aynı gece tekrar nöbete çıkardık. Sonraki günlerde belli gruplar halinde duvar inşaatında çalışırdık. Sürekli koca koca taşları taşı, harç yap, el arabası ile harcı oradan oraya götür, getir... Duvar bitince karakol komutanı takdir aldı; böylelikle şark görevini daha kısa sürede bitirdi.

2- Denetlemeler (ya da denetleme ihtimalleri): Denetlemenin ihtimali bile kötüdür. Nöbetten çıkar ve gün boyunca mıntıka temizliği yaparsınız. Kesinlikle dinlenme yok. Karakol komutanı kışın alta giyilen içliğin bile çıkartılması emrini verir. Arazideki taşı toprağı bile abartısız süpürürsünüz. Paspas, kazma, kürek, süpürge elinizden düşmez. O kadar yorulursunuz ki... Sonra bir bakarsınız onca eziyet boşa... Gelen giden yok! Sadece ihtimal var; denetlenme ihtimali!

Fastfood'ta Kasiyerdim

Askerliğimi Isparta Eğirdir Dağ Komando Okulu'nda yaptım.

Kısa dönem er olarak fastfood kantininde kasiyer olarak hizmet ediyordum. Maalesef kaprisli subayların çaylarını jet hızıyla veremediğimden veya 25 kuruş olan bir bardak çay alıp 50 TL uzatan subayların para üstünü saniyenin onda birinde ödeyemediğimden çok kez azar yemişimdir.

Hakkımı helal etmiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ağaçları Hizaya Soktuk

Askerliğimi İstanbul Ümraniye’deki Hava Savunma Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı’nda yaptım. Bundan 7-8 sene önceydi. Sanırım okul bir kaç yıl sonra Konya'ya taşınmış. Anlatacağım olay sinirlerimi en çok bozan hatıralarımdandır ve her hatırladığımda beni vicdanen fazlaca rahatsız eder.

Bilenler bilir o bölge ormanlık arazidir ve uzun yıllardır askeriye toprakları olduğu için kocaman ağaçlar bile düzgün sıralıdır. Birgün şiddetli bir fırtınada bu ağaçların neredeyse üçte biri sağa sola devrilmiş ve ormanda çok kötü bir görüntü oluşmuştu. O gün de Kurban Bayramı arefesi idi ve birkaç paşa bayram tatili münasebetiyle tugaydaki av köşküne gelecekti. Biz de tugay komutanının emri ile devrilen tüm ağaçları ne yaptık biliyor musunuz?

Hayır, bilemediniz. Budamadık, doğramadık, taşımadık… Hepsini yerlerinden kaldırıp aynı yöne doğru yatırdık. Başka bir deyişle dirsek temas aralığı hizaya soktuk.

E ne yaparsın, her şey vatan için.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Anaların Cinselliği Üstüne Erkeksi Dersler

1998 yılında İzmit'te kısa dönem askerlik yaptım.

Bizim bölükten bir grup asker nöbete giderlerken bir onbaşı Gaziantepli bir çocuğun anasına, avradına, bacısına küfretmiş.O da silah doğrultup tetiğe basmış. Tüfek ateş almayınca diğer arkadaşlar üzerine atlayıp elinden almışlar.

Çocuğu karargah bölüğünde yanında iki askerle yüzbaşıyı beklerken gördüm. ”Niye yaptın, değer miydi?” dedim. Bana “ben anama bacıma küfrettirmem” dedi. Ben de “şimdi daha çok küfür yiyeceksin” dedim. Biraz sonra yüzbaşı geldi. Camekanlı bir odaya girdiler. Gizlenip izledim.

Yüzbaşı ana avrat küfürler ederek askeri dövmeye başladı. Kafasını duvarlara çarpıyordu. Çocuğun ağzı yüzü kan içinde kaldı. Yüzbaşı ömrümde duymadığım küfürler ediyordu. “Baban ananı gö...den s...miş, sen çıkmışın” gibi yakası açılmadık küfürler etti. Ana avrat dümdüz gitti.

Ertesi gün içtimaya o çocuk da geldi. Komutan hepimize nasihat etti: “N’olmuş lan anana küfür edince, anan si..miş mi oldu? Ne var bunda, komutan her gün bizim anamıza sövüyor, anamıza bir şey mi oluyor?” dedi.

Askeriyede Çalışmış Bir Kadının Gözünden

Ben bir bayanım. Öncelikle bu siteyi kuranlardan Allah razı olsun. Bu siteden haberim olalı 3 gün oldu, bütün yorumları ve hatıraları okudum. 20 yıl askeriyede çalışmış bir bayan olarak burada yazılan askerlik kabuslarına aynen katılıyorum. Bizler asker değildik, ama bizleri de adam yerine koymazlardı. Yorum sayfasındaki bazı kişiler çok fazlaca iyimserler, TSK'ya toz kondurmuyorlar.

Ben 20 yıl çalıştım. Bu süre zarfında 7 müdür değişti. İçlerinden sadece birisi gerçek bir subay idi. O da ne yaptı biliyor musunuz? Geldiği günden naklini istedi ve nakline kadarki 2 yıl boyunca aynen İngiltere kraliçesi gibi hiçbir şeye karışmadan sadece imza attı. Peki neden böyle yaptı? Kendisinden aktarayım, sendika temsilcisine söylediği şu: "Hangi taşı kaldırsam altından pislik fışkırıyor. Ben burada kalıp da iki dünyamı cehenneme çeviremem."

Allah aşkına, bu kadar açıktan yapılan yolsuzlukların, hırsızlıkların neyini savunalım? Tabii ki çok değerli subaylarımız var; fakat yukarda da gösterdiğim örnekte olduğu gibi sayıları az. Benim yakınım bir subay var, defalarca ceza yedi. Sebep? Erlere insan muamelesi yaptığı için.

İşte Hayaller Böyle Çalınıyor

Ege’nin miniminnacık bir kasabasındaki bir jandarma karakolunda askerliğimi yaptım.

Kendimi bildiğim günden bu yana, dindar bir ailenin çocuğu olduğum için gerçekleşmesi imkansız olsa da "büyüyünce asker-pilot olmak" gibi çalınmış bir hayalim vardı.

Bunun ne derece imkansız olduğunu görmemi sağlayan, görev yaptığım yerdeki karakol komutanının harici hard diskindeki "güvenlik soruşturmaları" klasöründen bahsetmek istiyorum. Kasaba halkından bir çocuk polis yahut asker olmak isterse, prosedür gereği bir de "güvenlik soruşturulması" yapılır. Bu görev de kasabadaki jandarma karakoluna düşer. Polislik için olan güvenlik soruşturması raporu özet bir şekilde “filanca şahsın milli, manevi, ailevi vs. yönlerden polislik görevini yapmasına engel olacak bir yönü görülmemiştir” şeklindeyken askerlik için olan 50-60 tane sorudan oluşan uzunca bir anket biçimindedir. Askeri liseye gitmek, uzman çavuşluğa başvurmak veya herhangi bir şekilde askeri personel olmak isteyen şahsın ailesi karakoldan bir-iki rütbeli tarafından ziyaret edilir ve bu anket doldurulur. Anketten hatırladığım birkaç soruyu buraya yazayım:

Sadece Rütbeliler Değil

23 yıl Silahlı Kuvvetler'de astsubay olarak görev yaptım. Ankara, Diyarbakır, Ege ve İstanbul’da görev yaptım. Emekli oldum ama halen eski askerlerimle telefonda görüşüyorum.

Sitede çıkan bütün yazıları üzülerek okudum ve inanıyorum ki büyük çoğunluğu doğrudur. Benim rütbeli şahısları korumak gibi bir amacım yok. Her meslek grubunda oldugu gibi, subay, astsubay ve uzman erbaşları arasında da insanlıktan nasibini ve aile terbiyesi almamış olanlar var. Ancak ben erlerin yaptıklarından da birkaç örnek vermek istiyorum.

Örnek 1: Er tuvaletlerinden çeşitli maddelerin çıktığına şahit oldum ama ''er tahini'' çıkınca sözün bittiği yerde olduğumuzu düşündüm.

Örnek 2: Erlerden biri tezkereye gitmeden bir önceki gece, silahlıktaki tüm mataraların içine işemişti.

Betoncu Komutan

1981 Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu.

2. Alay Tank Şoförü Okulu’nda acemiyim. Akşam içtimasında bölük nöbetçi amiri 1. Bölük astsubayı. Usta erler telaşla koşturuyorlar, “aman betoncu nöbetçi amiri” diye. Betoncu ne demek anlamıyoruz.

İçtima alınıyor, yedi kazıklı astsubay tabura dönüyor ve bombayı patlatıyor: “2.tabur hepinizin anasının a..ına beton dökerim, beni dinleyin len!”

Şerefli Türk askeri biz oluyoruz, bulunduğumuz yer peygamber ocağı ve ne yazık ki burası Türkiye.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İntiharla Mücadele

Manisa Batıkışla’da 2004 yılının sonuna doğru ya da 2005 yılının ilk aylarında bir er nöbetteyken intihar etti.

İntihar nedeni olarak tugay içerisinde bir takım söylentiler dolaşıyordu. Olayın nedeni hakkında kesin bir bilgiye sahip değilim. Ancak intihar eden ere nöbete çıktığı gün bölük komutanı tarafından çok ağır hakaretlerde bulunulduğu ve erin bunları hazmedeyerek intihar ettiği söylendi.

Olayın ardından albay tüm askerleri içtima alanında toplayarak herkesin yanındaki arkadaşını kollamasını, durumu şüpheli görülenlerin, psikolojik sorun yaşadığı düşünülenlerin komutanlara bildirilmesini istedi. Ama intihar eden erin bölük komutanı hakkındaki iddiaların peşine düşülmedi.

Bu arada Tugay Komutanı Tuğgeneral Sami Demirel'in örnek bir uygulaması oldu.Tugayın hemen hemen her yerine kendi mail adresinin bulunduğu bir bilgisayar çıktısını yapıştırttı. İsim soyisim belirtmek kaydıyla askerlerin yaşadıkları sorunları şikayetleri kendine yazmasını istiyor ve askerden bir mail aldığı zaman anında gerekeni yapıyordu. Hepsinden önemlisi de askere gerçekten insan gibi davranıyordu.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Erlere Börek Ziyafeti

2002 yılı, Kırkağaç.

Sabah kahvaltısına gidiyoruz. Tepsilerde börek görünce seviniyoruz haliyle. Elimize, el ayamızdan ufak bir parça börek ile yarım bardak soğuk çayı aldığımızda gülsek mi ağlasak mı karar veremiyoruz. İlk seferinde sadece bunları yiyoruz ve daha bir saat geçmeden ağır er eğitim programında sapır sapır dökülüyoruz.

Sonraki börek ziyafetinde ne mi yaptık dersiniz? Kışlanın yuvarlak ekmeği vardır, tek kişilik, bilirsiniz. İşte o ekmeğin içerisine adı börek olan ama börekle pek alakası olmayan nimeti koyup garip bir tost yaptık. Bitmesin diye dua ederek kıtır kıtır yedik. Allahımıza hamd olsun.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Üniforma Giymeden Vatandaş Olunmaz mı?

Gereksiz yere övgü cümleleri düzmeme gerek yok. Milliyetçi muhafazakar bir gelenekten geliyorum ve evet, ordu bizim gözbebeğimizdir falan filan… Tamam da kardeşim sizin rütbeleriniz neden bizi sizin karşınızda şahsiyetsizleştiriyor?

Bugün Türkiye’de askerlik hizmeti denilen şey kula kulluktur. Askeriye üniformayı üstünüze giydirdikten sonra sizi bir kurumun malı olarak gören bir zihniyettir. En ağır küfürlerden en insanlık dışı davranışlara biz neden maruz kalıyoruz?

Öyle bir gaddarlık mekanizması çalışıyor ki akıllara zarar… Hem eziyet ediyor hem de ettiği eziyetten dolayı ezileni suçluyor. Yani “ben seni aşağılıyorum, dövüyorum, sana köpek kadar değer vermiyorum ve bunun tek nedeni de sensin” demeye getiriyorlar.

Ve asıl çileyi, yükü bu tür sanal ya da kamusal platformlarda dertlerini dile getiremeyecek, hukuki kanallarla haklarını savunamayacak olan Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu başta olmak üzere bu ülkenin eğitim düzeyi görece düşük gençleri çekiyor. Topluma kanıksattırılmış olan askerlik geleneğinin heyecanıyla askeriyeye gelen bu gençler, birilerinin hizmetçisi olarak kullanılıyor. Ve dikkatinizi çekerim birkaç gün ya da hafta değil, aylarca ve hatta bir yılı aşkın bir süre, her gün...

Ne hakla yapıyorsunuz bunu diye sormak istiyorum. Kimse bize güvenlikle ilgili martaval okumasın. Askerliğin güvenlikle uzaktan yakından ilgisi yok. Askerlik hizmeti içtima adı altında çöp toplama, inşaat işleri yapma, tamir-bakım-onarım-boya-badana-saç/sakal traşı, terzilik, komutanların çocuklarına ücretsiz/bedelsiz özel ders, karılarına/kızlarına şoförlük, uşaklık, hamallık, bodyguardlık gibi işlerden ibaret.

Sürekli bir hizmet hali… Kime? Kendinize mi? Hayır! Ailenize, dostlarınıza, sevdiklerinize mi? Hayır! Kime? Vatana, millete…

Yahu paşam, siz misiniz vatan, siz misiniz millet?

Sigara Yedirdiler

Askerliğimi Çanakkale’de 2005 yılında yapmıştım.

Aslında bu yazacaklarım beni tekrar o kabus dolu günlere götürecek ama herkes bu gerçekleri bilmeli. İlk günlerde birlikte herkes komutanları çok sevmişti, fakat günler geçtikçe gerçek yüzleri ortaya çıktı. Dayaklar, küfürler, hakaretler gün geçtikçe artıyordu. Askeri cezaevinde yapılan işkenceleri bize tek tek anlatıp aba altından sopa gösteriyorlardı.

Psikolojim gittikçe bozuluyordu. Ben neredeyim, diyordum. Birgün komutana psikiyatriste gitmek istediğimi söyledim. Beni küfür ederek geri çevirdi.

Bir arkadaşımın psikolojik sorunları vardı, belliydi. Birgün çarşıya çıkacaktık. Komutan bizi yine tehdit ediyordu. O arkadaşımız da sigara yakmıştı. Komutan “sen nasıl benden izin almadan sigara içersin” dedi ve sigarayı söndürüp o arkadaşa yedirdi. Gittikçe kahroluyordum çaresizlikten.

Sonra sigara yiyen arkadaşımız hastaneye gitti ve şizofreni teşhisi koyuldu. Ama o arkadaşımıza neler yaptılar bir bilseniz.. Bu sigara yedirme olayına inanın 7-8 kez şahit oldum.

Çok şükür askerliğimi bitirdim ama etkisini üzerimden 2 yıl ilaç kullanarak attım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Kedi Nöbeti

Ağrı’nın bir ilçesinde görev yaptım.

Bir karakol komutanımız vardı, aslında iyi bir insandı ama dengesizdi. Yeni bir araba almıştı ve arabasını bölükte kimsenin gezemeyeceği kuytu bir köşeye park ederdi. Bölükte iki de köpek vardı. Bu köpekler gece gezer dolaşırlardı.

Birgün köpekler dışarda iken kedinin birini şıkıştırmışlar. Kedi de arabanın yanına kaçmış. Canını kurtarmak için kaputun üstüne çıkmış. E tabii köpekler de. Arabanın üstü pati izleri ve çiziklerle kaplanmış.

Karakol komutanı bunu gördüğü gibi çavuşları çağırdı ve ikisine birden okkalı birer tekme attı. Hem de karınlarına. Ondan sonra bütün bölük kedi nöbetine başladık; ama hak getire, kediyi bulamadık.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Çorap Yıkayıcısı

1991 yılında Tokat Gazi Osman Paşa Kışlası’nda, 2. bölükte acemi eğitimine başladım.

Daha ilk hafta gördüğüm manzara beni çıldırttı ama elden hiçbir şey gelmiyordu. Bir takım çavuşu tüm bölüğe köle gibi davranıyordu. Her akşam bir acemi ere kokmuş çoraplarını yıkatıyordu. Kimse de itiraz edemiyordu. İtiraz etse dayak hazırdı. Eğitim alanında süründürmeler de cabası. Bu çavuşun acemiliğini bilmem ama usta olduktan sonra hiç çorap yıkadığını zannetmiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

SBS Tercihi İçin Seferberlik

Askerliğimi Çorlu 105. Topçu Alayı'nda 321. kısa dönem olarak yaptım.

Birgün tam akşam yemeği için sıradayken "bütün kısa dönemler gelsin" dediler. Yüklediler bizi kamyona, tabur alanına götürdüler. Alaydaki bütün kısa dönem arkadaşlar orada... Bir rütbelinin elinde kağıtlar, sanki çok önemli bir şeymiş gibi isimlerimizi, mesleklerimizi okuyor. Meğer beyefendinin birinin oğlunun SBS sonuçları açıklanmış da tercih yapılacakmış.

Bütün ama bütün öğretmen, mali müşavir, avukat, işletmeci kim varsa koyun gibi topladılar, bu tercihleri yaptıracak adam aradılar. Akşam yemeğine gittiğimizde artık çok geç olmuştu. Merak etmeyin, bu iş için sivil hayatta kimse para almaz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerin Onuru Olmaz

Askerliğimi yedek subay olarak yaptım. Kışlada ani müdahale mangasında bazı astsubaylarla birlikte sırayla nöbet tutuyorduk. Yıl 2003.

Mangamıza sivil hayatta masörlük yapan Ankaralı bir asker katıldı. Nöbet tutan subay ve astsubaylar arasında kıdemli astsubay bir çavuş, her nöbet sırası geldiğinde o çocuğu çağırır, kendisine bir güzel masaj yaptırdıktan sonra, hakaret ve küfür eşliğinde askeri komaya sokacak kadar dayak atardı. Bu olay sürekli tekrarlanmasına rağmen çocuk içini saran korku sebebiyle ne bölük komutanına şikayette bulunuyordu ne de ailesine anlatabilecek gücü kendinde buluyordu.

Bu dayakçı astsubay başka birimde nöbetçi iken nöbet kulübesinde nöbet tutan başka bir askeri feci bir şekilde dövmüş. Bunun üzerine tarafımdan tutanak tutulup nöbetçi amire sunulmasına ve ertesi gün bu tutanağın birlik komutanının önüne gitmesine rağmen herhangi bir işlem gerçekleştirilmedi.

Aileleri tarafından elleri kınalı ve davul zurna eşliğinde asker ocağına gönderilen çocuklar subay ve astsubayların ayak işlerine koşturulan hizmetçiler gibi kullanılmaktadırlar. Üstelik bu büyük bir kandırmacayla yıllarca vatani görev olarak sunuldu. Kışlaya girip de onuru kırılmayan ve hakarete uğramayan asker yoktur. Bu bilinçli olarak yapılır; çünkü onuru alınmamış bir askerin yapılanlara tahammül etmesi imkansızdır. Ya onurundan olacak ya da üstlerine sıkacaktır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Benim Askerliğim İyi Geçti

Burada yazılanları okudukça "yahu ben başka ülkede mi askerlik yaptım" diye düşünüyorum.

Bizim kışlada pek yemek sorunu olmadı, sivilde bile yemediğim kadar lezzetli yemekler yedim. Her sabah 5'te banyo açılırdı. İstersen her sabah yıkan. Çamaşırlar haftada bir gün çamaşır makinasında yıkanırdı. İstediğimiz zaman kamuflajları yıkatabilirdik. Hastayım diyen revire giderdi. Durumu ciddiyse oradan hastaneye sevkedilirdi. Bir üsteğmen akşam yemeğindeki kurufasulyenin yanına kuru soğan istediğinde "soğan yok" dedim; ama bu yüzden hiç azar işitmedim.

Ama anlatıldığına göre benzer durumdaki arkadaşlarımıza neler neler yapılmış... Benim komutanım "namaz kılmak istersen gel odamda kıl" demiştir. Sonuçta her ortamda iyi insan da, kötüsü de oluyor. Demek bize genelde iyileri düşmüş. Ben bu arkadaşların yaşadığını yaşamadım. Ama şimdi yazılanları okuyunca nefret ettim o işkenceci komutanlardan. Bari bundan sonra bu işler düzelsin de oğullarımıza güzel bir gelecek bırakalım. Devletlerinden soğumasınlar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Hamaset Ayrı Ticaret Ayrı

Yer Tunceli. X Karakolu. Dağın başında. Etrafta birkaç ev var.

Karakolda yeni uzman olmuş rütbeliler sarhoş olana kadar içki içip dışarıda bağırıyorlar. İçkiyi köylüye getirtiyorlar. Köylü işbirlikçi, herkes biliyor; ama yine de getirtiyorlar.

Güya PKK'lıları çağırıyorlar karakola. Ellerindeki G3 ve Biksi silahlarla ateş ediyorlar ve nara ile "neredesiniz ulaaann o. çocukları" diye bağırışıyorlar. Biz de erler olarak düşünüyoruz, "acaba bu adamlar vurulsa şehit sayılır mı" diye.

Komutan aynı zamanda bizim karakolun kantin sorumlusuydu. Her şey helikopter ile gelirdi. Birgün bir vesile ile alaya indim. Ne göreyim, bizim kantin fiyatları buradakilerin neredeyse iki katı. Hemen oradaki astsubaya söyledim. Dedim: "Komutanım ben X karakolunda askerim, fakat buradaki fiyatlar ile bizim karakoldaki fiyatlar çok farklı. Acaba faaliyet (helikopter uçuşlarına faaliyet diyorduk) ile geldiği için mi?" "Ne alaka oğlum" dedi. "Ver o karakolun adını!" Verdim. Alaydan başka bir faaliyet ile karakola döndüm. Bir baktım fiyatlar normal. Hemen beni sorguya çektiler. Tabii ki yalan söyledim, "haberim yok" dedim.

Daha neler neler...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Boyna Asılan Levha

1996 yılında İskenderun’da kısa dönem asker iken yaşadığım ve hala unutamadığım bir olayı anlatmak istiyorum.

Haftasonu voleybol oynarken tugay karargahta nöbetçi olan bölük komutanımızı bir askeri tekme tokat döverek karargah binasından çıkardığını gördük. Yüzbaşı, askeri döve döve yaklaşık 60-70 kişinin bulunduğu spor alanındaki basket potasının altına getirdikten sonra yazıcıya “benim levhayı getir” diye seslendi. Yazıcı levhayı getirdi. Komutan onu askerin boynuna astı.

Levhadaki yazıyı görünce insanlığımdan utandım. Ne yazıyordu biliyor musunuz? “Ben ibneyim.” O askeri, levha boynunda 15 dakika kadar o kadar kişinin içinde bekletti. Asker ağladı. Bir şey yapamamanın ezikliğiyle ben de ağladım.

Böyle bir manzaranın Avrupa’daki bir orduda yaşanması halinde o yüzbaşının meslek hayatı biterdi. Belki kendisi şimdi general olmuş insan onuruna saygı göstermeyi öğrenmiştir.

Unutmadan söyleyeyim, askerin suçu karargah çay ocağının yanındaki merdivenin altında Tan benzeri bir gazete okumasıymış.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bir Üniformalı Gördüğümde Hala Geriliyorum

1996-97 yıllarında Edirne/Uzunköprü'de kısa dönem olarak yaptım askerliğimi. İnsan onurunun bu kadar ayaklar altına alındığını ilk defa görüyordum ve bunun adına vatan hizmeti diyorlardı.

Kendini insan üstü gören, ruh sağlığı erken yaşta bozulmuş, bencil, kendini oranın Tanrısı zanneden, acımasız, vicdansız, insani değerlerini yitirmiş, bölük komutanı bir kıdemli üsteğmen vardı. Biz kısa dönemleri ezmekten müthiş zevk alırdı. En ağır hakaretleri yapar, sürekli aşağılardı. Sanki koskoca devleti 3-5 tane gariban üniversite mezunu olarak bizler yönetiyormuşuz gibi, o zamanki ülke gündemindeki siyasi ya da ekonomik aksaklıkların hesabını bizden sorar, "işte siz sivil bürokratlar ülkeyi ne hale getirdiniz" diye bağırıp çağırırdı. Halbuki aramızdaki kısa dönemlerin birçoğu üniversiteyi yeni bitirmiş, işsiz güçsüz insanlardı. Aramızda bir tane kaymakam, bir tane hakim, bir de uyanık ve dişli bir avukat vardı. Bunlara asla dokunamıyordu; çünkü sivildeki konumları gereği bunların arkaları güçlüydü.

Gariban bir öğretmeni bölüğün önünde tokatlayışını ve öğretmenin çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlayışını bir türlü unutamadım. Annesi 1 ay önce ölen bir kısa döneme "anasını s.ğimin çocuğu" diye küfredişini ve kısa dönemin ağlayışını unutamadım.

Askeri Okul Alımları

2003 yılında kısa dönem çavuş olarak ismini vermek istemediğim bir astsubay okulunda askerliğimi yaptım.

Astsubay okulu olduğu için astsubay alımları, sınavları ve mülakatları burada yapılıyordu. Ben hukukçu olduğum için alımlarda görevlendirildim. Adaylar yanlarında sabıka kaydı getiriyorlardı ve ben inceliyordum. Askeri bir okul olduğu için kendi sabıka kayıtlarını getirmeleri normal. Normal olmayan şu: Adaylar birinci dereceden tüm akrabalarının sabıka kayıtlarını getirmek zorunda.

Bu bütün askeri okullarda böyle. Gelen adaylar zaten 17-18 yaşlarında oluyorlar ve %99'unun sabıka kaydı olmaz. Sonradan anladım ki asıl olan yakınlarının sabıka kayıtları. Yani adayın annesi babası falanca tarihte bir hata yaptıysa bu onun tüm ailesini etkiliyor, hatta bu suçunun cezasını da çekmesi yetmiyor çocuğu da cezalandırmaya devam ediyor. Yakını bir suç işlediyse bu o adaya söylenmiyor; ama mülakatta o aday kesin eleniyordu. Ancak adaya başka bir sebep uyduruluyordu.

Bize hukuk fakültesinde suçların ve cezaların şahsi olduğu öğretildi, bu en temel hukuk ilkelerinden biridir. Ama bizim askeriyemizde değil. Bu durum beni hep rahatsız etti, ama geçenlerde benzer bir olaydan dolayı askeri mahkeme, bir öğrencinin askeri okuldan atılamayacağına karar verince ümitlendim.

Askeri okula alınan öğrencileri seçerken uygulanan kriterlerin gözden geçirilmesi gerekir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Mutfaktaki Fazla Malzemenin Akıbeti

Erzurum'da 2001'de bir kışlanın mutfağında görevli askerdim.

Askeriyede bazı malzemeler gereğinden fazla gelirdi. Mesela yemekte revani varsa, aşçımız gönderilen şekerin hepsini tatlıya koymazdı, koyarsa revaninin yenemeyeceğini söylerdi. 50 kilogramlık şeker çuvallarını açıp sıcak suyun içine akıtırdık, şekerli su kanalizasyona karışırdı. Baharatların fazlasını, kurufasulye ve nohutun fazlasını geri gönderemediğimizden logara dökerdik. Bazen tıkanırdı. Haydi logara, pis kokuların içine bir asker insin, temizlesin.

Birgün 1000 adet yumurtaya acıyıp çöpe dökememiştik. Geri gönderdik. Hakkımızda tutanak tutulacak diye merakla bekledik, ama bir ses çıkmamıştı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Dağlara Yazı

1984 Yılı Nisan ayı.

Alay komutanın emri: Her yer boyanacak, her yer yenilenecek! Sebep: Mayıs'ta denetleme var. Ben sanatkardım. Yanıma 20 asker verdiler, Silvan'a bakan Koçaş Dağları'ndaki "At, Vur, Öğün- Ne Mutlu Türküm Diyene" yazılarını boyadık. Tam üç hafta uğraştık. Tüm alayı yenilemek için harcanan paranın, heba edilen milli servetin haddi hesabı yoktu.

Denetleme günü geldi çattı. Alayı denetleyecek olan komutan helikopterle geldi, gazinoda bir çay içti ve gitti. Yaklaşık iki ay gece gündüz çalışan biz askerlere ne bir takdir cümlesi, ne de bir teşekkür... Yok!

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İhaleyi Alanlar Belli

Askerliğimi 2001-2002'de Osmaniye'de İnşaat Takım Komutanlığı'nda yaptım ve memleketi nasıl soyduklarına gözlerimle şahit oldum.

Herifler kurmuşlar tezgahı. Kapalı zarf usulü gelen firmalar belli, herkes birbirini iyi biliyor. İhaleler belli firmalara gidiyor. İlginç olan, ihaleyi alan şirket bir haftadan fazla çalışmıyor; kalan işi bizim bölükteki usta askerler yapıyor.

Aslında suç sistemin; onları sistem böyle yapmaya zorluyor. Herifler ödenekleri düşmesin diye her sene aynı pilavı ısıtıp ısıtıp yediriyorlar devlete, olan bize oluyor.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Almanya'dan Gelen Harçlık

Ben de 24.11.1973 ile 24.7.1975 arasında askerlik yaptım. Acemi birliği İzmir/Narlıdere'deydi.

Askerlik yapmaya Almanya'dan Türkiye'ye gittim. Biz başçavuşa karşı sanki karşımızda ordu komutanı varmış gibi duruyoruz. Söylediği söze kesinlikle "komutanım şöyle de olabilir mi" deme hakkımız yok. En ufak aykırı sözde eşek sudan gelene kadar dayak yiyoruz. Birgün bana "git falanca askeri çağır, arabayı alsın gelsin" dedi. Beş dakika önce o arkadaşı çağırmıştım zaten, dedim ki "komutanım, çağırdım, yolda geliyor". Vay sen misin benim emrime karşı gelen, bir güzel dayak yedim hemen orada; sonra devamında koğuşta... Hani çizgiromanlarda olur ya, birine tokat atarlar, aynen öyle. Benim karın boşluğuma bir tokat attı, gözümün önünde yıldızlar uçuşmaya başladı.

Bana atılan dayak faslı 1974 Ağustos ayına (başçavuşun dağıtımı çıkana) kadar haftada iki-üç devam etti. Dağıtımdan sonra bu dayağın sebebi belli oldu. Babam Almanya'da olduğu için benim askerlik harçlığı Almanya'dan geliyordu. Param bankaya geldiği için parayı askeri postacı alamıyordu. Mesai saatinde ben bankaya gidip kendi paramı alıyordum. Meğer bu başçavuş askere gelen paranın bir kısmına geçici de olsa alıkoyarmış. Benim parama elkoyamadığı için beni haftada iki-üç dövermiş.

Ben bunu öğrendim; ama sekiz aylık dayaktan sonra.

İsimsiz, bize Almanya'dan ulaşan eski asker

Herkes Bir Alttakini Eziyordu

Ben Burdur'da 92 yıllarında bedelli askerlik yaptım. 56 gün, utanarak söylüyorum... Zaman az, fakat izlenimlerim çok fazla olmuştu.

Yurtdışında yaşıyorum. Sivilde imam olan bir çavuş yemek duasında "Allahımıza hamd olsun" dedi. Nöbetçi subay önce 3 sefer duayı kendi istediği haliyle tekrarlattı; sonra hızını alamadı, bir de dışarı cıkartıp çavuşu tokatladı. Bizler çavuş üzülüp kahrolmasın diye görmemezlikten geldik, ancak vicdanımızın gözünü kapatamadık.

Askerlikte anlamadığım herkesin bir alttakini ezmesiydi. Ezilen üste çıkınca o da alttakini ezmek istiyordu ve bu böyle gidiyordu. Bizlere fiili bir durum yapamıyorlardı; fakat Türkiye'den gelip de 18 ay askerlik yapanların başına gelenleri bizler görüyorduk.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bozuk Mayın Dedektörüyle Tarama

Üzerinden on yıl geçti; ama hala zaman zaman kendime soruyorum, neden yaptık diye. Herhalde rütbelinin şirreti PKK'nın mayınından daha tiksindiriciymiş diyorum.

Şırnak-Ortabağ operasyon taburunda her sabah bir takım askerle mayın taramasına çıkılırdı. Bir dönem bu görevi bozuk mayın dedektörü ile yaptık, hem de günlerce. Taburda bunu bilmeyen yoktu. Kimin canı o gün ölmek isterse, o öne geçerdi. Elde bozuk mayın dedektörü sallana sallana gidilir, gelinirdi.

Hadi bizler rütbelinin şirretinden sesimizi çıkaramadık, tıpış tıpış gittik. Peki onlar bizi böyle niye ve nasıl gönderebildi, hala anlamadım.

isimsiz, bize ulaşan eski asker

Babamın Paşa Tanıdığından Torpilliydim

Bu kadar haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayan askerlerin yaşadıklarını okuduktan sonra, benim yazıyor olmam belki insanları kızdırabilir; ama ben de torpilli biri olarak yazayım. Şahit olduklarımı anlatayım.

Kısa dönem olarak İstanbul Küçükyalı'da askerlik yaptım. Ayıptır söylemesi ama babamın paşa tanıdığından torpilliydim. Orada askerlik yapan kısa dönemlerin neredeyse tamamının olduğu gibi. Bunun yalan olduğunu söyleyenin alnını karışlarım. Albay çocuklarından paşa yeğenlerine herkes oradaydı.

Biz teslim olduktan 8-10 gün sonra bir eleman daha çıkıp gelmişti. Meğer onun torpili en yukarıdanmış. Dönemin genelkurmay başkanının yeğeninin yeğeniydi. Yani TSK'nın bir numaralı adamı bizim tertibin yengesinin dayısıydı

Paşa emir subayına, "rahat bir yere gönderin" diye emir vermiş. Emir subayı da bizim tertibi İzmir'e denizci yollamış. Bilen bilir, orası da kısa dönemlerin torpilli yerlerinden biridir. Teslim olduktan 1 hafta sonra, paşa (yani genelkurmay başkanı) telefonda yeğeniyle konuşurken, bizim tertibi sormuş. O da "İzmir'de, rahatı yerinde" demiş. Paşa, emir subayını çağırıp kızmış, "ne işi var denizcide, çabuk karacıya aldır" demiş. İşte bizim tertip de, bu emir üzerine, daha yemin etmeden eline bir yazı verilip, İstanbul'a bizim kışlaya yollanmıştı. Askerlikte yemin etmeden kışladan çıkılmaz falan derler. O da paşanın emrine kadar tabi.

Benim eleştirdiğim bizim tertip değil, sistem. Yoksa tertip iyi bir insandı. Sistem bu torpillere yıllardık açık.

Donlarınızı İndirin, Önünüze Bakarak Öksürün

1984 doğumluyum ve henüz askerlik yapmadım. Bu yıl yüksekokulu terk ettim ve askerlik için 2 yıl daha tecil etme hakkımı kullandım. İnşallah askere de gitmeyeceğim...

Bu sitede ve Taraf'ta çıkmış bir yazı vardı: "Bir asker bölük komutanının emriyle donu da çıkarttırılarak tamamen çıplak halde kalmış." Bunun bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum.

2005 yılında ilk defa askerlik için karar aldıracaktım. Askerlik şubesine gittim, orada bize yapılan muamele bundan farklı değildi. Muayene olmak için gelen 50 kadar aday vardı, evraklarımızı toparlayıp bizi araç hangarına götürdüler, sadece donumuz kalana kadar soyunmamız söylendi. İstenileni yaptık. Bir tane tabip subay geldi sağlık sorunumuz olup olmadığını sordu ve en son komutu verdi: "Donlarınızı dizinize kadar indirin ve s.kinize bakarak öksürmeye başlayın."

Binlerce Kez Pişman Oldum

1999 yılı, yer Siirt, 3. Komando Tugayı.

O dağ-taşta vatan için sırtımda 40 kg yükle gezdim; ama yapılanlar ve gördüklerim karşısında oraya gittiğime binlerce kez pişman oldum. Rütbelilerdeki g.t korkusu yüzünden karar alma iradelerinin olmadığını gördüm. Tek amaçlarının alınan OHAL parası ve tazminatlarla biraz daha servet yapmak olduğunu fark ettim.

Canımızı ortaya koymamıza rağmen köpeğe bile reva görülmeyecek iğrenç yerlerde yattık, yedik; ama rütbeliler gibi ordunun malını çalıp çırpmadık. Adam, operasyona gidecek askerin kumanyasından çalıp arabasının bagajında evine götürüyordu. Zehir zıkkım olsun! Bu tip rütbelilerde utanma falan kalmamış, reziller! İnşallah bunlar temizlenecek.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bulaşıkların Nasıl Yıkandığını Görseniz

323.kısa dönem askerliğimin acemi birliği Ağrı Merkez'de geçti. Yaşananlar tam bir rezaletti.

Su olmasına rağmen 28 gün boyunca yıkanamadık. Neden mi? Çünkü kaldığımız yer jandarmaya ait değilmiş ve biz jandarma olduğumuz için piyadelerin yerini kullanamazmışız. Bak sen!

İçerde bir camii var, üzerine talimat kağıdı asılmış. Saçmasapan şeyler yazıyor. Mesela namaza günde 3 vakit gelebilirsin, cemaatle namaz kılamazsın, külah takamazsın, şapkanı ters çeviremezsin, tesbih kullanamazsın...

Bulaşıkhanede pislik-kir had safhada. Bulaşıkların nasıl yıkandığını görseniz o bulaşıklarla değil yemek yemek, tabağa elinizi bile sürmezsiniz.

Tuvaletlerin içinin fırçalandığı o pis fırça ile elimizi yüzümüzü yıkadığımız lavabolar ve aynalar da fırçalanıyordu maalesef.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Faturanın Yüzde Kırkı Benim

Duyduğum bir olayı anlatmak istiyorum. Bir tanıdığım yaklaşık 9 sene önce Ankara'da askeri binalarda bulunan bazı cihazların bakım ve onarım işine girmek istemişti. Bir albayla aralarında beni tiksindiren bir görüşme geçmiş. Albay demiş ki: "İşi ister yap ister yapma, istersen milyon dolarlık fatura getir, faturanın yüzde kırkı benim."

Bu kadar büyük rüşvet üstlerden habersiz olamaz. Artık pisliğin boyunu siz düşünün.

İsimsiz

Küfrün Nesnesi: Kadınlar ve Hayvanlar

Askerliğimi 2005 yılında Isparta'da kısa dönem olarak yaptım. Bu dönemde şanlı ordumuzun subaylarından duyduğum veciz sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Eşeği s.ken osuruğuna katlanır.
Askerliğin anasını s.tiniz.
Sabaha kadar içen ben, seks yapan ben; a.ına koyayım hasta olan siz.
İnek şaban gibi say say bıktım, a.ına koyayım.
Bir arkadaşım çıkıp sizi s.ebilir miyim derse şaşırmayacağım a.ına koyayım.
Senin istediğin canım cennette, s.im a.cıkta olsun.

Bunlar tabi sadece aklımda kalanlar, üstlerin genel tavırları bu yönde. Yaptığımız askerliğin vatani bir görevden ziyade vatani bir eziyet olduğunu anladım. TSK nın bu yapısıyla savunma görevini yerine getireceğine inanmıyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Yakacak Odun Camiden

Ben Samsun'da askelik yaptım.

Camide namazları ben kıldırıyordum. Önceki komutan hem kafayı çeker hem de namaz kılardı. O emekli olunca yeni komutan ilk iş olarak camiye el attı. Camideki bütün kitapları şehirdeki başka bir camiye verdi. Mihrabı ve minberi önceki komutan lambiriden yaptırmış idi. Yeni komutan o minberi ve mihrabı bana keserle söktürdü; yakacak odun haline getirtti.

Daha neler neler...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bosna-Hersek Türk Barış Gücü

1994-1995 yılları arasında Bosna-Hersek Türk Barış Gücü Görev Kuvveti Komutanlığı'nda başçavuş olarak görev yaptım. Bu birliğin Ankara’da iki ay süren kurulması, Bosna Hersek’in Zenica şehrine taşınması ve burada devam eden faaliyetlerinde aktif olarak görev yaptım.

Zenica şehrine yerleştikten sonra ilk faaliyet olarak subay ve astsubay gazinoları ayrıldı. Çünkü subaylar bizlerle aynı ortamı solumaktan rahatsız oluyorlardı. Oysa bizim dışımızdaki tüm ülkelerin gazinoları ve yemekhaneleri tektir. Neyse, gazinolar ayrıldıktan sonra ilk iş olarak "Türkbar" adıyla sadece içki servisi yapılan bir de gazino kuruldu. Bir çok arkadaşımız orada alkol bağımlısı oldular. Kazandıkları paranın büyük bir kısmını Türkbar’da harcıyorlardı. Türkbar’dan sorumlu olan astsubay arkadaşın haftada 15-20 kasa şarap ve kolilerce bira satın almak için çarşıya çıktığını herkes biliyor. Peynir-ekmek gibi içki satılıyordu kışlada.

Hatta Türkbar’dan sorumlu bu arkadaşa içki satan Boşnak dükkan sahibi birgün şöyle demiş: “Tamam ben size içki satıp para kazanıyorum; ama biz sizleri Osmanlı’nın yadigarı asil bir milletin evlatları olarak görüyoruz. Ancak sizler geldiniz, 5 dolar olan fuhuş piyasasını 20-30 dolara çıkardınız. Haftada şu kadar içki satın alıyorsunuz. Sizin bu bir haftada satın aldığınız içkiyi biz bir ayda halka satamıyoruz.

Kürtlere ve Alevilere Dikkat

Iğdır/Gaziler taburunda İkinci Bölük, 95 senesi.

Bölgemizde pek sık çatışma olmazdı, ama çok hareketli bir bölgeydi. Birgün öğle vakitleri bölük alanında toplanmamızı istediler. Genelkurmaydan okunması için tüm bölüklere çok kısa bir bildiri gelmişti. Diyordu ki: "Teröristlerin içerisinde çoğunlukla Kürtler ve Aleviler var."

Ben Kürdüm. O an içimdeki acıyı kime ne şekilde anlatabilirim? O olaydan sonra kendimi çok fazla sorguladım ve askerliğin kutsallığına olan inancım hiç kalmadı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Köpek ve İnsan Mukayesesi

2009 yılında Suriye sınırında bir karakolda kısa dönem askerlik yaptım. Günlük dörder saatten sekiz saat sınır boyu nöbet tuttuktan sonra sekiz saat de karakolda hazır kıta olarak bekliyorduk. Karakol aracının bozulması yüzünden, üst düzey subayların ziyareti münasebetiyle, bazen de bilmediğimiz nedenlerden dolayı nöbetlerimiz birleşiyor, kışın ortasında 8 saat sınır boyunda dışarıda kalmak zorunda kalıyorduk. Görevimiz uçsuz bucaksız bir çölü gözetlemekti.

Bir devlet okulunda öğretmenim. Size askerdeyken hastalanan bir insanla bir köpeğin nasıl farklı muamele gördüklerine dair bir anımı anlatacağım. Benimle birlikte askerlik görevini gerçekleştiren 3 öğretmen arkadaşım daha vardı. Öğretmen arkadaşlarımdan birisi boğaz ağrısı çekmeye başladı. Bölük merkezine gittiğinde doktor yoktu, doktor yalnızca perşembe günleri geliyormuş. En yakın sivil merkez karakola 130 km uzaklıktaydı ve çarşı iznimiz 40 günde yalnızca 1 gün idi. Bir hafta sonra arkadaşımın boğazı oldukça kötüleşmişti. Sesi kısılmış, nefes alması zorlaşmıştı. Evli ve iki çocuğu vardı. Evden karakolu aradıklarında ailesinin endişelenmesini istemediğinden bize nöbette ya da işi var dedirttiriyordu. Bu arada nöbetlere çıkmaya devam ediyordu.

Asker Devletin Malı Bile Değil

2005 yılında Bitlis-Tatvan'da askerliğimi yaparken şahit olduğum bir olaydı, hala aklımdan çıkmaz. Çocuklarını doğduğundan itibaren iyi bir insan ve vatandaş yapmaya çalışan herkes için ibretlik bir olaydır.

Öğlen vaktinde nizamiye önünde dolaşan tuğgeneral her zamanki gibi çevreye keskin bakışlar sallayarak yürümekte idi. Nizamiyeye arkasını döndüğü vakit içeri girmekte olan araçtan üsteğmen indi, araç birden hızlandı ve garajın rampasını süratli bi şekilde tırmanıp stop etti.

Tuğgeneral büyük bir hışımla "buraya gel çabuk" diye askere bağırdı. Asker koşarak komutanın yanına geldi ve dayak faslı başladı. Tokat manyağına dönen asker dayanamayıp diz çökünce tuğgeneralin postallarından kurtulamadı. Botların burnu ile midesine aldığı darbe askeri iyice sersemletti.

Komutan (bağırarak): Rampayı neden hızlı çıkıyorsun?
Asker: Komutanım...
Komutan: O araç devletin malı!
Asker: Komutanım, gaz pedalı takıldı.
Komutan: Neden yaptırmadın?
asker : Yeni bakım yaptırdım.
Komutan: Yıkıl karşımdan!

Herkesin bildiği gibi askeriyedeki araçlar müzeliktir. Yürüdükleri bile mucize... Bu asker ne yapsın? Yolsuzluk yapıp hak yiyeceklerine önce araçları değiştirsinler. 2. Dünya Savaşı'ndan kalma Amerikan hibesi bir cipti.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bu Ülkenin Meselesi Düşen Yapraklar mı?

Bu siteyi görünce gerçeklerin açığa çıkması adına sevindim. Yer Malatya, 2. Kara Havacılık Alay Komutanlığı. 2008 Eylül-Kasım ayları.

Alay binasının onarımı için belli bir bedel karşılığı müteahhit firmaya iş verilmiş ve alay binası onarılmaya başlanmıştı. Ancak koca binanın onarımını yapan firmanın sadece bir-iki işçi çalıştırmasına şaşmamalı. Çünkü nasıl olsa karın tokluğuna bedavadan çalışan biz erler var. Ailem beni askerliğe değil meğerse amelelik yapmak için göndermiş oralara. Firmanın yapması gereken işleri sabah-akşam sürekli olarak niçin bizlere yaptırdılar? Tuğla mı taşımadım, inşaat artıklarını mı taşımadım? (Tabiî ki bunlar insan gücü ile hiçbir araç kullanılmadan yapılıyor).

Hele bir de Astsubay İ.D.'dan 25 kilogramlık çimento poşetlerini niye tek tek taşıdığımız bahane edilerek yediğimiz küfürlerin haddi hesabı yoktur. Bunları bölük komutanımız S. Üsteğmen'e ilettiğimizde öyle şeyler olabileceğini söylemesine şaşırmamalı... Kimi kime şikayet ediyorsunuz?

Unutamadığım ve hala hatırlamak istemediğim yüzlerce olay arasından birisini daha anlatayım. Ankara’dan alayı ziyarete paşa gelecekmiş. O zamanların Kara Havacılık Komutanı Tuğgenerali Tamer Büyükkantarcıoğlu, şimdi ne yapıyor bilmiyorum. Haftalar öncesinden hazırlıklara başladılar. Geleceği günün sabahı saat 2:30’da bütün alayı (yaklaşık 600 asker) kaldırıp sabaha kadar sonbahar ayının neticesinde yere düşen yaprakları temizlettikleri günü hiç unutmam. Zaten gece nöbetten gelmişiz, uykusuzuz.(Nöbet işi zaten ayrı bir olay). Neymiş? Paşa o yollardan geçip de yerde yaprak görürse çok kızarmış.

O paşa, o yoldan geçmedi bile.

Köpekler ve Yine Köpekler

Ben askerliğimi Ağrı Doğubeyazıt'ta 1. Mekanize Piyade Topçu Taburu 1. Batarya'da yaptım.

2. Batarya'da görev yapan A.C Üstteğmen yanında dolaştırdığı köpeği askerlere göstererek "siz bu köpekten daha değersizsiniz" derdi. Neden böyle söylediğini anlamazdık. Bizi "köpekler" diye yanına çağırırdı. Bir Türk rütbeli askerinin erlere böyle muamelede bulunmasını hiç anlayamadım. Herhalde bu üsteğmen bizi düşman askeri olarak görüyordu.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerdeki Zamanlarımı Asla Geri İstemiyorum

Hangi birini yazayım ki? 2002 yılında Şırnak'ta bir jandarma komando taburunda komando timinde askerliğimi yaptım. Burda yazılanlar gibi gördüğüm çok şey oldu. Ancak unutamadıklarım arasında kendi yaşadığım ve birkaç arkadaşın yaşadığı olaylar var.

Yardımcım olan kişiyle kavga ettim diye tim komutanı astsubay bizi tekme tokat dövdü. Haftalarca kulağımda vazelinli pamukla banyo yapıp ilaç kullandım. Sol kulağım herhangi bir sesi sanki önünde duvar varmış gibi derinden ve şırıltı ile duydu. Bu aylar sürdü, kullandığım onca ilaçtan sonra iyileşti. Ordaki tabip asteğmenlerden Allah razı olsun.

İkinci bir olay: Başçavuş, başka bölükten transfer olan bir şoföre içtima sırasında "Mercedes Unimog'u römorkla kullanabilir misin" diye sordu. Çocuk "kullanamam" dedi. Bunun üzerine öyle bir dayak yedi ki, acıyarak baktık ona. "Yazık" dedik. Kavgada bile bir kişiyi o şekilde öldüresiye dövemezsiniz. Dövdükten sonra başçavuşun şu sözü mide bulandırıcıydı: "Şimdi kullanırsın işte!" Sanki dayak ona römorkla araç kullanmayı öğretti.

Elindeki Kablo İle Vurmaya Başladı

Kıbrıs, Aslanköy, sene 1980.

Aslanköy Levazım Bölüğü'nde askerlik yaptım. Gece koğuş nöbetçisi idim. Nöbetçi Astsubay F.T geldi, "koğuş nöbetçisi, çabuk yatanlara kalk çek, ibneler uyansın" dedi. "Olmaz komutanım, nöbetten yeni geldiler" dememle bana elindeki kablo ile vurmaya başladı. Baktım ki sarhoş. Ellerini tuttum. "Ne yapıyorsunuz" derken koğuşa birlikte içtikleri iki tane asteğmen geldi.

Beni döverlerken nöbetçi amiri koğuşun önünden tesadüfen geçmekte imiş. Olaya müdahale edip bizi idareye götürdüler. İfade falan derken benim askerliğim bitti. Sivilde de ifadem devam etti. Nihayet suçsuzluğum kanıtlandı ve ben beraat ettim. Ama o nöbetçi astsubay ne ceza aldı bilmiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı