Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

25 Yıldır Aynı Kabus

Ben 63/2 tertip olarak 83-85 yıllarında askerliğimi Diyarbakır’da yaptım.

O günden beri Diyarbakır'dan tarafa dönüp yatmıyorum. Allah o günleri bir daha göstermesin. Halen rüyalarıma giriyor, beni tekrar tekrar askere götürüyorlar. Yalvarıyorum, ne olur bir araştırın ben askerliğimi yaptım, diyorum ama götürüyorlar. Aynı askerliği tekrar yapıyorum. Bitmesine birkaç gün kala geliyorlar, sen askerliğini yapmışsın hadi git, diyorlar. Tam giderken yolda tekrar yakalıyorlar, yanlışlık olmuş o sen değilmişsin, diyorlar ve tekrar götürüyorlar.

Ben yıllardır bu kabusu yaşıyorum. Şimdiki askerleri dinliyorum da biz asker falan değilmişiz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ben Aptalım

70/2 tertip olarak Sivas'ta acemi birliğimi yaptım. Çavuş eğitimi aldım.

Acemi birliği süresi içerisinde belli dönemlerde silah atışı yaptırırlar. Bölük olarak bizleri de atış alanına götürdüler. Çoğumuz hayatımızda ilk kez bir tüfeğin tetiğine dokunacaktık. Bir grup asker ön tarafa çıkarak nişan atışı için hazırlandılar. Bir arkadaş atış emri verilmeden ateş etti. Bunu gören çavuşlar kızdılar, ağza alınmayacak küfürler birbirini izledi. Ana avrat düz gittiler, iç organlarına bile küfrettiler. Ne dalak kaldı, ne ciğer, ne de böbrek.

Çavuşlardan biri elindeki keçeli kalemle arkadaşın alnına ''ben aptalım'' yazdı. Çavuşlar kendi aralarında kahkahalar atıyorlardı. Bununla da kalmadılar. Çavuş alnına yazı yazdığı ere soruyordu: "Sen nesin?" Erden alnına yazılanı sözlü olarak söylemesini istiyordu. Asker avazının çıktığı kadar bağırıyordu: “Ben aptalım, ben aptalım!” Çavuş defalarca sordu, er defalarca avazının çıktığı kadar bağırdı: "Ben aptalım, ben aptalım, ben aptalım."

Askerlik Yaptım Diyemiyorum

Yıl,2005; Edirne/Orhaniye 2. Hudut Bölüğü

Anlatacaklarıma başlamadan önce söylemek istediğim birkaç şey var. Babamın hastalığı yüzünden 2005 senesinde Avrupa'dan Türkiye'ye kesin dönüş yaptım. Geleli daha 2 hafta olmuştu. Askerlik görevimi herkes gibi 15 ay yapmak istediğim fikrini paylaştım ailemle ve onlar da bunun benim için en iyisi olacağını söylediler. Böylelikle hayatımın en kötü kabusu başlamış oldu...

Kabus diyorum çünkü Avrupa'dan henüz dönmüş ve orada dilediğim gibi rahat bir hayat sürmüştüm. O kadar rahat bir hayattan vazgeçerken askerlik görevini yerine getirmeyi gerçek manada istiyor ve bunu bir namus borcu gibi görüyordum. İşte bu bilinçle birliğime katılacağım günü düşünmek bana gerçekten heyecan ve mutuluk veriyordu.Ama ne yazık ki hiç bir şey umdugum gibi olmadı ve ben bir daha asla TSK'yı eskiden oldugu gibi sevemedim.

15 aylık çilem, acemi birliğim Antalya/Topçular'a teslim olduğum ilk andan itibaren başladı. İlk etapta 25-30 kişi kadardık. Çantalarımızın nasıl arandığını hiç unutamıyorum; sanki vatani görevini yapmak üzere gelen bir avuç insana değil de, tarihi eser kaçakçısına yapılan muameleydi bizimkisi. Otobüste sıkılmayayım diye yanıma mp3 çalar almıştım. Bölük astsubayının "oğlum yanına buzdolabı falan da alsaydın" şeklindeki kendince yapmaya çalıştığı espri ve sonrasında dakikalarca süren azarı, daha ilk günden sinirlerimi altüst etmeye yetmişti.

Saatlerce amfide yok yere bekledik. Ne çay verenimiz oldu ne de çorba... Bir yere ayrılmamız da yasaktı. Kantine gitmemize bile izin verilmedi; saatlerce aç ve susuz bekletildik. Bir yerden başka bir yere götürüp durdular.

Temizlenmeyen ve iki günde bir tıkanan tuvaletler; yüzlerce metre uzunluğundaki banyo sıraları; havasız koğuşlar; yıkanmamış, ter ve pislik kokan yatak ve çarşaflar... 60 kişilik koğuşlarda tam 130 kişi yatıyordu. Hatta bir keresinde astım hastası bir asker üst ranzada yatırıldığı için havasızlıktan vefat etti. Allah rahmet eylesin ve buna sebep olanları, bizlere o sıkıntıyı çektirenleri cezalandırsın inşallah.

Toplama Kampı

1990 senesinde Hakkari, Çukurca, Şemdinli ve Yüksekova'ya dağıtılmak üzere Jandarma Alay Komutanlığı'nda toplandık. Üzerimizde sivil elbiseler var ağustos ayı. Gündüz aşırı sıcak, gece dondurucu bir soğuk var.

O kadar kalabalığız ki ne doğru dürüst yemek yetiyor ne de yatacak yer var. Gündüz inşaatta amele gibi tekme-tokat yiyerek çalışıyoruz; gece ise tüm koridorlarda WC girişlerinde, yemekhanede; yani kısaca ayak basılan her yerde uyumaya çalışıyoruz. Yemekhanedeki masa üstleri ve sandalyelerde yer bulabilen çok şanslı. Yerlerde gazete kağıtlarının üzerinde yatıyor ve gece soğuktan tir tir titriyoruz. Valizlerimizi helikopter hangarına topladıkları için içlerinden üstümüze giyecek bir şey de alamıyoruz. Ben gece gizlice hangara girip valizlerin üzerinde yatmaya kalktım, 15 dakika dayanamadım. İçerde betonun üstünde yatmak daha sıcak.

Tam 10 gün bu şekilde bekletildik.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Hırsızlığın Binbir Çeşidi

Ben askerliğimi 2001-2003 yılları arasında Kırşehir’de yaptım.

Bulunduğum ilçe jandarma karakolunda o dönemin alay komutanı A.C idi. Görev yaptığım süre içerisinde çok şeye şahit oldum, bunlardan yalnızca birkaçından bahsedeceğim.

Gece devriyesine çıkan nöbetçi devriye subayı her akşam benzinciden alınması gereken mazot miktarının yarısı kadarını alır, diğer yarısını ertesi gün kendi arabasına koydururdu. Bu nedenle gece devriye atılması gereken yerlere gidilmez, bir çeşme başında saatlerce beklenirdi. Tabii biz arkadaşlarla dışarıda beklerdik, komutan ise arabada sevgilisiyle telefonda konuşarak saatlerce zaman harcardı. Bu arada köylerde hayvan hırsızlıkları olurdu.

Bir başka çarpıcı olay ise bir gece komutanın emriyle Tedaş’a ait elektrik direklerini çalmamızdı. Bu ahşap direkleri gece yolda durdurduğumuz bir kamyona yükleyip alaya, oradan da hızarcılara satmaya götürmüştük.

Karakola gelen ekmek ve bazı bakliyatları evine götüren komutanları da unutmamak lazım.

Ben askerlik sürem boyunca vatani görevimi yapmaya gittiğimi sanmıştım, ama öyle değildi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Eşinin Ayakları Yok mu?

Bu olay 2009 yılında Afyonkarahisar'da gerçekleşiyor.

Arkadaşımın eşi olan bir binbaşı bir evrak imzalatmak için M.C. adlı komutanın odasına çıkıyor. O esnada bir astsubay da çok rahatsızlanan eşini hastanaye götürebilmek için izin istemeye çalışıyormuş. Astsubayın aldığı cevap: "Eşinin ayakları yok mu?"

Bunu diyen ise her akşam eşi araba kullanmayı bilmiyor diye mesaiden devletin arabası ile erkenden ayrılan bir komutan.

İsimsiz

Sporcu Maaşımı Yemişler

1975 yılında Ankara/Etimesgut’ta "sporcu" olarak askerliğimi yaptım.

Spor kıtasında Türkiye’de ün yapmış isimler vardı. O dönemde bütün sporculara normal memur maaşı ödeniyordu. Bazı arkadaşlarımın bu maaşı düzenli olarak aldıklarını ancak geçen Ramazan’da bir araya gelip iftar yemeği yerken sohbet esnasında öğrendim. Lakin ben askerde maddi sıkıntı çektim ve hakkımı şu anda hayatta olan bir komutan yedi. Tabii ki hakkımı helal etmiyorum. Önümüze konulan belgeleri imzalıyor ne olduğunu anlamıyorduk. Normal asker maaşı olan 30 TL’yi aldığımızı zannediyorduk. Halbuki bugünkü rakamlarla 800-1000 TL kişi başı maaşımız varmış.

Aramızda milli sporcular da vardı. Onların harcırah ve yol paralarının komutanlar tarafından yendiğini de yeni öğrendim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Üniforma Giyince Hırsızlık Mübah

1981 yılında Foça Jandarma Komando Okulu’nda askerlik yaptım.

Askerliğimiz bitmek üzereydi. Her devre giderken bölüğe bir anı bırakmak isterdi. Bölük komutanımız İ. Hakkı Uysal da anı olarak eğitim alanımızın etrafına duvar örmemiz ve burçlar yaparak kale gibi bir görüntü vermemiz fikrini verdi. Devre arkadaşları ile oturduk konuştuk ne yapabiliriz diye. Duvar yapılabilirdi, gerekli eleman vardı. Bu uğurda 400 kişilik bölüğü kullanabilirdik. Taş, bölgede çoktu. Ama çimento sıkıntısı yaşayacaktık. O kadar çimentoyu bulmamız çok zordu.

Arkadaşlardan biri çarşıdan geldi ve heyecanlar içinde “size müjdem var arkadaşlar” dedi. Biz de nedir bu müjde diye ağzından çıkacak sözleri heyecanla dinledik. “Çarşıdan geliyorum, gördüm ki karayolları Foça girişine bir köprü yapacak, oraya bir kamyon çimento indirmişler” dedi. Hemen oturduk bir plan yaptık. Çimentolar ile bizim alay arasında sanırım iki kilometre bir mesafe vardı. Foça’nın arkalarından ıssızca gidilebilecek yer vardı. Planımız gece bölüğü kaldırıp birerli koldan gizlice tellerden çıkarıp Foça’ya sokmak, o çimentolara kadar birerli koldan götürmek, sonra da sessizce o çimentoları her bir erin sırtına verip alaya ulaştırmaktı.

Teğmenin Elinden Ölüm

Ne yazık ki “vatan hizmetinde” rütbelilerce anasına, avradına, namusuna, şerefine küfür edilen, hakaret edilen, canına kastedilen bir erin hiçbir şekilde haysiyetini ve kendini savunma şansı yoktur. Bir rütbeliyi bir diğer üst rütbeliye şikayete yeltendiğin zaman zaten yandın. Şu halde dışarıdan bakıldığında kutsal addedilen askerlik mesleği insanda şeref, haysiyet, onur bırakmayan, erlere uygulanan fiziksel ve psikolojik işkencelerle ele avuca sığmaz yiğitleri dahi süt dökmüş kediye döndüren, çoğu genci ruh hastası yapan, insan hak ve haysiyetini ayaklar altına alıp tepeleyen ve kişiyi kişiliksizleştiren tipik bir mekanizmadır.

Kendim zorunlu askerliği 1963/3 tertip olarak Diyarbakır/Silvan eski 14. Jandarma Alayı’nda yaptım. 12. bölük askeriydim.

Hemen yanımızda 10. ve 11. bölükler vardı. Komşu bölüklerdi bunlar. Sabahtan akşama dek yakın bölükler birbirimizi izlerdik hep. O dönemde 10. Bölük Komutanı Y. Teğmen vardı. Boyu askerlik standartlarından daha kısa, göbekli ve boru gibi ses tonu olan aşağılık kompleksi içinde biriydi.

Silvan’ın kışı da, yazı da çok çetin geçer. Ayazlı bir kış sabahı Y. Teğmen bölüğü yatırmış şınav çektiriyor. Kendisi de sayıyor: “Bir, iki, üç, dört…” Bu şekilde seksene dek sayardı. Çekemeyen erlerin sırtının ortasına çizmesiyle basar ve “şimdi çek lan o. çocuğu” diye başlardı işkenceye.

Bir keresinde Uşaklı bir er yığılıp kalmıştı şınav çekerken. Y. Teğmen belden yukarıya tamamen soyunmasını ve sürünmesini emretti ona. Er donmuş çamurların üzerinde sürünmeye başladı. Tırnakları kanıyordu. Göğsü kıpkırmızı kesilmişti. Bir müddet sonra tekrar yığılıp kaldı.

Eğlence İsimli Cinsel Şiddet

1965/4 tertip olarak askerliğimi Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı’nda yaptım.

Bize yaşatılan dayak ve aç bırakma gibi eziyetleri; bölük komutanının zavallı erlere zorla terlik, havlu vs. satma kepazeliklerini; araziden küreklerle çimleri itinayla söktürüp beş yüz metre ötedeki başka bir araziye istifletme ve ertesi gün aynı çimleri eski yerine ektirme eziyetini; bunların bize vatani görev açıklamasıyla yutturulmaya çalışılmasını geçiyorum.

Beni en çok etkileyen olay bizi ahırdan bozma bir sözde sinema salonunda para karşılığı toplayıp, sözde eğlence adı altında zavallı kadınları onca erkek arasında mahrem yerlerini göstermeye, bizleri de bunu seyretmeye zorlamalarıydı.

En ön sırada sözde protokol oluşturan subay ve astsubayların ağızlarını şapırdatarak “Aç! Aç! Aç!” diye bağırmalarını hayatım boyunca unutamayacağım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

En Büyük Tehdit

Yıl 2000. Bedelli askerlik görevi için gittiğim yer, Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı.

Tugayın sinema salonunda yaklaşık binbeşyüz kişi toplanmış. Konu: İç ve dış tehditler. Brifing veren yüzbaşı slayt gösterimi eşliğinde, Cumhuriyet'e birinci derecede tehdit oluşturan düşmanın Fethullah Gülen hareketi olduğunu açıklarken, PKK'yı binlerce kişiyi katletmemiş gibi ikinci tehdit olarak sundu.

Soru cevap kısmında YAŞ kararlarının niye yargıya taşınamadığını sorduğumda hali hazırdaki askerliğin edebini gösteren bir anlayışla "eşeği s.ken o.uruğuna katlanır" diyerek cevap verdi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Modifiye Araç Atölyesi

1974-1975 yıllarında Tuzla Piyade Okulu'nda askerlik yaptım.

Birgün başımızda bir başçavuş, 15 asker cento atış alanına gidiyoruz. Yabancı plakalı bir taksi kaza yapmış, anayolun kenarında duruyordu. Bunu gören başçavuş "arkadaşlar, taksi kaza yapmış ikinci kazaya sebebiyet vermeyelim, hep beraber yolun kenarına çekelim" dedi. Arabayı 20-25 metre içeri çektik ve atış alanına doğru devam ettik.

O gece kademe baş çavuşu eratları almış, kaza yapan taksinin başına gitmişler. Başçavuş, işe yarayan ne kadar parça varsa erata söktürmüş. Meğer bölükteki iki başçavuş hurda taksi almayı ticarete dökmüşler. Askeriyenin kademesinde nöbetçi oldukları geceler askerleri sabaha kadar kendi arabalarının işlerinde çalıştırıyorlardı. Eski arabaların bakımını bedavadan askeri malzeme ile yapıp yeniliyorlardı.

Bir de o zamanlar Kıbrıs Savaşı dönemi, ülkede benzin kıtlığı var. O iki astsubayın taksilerinin arkasında boş bidonlar vardı. Bidonlar sabah boş geliyordu akşam dolu olarak askeriyeden dışarı çıkıyordu. Dışarda benzini satıyorlardı. REO'larda [bir tür askeri kamyon] ne kadar mazot varsa hortum ile çek, sat!

Oh, ne ala memleket!

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Neden Önüme Geçtin Dayağı

1986/4 tertip olarak askerliğimi İzmir Narlıdere’de Karargah Bölüğü’nde yaptım.

Birgün arkadaşımla öğle yemeği için yemekhaneye giderken yağmur suyu birikintisinden hızla atlayan arkadaşım, başka bir birliğin astsubayının önünden geçmek zorunda kaldı. Astsubay "sen benim önümden nasıl geçersin saygısız asker" deyip arkadaşımı fenalaşana kadar tekme tokat dövdü. Sonra arkadaşı revire götürdük müdahalesi yapıldı.Kendi komutanlarımıza şikayette bulunmamıza rağmen astsubaya hiçbir ceza verilmedi.

Askerliğimi yazıcı olarak yaptım. Üç defa silah atışı yaptım, başka da yapmadım. Subaya, astsubaya hizmet ettim. Kendimi vatan görevi yapmış hissetmiyorum.

Bana göre bu çağda artık askerlik zorunlu olmaktan çıkarılıp gönüllü olmalıdır. Bütçenin büyük payı subaylara harcanıyor. Bu paralar ve bu insan gücü ekonomiye kazandırılmalıdır. Askerin saltanatı sınırlandırılmalıdır. Askeri yıpratmayalım lafı bana göre çok yersizdir. TSK içindeki pislikleri temizlemelidir. Ordu artık siyasetten elini çekmeli ve kendi işini yapmalıdır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Çalınanı Görmeyeceksin

Hikayemi çok kısa olarak ve detaylara girmeden yazacağım.

Yaklaşık 18 yıl önce Doğu Anadolu’daki bir ilimizde askeri fırında askerlik görevimi yaparken fırındaki ekmeklerin ve unların çalındığını gördüm. Bu durumu kolordu komutanımıza isimsiz ve imzasız mektupla bildirdim. Birkaç gün sonra kolordu komutanının emir subayı sabah içtimasında fırına geldi ve mektubu kimin yazdığını araştırmaya başladı. Teker teker bütün askerlerle görüştü, mektubu yazabilecek sekiz kişiyi ayırdı.

Ertesi gün ben de dahil sekiz kişiyi kolordu komutanının makamına götürdü. Makama çıkmadan önce yazı örneklerimizi aldı ve mektubu kimin yazdığını sordu. Dayak yeme korkusu ile yazdığımı söyleyemedim. Kolordu komutanının makamında kolordu komutanı tarafından sorguya çekildim ve şüpheler benim üzerimde yoğunlaştı. Kolordu Komutanı şikayet mektubunda sözü edilen konuları araştırmak yerine beni muhafız bölüğüne sürdü, bana en ağır makineli tüfeğin verilmesini ve en ağır eğitimin yaptırılmasını söyledi.

Ertesi gün fırından ayrılırken levazım yüzbaşımız beni çağırdı ve kendisinin görevli olduğu iki yıl içinde fırının her yıl 20 ton un açığı verdiğini, kendisinin korktuğu için bu işin üstüne gidemediğini söyledi ve beni tebrik ederek muhafız bölüğüne uğurladı.

Askeri fırınlarımızın ve para dönen bütün askeri dairelerin ve birliklerin denetlenmesi lazım diye düşünüyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Foseptik Çukurunu Besliyorduk

Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı, 1999 Marmara Depremi sonrası, 16. bölük, nam-ı diğer "sosyete bölüğü." Paşa torunu, falancanın oğlu, filancanın bir şeyi; etrafta bol bol terlik istirahatli, hatta traş istirahatli tipler. Diğer yanda yemekhaneden çaldığım 4 böreği arkadaşları ile paylaşan ben ve benim gibiler. Ayrımcılığın daniskasının yaşandığı bir yerdi.

İrmik helvasını oradaki sivil usta çok iyi yapardı. Birgün biraz daha istedim o helvadan. "Bas git lan, boşan da semerini ye!" Böyle dedi sorumlu astsubay. Ama birazdan bizi çağıracaksınız, kazanlar dolusu yemeği çöpe dökeceğiz. Umurunda mı ki?

Hava Sınıf Okulları, İzmir, 2000.

Malum olduğu üzere yemekhane temizliğine gidiyoruz akşamları. Dev kazanlarda pişen yemekleri foseptik çukuruna döküyoruz. Saatler sürüyor. 4 kazan var; herbiri 1,5 metre çapında. Her akşam Allahın nimetleri için şükretmesi gereken bizler o yarı suçluluk, yarı ihanet duygusu ile yaptık o işi. Doymak bilmeyen foseptik çukurunu besledik. İsrafın daniskası...

Bir Askerin Hayalkırıklığı

297. kısa dönem er olarak Yozgat'ta askerlik yaptım.

Yüksek lisans mezunuydum, işimi yeni kurmuştum. Etrafımdaki pek çok arkadaş bir şekilde askerlikten yırtmanın yollarını araştırıyor, hatta bir kısmı da buluyordu. Aslında onların aradıkları bahanelerden ikisi bende zaten mevcut idi, yani isteseydim sağlık nedenleriyle gitmeyebilirdim. Ama bunu vatanıma, milletime ve insanıma hakaret olarak algıladığım için kendi isteğimle gittim.

Buradaki pek çok insanın rahatsız olduğu zor eğitim şartları, komutanlar tarafından kullanılan küfürlü jargon, bulaşık yıkamak, tuvalet temizlemek gibi işler beni rahatsız etmedi. Her sabah gönüllü olarak nizamiye alay binası arasındaki yolun -ki göz önünde olduğu için kimsenin istemediği yerdir malum- mıntıka temizliğini yaptım (o çamlarda ne kadar çok kozalak olduğuna inanmak gerçekten zor). İstisnalar hariç olmak üzere hemen hergün 2 saat gece, 2 saat gündüz toplam 4 saat nöbet tuttum. Haftada bir gün bütün alayın bulaşıklarını bir arkadaşımla beraber yıkadık.

Eğitimler ve spor esnasında gücümün, takatimin kalmadığı zamanlarda emirlere karşı koymaz sadece dururdum. Örneğin bütün birlik şınav çekerken bir tek ben ayakta kalmaz, bahane üretmez, çekebildiğim kadar şınav çeker, çekemediğim yerde yüzükoyun yatardım. Komutanın iradesini ve otoritesini sorgular bir pozisyona girmezdim. Bunları salak ya da yalaka olduğum için değil, askerliğin mantığı gereği böyle olması gerektiğini düşündüğüm için yapıyordum. Sağlığım elverdiği ölçüde iyi bir askerdim yani.

Bir gece kısa dönem arkadaşlarımızdan biri kusarak ranzadan düştü.

Subayın Sicili mi, Askerin Hayatı mı?

Sene 1997, yer Hakkari Dağ ve Tugay Komutanlığı (şimdi tümen oldu sanırım). Hergün yazdığım onlarca olay, kaza, intihar raporundan birisi sadece:

Askerlerden birisi bir mazot tankını temizlerken zehirlenip ölmüş. E bu durumda ne yapılabilir? Ölen ölmüş, kimin umurunda ki… O sadece bir istatistiki bilgiden ibaret. Ona bu emri veren komutanın savunma yazısını okumak bile yetiyor konuyu anlamaya. Neymiş efendim, bu er “daha önce ben tamircide çalıştım, mazot kokusuna alışığım, ben temizlerim” demiş. Her şeye rağmen komutan “hayır” demiş; ama er emre itaat etmeyerek mazot tankını temizlemeye kalkmış ve ölmüş.

Sonuç: Er suçlu, komutan suçsuz. Eminim yastığa başını koyduğunda rahat rahat uyuyordur. Daha sonra kulağımıza gelen bilgilere göre erin ailesi son derece fakir. Babası da sanırım felçli. Eri suçlu çıkartmayıp şehit saysalar en azından ailesine bir tazminat ve maaş alma hakkı verilecek.

Ama tüm bunların ne önemi var? Bir Türk subayının sicili mi önemli yoksa istatistikten ibaret bir erin hayatı ve ailesi mi?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Asker Ziyaretçileri Fişlenirdi

2006'da askerliğimi Çanakkale'de denizci olarak yaptım. Aydınkapı olarak da tabir edilen yerdeydim.

İstihbarat daire başkanı hergün gelir nöbetçi komutandan bir kağıt teslim alırdı. O kağıtta şunlar yazardı: O gün gelen başörtülülerin ismi, saat kaçta geldikleri, başlarının kapatılış durumu, kime gittikleri ve kaçta askeriyeyi terk ettikleri. Bu fişleme değil de nedir?

Komutanlardan destek alan uzman çavuşlar kısa dönem askerlere her türlü eziyeti çektiriyorlardı. Gecenin dördünde çim sulamak, çay içmeleri için sıcak su getirmek gibi. Günde nerdeyse 10 saat ayakta bekliyorduk...

Bildiğim tek şey var, o da askere gitmeden askeriyenin değerli bir yer olduğunu sanırdım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İnsan Hakları Filan Anlamam

Trabzon Akçaabat'ta liseler arası maç vardı. Biz de jandarma olarak sözde güvenliği sağlamak üzere oraya gittik. Başımızda bir tane uzman, ben ve üç-dört asker vardık.

Maç yerine vardığımızda arabadan inecektik ki uzman çavuş "durun" dedi, "bir şey söyleyeceğim." "Ben insan hakları falan anlamam; eğer olay çıkarsa aranıza girip 'vurmayın' diyeceğim. Ben vurmayın dedikçe siz 'daha sert vurun' anlayacaksınız; bu bir emirdir". O an 20 yaşlarındaki tecrübesiz erler sevinmeye başladı.

Maç esnasında onları uzaklaştırıp konuştum. "Sizler tecrübesizsiniz. Çavuş bu durumunuzdan faydalanmak istiyor, hukuken kendini aklamak istiyor. Sakın ha uymayın, siz yanarsınız" dedim. Beni anlamış olacaklar ki "hocam bu durumda biz sana bakacağız" dediler. "Sen bize kaş-gözle anlat" dediler.

Herhangi bir olay çıkmamış olması bir şans olmakla birlikte bu küçük gibi görünen olay, aslında askerin yaklaşım tarzını görmek için yeterliydi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Terminatör Komutandan Küfürler

3 yıl önce Çanakkale 116. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda acemi askerliğimi yapıyordum.

RDM [Rehberlik-Danışmanlık Merkezi] diye tabir edilen "sorunlu, daha önceden eroin esrar vs. kullanmış, psikolojik tedavi görmüş, vücudunda dövme olan, kesik izi olan, yara izi olan ve herhangi bir sebepten hapis yatmış olan (sonunda beraat etmiş olsa da) kişilerin askerlik yaptığı bölükte acemilik dönemim geçti.

Sonradan öğrendim ki o bölükte görevli rütbelilerin neredeyse tamamı Doğu’da görev alıp psikolojisi bozulmuş ve "psikopatlaşmış" askerlermiş. Nitekim askerlere muamelelerine bakılınca Yunan askerinin eline esir düşmüş gibi hissediyorsunuz.

Anlatılacak o kadar çok şey var ki…

Birgün askerler hafta sonu çarşı iznine çıkacaktı. Komutan uyardı, hırsızlık yapmayın, kavga etmeyin, onun bunun karısına kızına sarkmayın vs. Ama bunu derken en aşağılık küfürlerle daha suç işlemeden hakaret etti askerlere.

Psikolojisi daha ilk günden bozulmuş askerlerin bazısı çarşı dönüşü hafif alkollü geldiler.

Tebdil-i Kıyafet Albay

1975/4 tertip askerdim, 1996 yılıydı. Yer Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvetleri.

Depo kantin sorumlusuydum. Birgün depodayım. İçeriye sivil giyimli olarak girdi, hiçbirşey demeden depoyu gezdi, tam çıkarken “beni tanıdın mı” dedi. Bana sırtı dönüktü. Ben de “hayır” deyince ansızın elinin tersi ile yüzüme vurup gitti.

Depo sorumlusu astsubaya olanarı anlattım. ”Tarif et nasıl biri” dedi. Ben de tarif ettim. “Yeni gelen albay o” dedi. İt yeni gelmiş bir de sivil giyinmiş, onu tanımadığım için dayak yiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

"Siz İnsan Değil Askersiniz"

87/2 olarak Ankara'da askerlik yaptım. 28. Mekanize Tugay'da asker olarak bulunanlar beni anlayacaktır. Birine beddua etmek için "4. Kolordu Komutanlığı'na düşsün" de, yeter. Biz askere gitmeden önce vatanımızı, bayrağımızı, askerimizi daha çok seviyorduk. Onlara toz kondurmazdık. Gel gör ki işin aslı öyle değilmiş.

Biz Ankara'dayken "siz insan değil, askersiniz; ayağınızdaki postalı sizin g.tünüze sokarım; siz o botlar kadar bile etmezsiniz" nidaları ile "eğitim" görüp, askerlik haricinde her şeyi yaptıktan sonra Kosova'ya gönderildik.

Asker içecek su bulamazken komutanlar bizim bulamadığımız o suları yine bize taşıttırır, evlerine götürürlerdi. Biz yine susuz kalırdık.

4 dil bilen bir arkadaşı sırtında dövme var diye yurtdışına göndermediler. "Sana ne be adam, 4 dil biliyor işte" diye itiraz edemiyorsun.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Vatan Sağolsun Dedim, Borçlu Çıktım

89/3 tertip olarak Denizli'de yaptım.

Usta birliğine teslim oldum. Aynı gece bölük astsubayı "bu araç senin" dedi, "imzala!" "Emredersin komutanım!" 40 değişik malzeme zimmetlemişler bana o imzayla. Olsun, vatan borcu ya... Terhis olacağım zaman şu eksik-bu eksik diyerek başka bir astsubaya yönlendirdiler beni. İyi bir para vermek zorunda kalmıştım.

Şimdi oğlum var, askerlik çağı yaklaşıyor. Bir çözüm bulmam lazım göndermemek için. Vatan sağolsun diyemeyeceğim artık.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Astın Hukukuna Riayet Edilmedi

Askerlik yapan herkesin kulağına en az bir kere şu slogan çalınmıştır: "Askerlik üstün emirlerine itaat, astın hukukuna riayet etmektir." Askerde bunun da binlerce askeri mavaldan biri olduğuna üzülerek şahit oldum. Askerliğimi Gaziantep'te bulunan 5.Zırhlı Tugay da kısa dönem olarak yaptım.

Biz gittiğimiz dönem itibari ile kuvvet denetlemesi geçirmek durumunda kaldık. Bilenler bilir gerçekten askerlik yapanların başına gelebilecek en kötü denetlemelerden biridir. Bu denetlemelere yaklaşılırken kısa dönemler olarak bilgisayar ve yazı işlerinden anladığımız için bölük yazıhanelerinde gece geç saatlere kadar çalıştırılır, ertesi sabah 5:30'da kalkıp gündüz mesaisine devam ederdik. Bu arada üzerinde "çok gizli" ibareleri bulunan ve görmemizi bırakın varlığından haberdar olmamızın bile muhtemelen yasak olduğu belgeler ve haritaları kaç kere düzenledim onu bilmiyorum bile. Hem normalde kendilerinin düzenli olarak senelerdir tutmaları gereken (ama tutmadıkları) evrakları bizlere tuttururlar, hem de sabaha aynen vazife yapmamızı beklerlerdi.

Bir keresinde 2:30-4:30 nöbetim vardı. Nöbetçi uzman çavuş tam yatmak üzereyken beni çağırttırdı. Yanına gittiğimde yapılması gereken evrak işleri olduğunu söyledi, ben de kendisine nöbetim olduğunu izah ettim, en azından nöbetimi paraflatmasını istirham ettim. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi hiç oralı bile olmadı ve ben hem gece 2:30'kadar evrak işleriyle uğraştım hem de 2:30-4:30 nöbetine gittim. İlk ve son defa birlikte nöbet tuttuğumuz arkadaşı soteye dikerek o nöbette uyudum ve hiç de pişman değilim... 4:30 da nöbet bitti, zaten koğuşa ulaşana kadar saat 5 olmuştu. 5:30'da da tekrar kalkıp mesai yaptım o gün.

Vanlı Askerlere Marş Dayağı

1998 yılında Antalya'da askerliğe başladım. Daha ilk haftamda beni teğmen ve üsteğmenin habercisi yapmışlardı.

Birgün öğle yemeği sırasında Samsunlu bir çocuk geldi teğmenin yanına. Öyle bir gür sesle tekmil verdi ki sanırsınız haçlı ordusu denizden çıkartma yapacak. Ardından teğmene dedi ki: "Komutanım bölükte iki Vanlı asker var, bunlar İstiklal Marşı'nı okumuyorlar ve yemekhanedeki yemeği yemiyorlar." Ardından teğmen: "Hemen buraya getir onları!" dedi. 5 dakika sonra Samsunlu yanında bu iki gariban çocukla geldi. Diğer tüm askerler gibi onlar da acınası bir durumdaydılar; ama bunların durumu farklıydı: Acıları yüzlerindeydi resmen. "Biz nereye geldik, toplama kampında mıyız?" edası vardı çocuklarda.

Teğmen: "Yemekhanedeki yemekleri yemiyormuşsunuz! İstiklal Marşı'nı da okumuyormuşsunuz, doğru mu lan?" diye sordu. Çocuklar cevap vermeye başlamadan teğmen "siz vatan haini misiniz lan şerefsizler" diyerek öyle bir tekme atmaya başladı ki çocuklara... Tam bacaklarını, kaval kemiklerini, o ucu demirli botlarıyla tekmeliyordu. Çocukların kemiklerinden gelen sesler hala kulaklarımda, o sesi unutamıyorum.

Çocuklar "komtanim, biz marşi bilmiyor, bilmiyor!" diye cevap vermeye çalışıyorlardı. Belli ki okul falan okumamışlardı. Tertemiz kalmışlardı yani. Ama bu durumu "cahil" olarak adlandırıyorlardı askerde. Buna rağmen teğmen hala tekmeliyordu askerlerin bacaklarını. Çocuklar yere yığılmışlardı. Samsunlu işgüzar dalkavuk asker de olayı gururla izliyordu.

Ordunun Önceliği Nedir?

Ben askerliğimi 1976/4 tertip Hakkari Çukurca'da yaptım. Keşke yapmaz olaydım. Kısa ve öz söylüyorum: Askeriye PKK'dan daha tehlikeli; çünkü askerin köpek kadar değeri yok onlar için. Bizler birer köpeğiz; hatta o bile değiliz, çünkü albayın köpeği bile kızarmış et yerdi, biz yiyemezdik.

Gittiğimin ilk ayı araçlarımız asker taşıyordu ve pusuya düştü. Canımızı zor kurtardık ve bölüğe döndük. Yüzbaşının sorduğu soru (içler acısı): "Araçları niye yolun ortasında bıraktınız!" Demedi ki "canlarınıza bir şey olmadı". Adam araçları düşündü.

Yazık... Bu topraklar için canımız feda, hep bizi burdan yakalıyorlar. Derler peygamber ocağı; sakın inanmayın.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ağaç Yanacağına Asker Yansın

Askerliği kısa dönem olarak 2007'de Çorlu 105'inci Topçu Alayı'nda yaptım.

Acemiliğin ilk haftasının sonunda acemiler çarşı iznine gidemediği için sabah içtimasından sonra eşofmanları giymemize izin verilmişti. Öğleden sonra aniden bizi topladılar. Havaalanının yanındaki ormanda yangın çıkmış. "Herkes kazma-kürek ne bulursa alsın ve kamyonlara binsin" dediler. 15-20 dakikalık yolculuktan sonra yangın alanına yaklaşıp araçlardan indik. Hava çok rüzgarlıydı ve üzerimizde ordunun dağıttığı (en adisinden) polyester eşofmanlar vardı. Sorumlu yüzbaşı eşofmanların tutuşabileceğini öngörmüş ve acemilerin yangına müdahale etmemesini emretmişti. Yanındaki üsteğmen ise söyledikleriyle bize bakışını ilk haftamızda belli etti: "Komutanım ağaç yanacağına asker yansın!"

Bunu söylerken bilmediği arkadaşlarımızdan birinin 2. Ordu Komutanı Hasan Iğsız'ın yeğeni olduğu ve onun başına bir şey gelmesi halinde hayatının kararacağı idi. Neyseki yüzbaşı acemileri birliğe geri gönderdi de yanma tehlikesinden kurtulmuş olduk.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Benim Hatırladıklarım Sadece Güzel Olanlar

Ben askerliğimi 2005 yılında tamamladım. 303. kısa dönem olarak Burdur Er Eğitim Alay Komutanlığı'nda acemi birliğini ve Kıbrıs Güzelyurt Alay Komutanlığı'nda usta birliğini geçirdim.

Sitedeki yazıların çoğunu okudum. Benim hikayem biraz daha pembe olacak. En azından benim hatırladıklarım sadece güzel olanlar. Acemi birliğinden sonra Kıbrıs’a dağıtımımız yapıldı. Tümen komutanlığına teslim olduk. Üst devreler altlarına gözlerimizin önünde zulüm ediyorlardı. Çok ciddi devrecilik vardı. Bana mı rastladı bilmiyorum; fakat karşılaştığım bütün komutanlar şeker gibiydi. (Mutlaka bir-iki tane dengesiz çıkmıştır.) Hatta benim Alay Komutanlığına gitmemi öneren bir yüzbaşıyı hiç unutamam.

Alaya gittiğimde askerler beni dışladılar. Ben de pek kucaklaşmak istemedim zaten. Fakat iki tane kısa dönem bana kardeş gibi davrandı. Hatta bir tanesi bana eşofmanını verdi. “Abi, sen de senden sonrakine verirsin” demişti. Öyle de yaptım.

Alayın telsiz odasında görevliydim ve istihbarat binbaşısına bağlıydım. Her gün bana nasihatlerle dolu nutuklar çeker; fakat güzel ve akıcı Türkçesi ile kendini dinletirdi. Beni de dinlerdi. Odaya girdiğinizde mutlaka yüzünüze bakar ve ufak bir tebessümle karşılardı sizi. Kimseye sesini yükselttiğini görmedim askerliğim süresince.

Alay Komutanımız ise hepsinden öte bir baba gibiydi.

İlaç Yolsuzluğu

Ben 87/2 olarak Hozat'ta askerliğimi yaptım. Revirde görevliydim, askerliğim boyunca da hep revirde kaldım.

Rütbeli komutanlara bazen elden ilaç verildiği için eczanede açık çıkıyordu. Askerlere bakan komutan da bu ilaçları askerlere yazıyor ve eksikleri tamamlıyordu. Buraya kadar her şey normaldi. Ta ki biz arkadaşlar bu işi anlayana kadar. Bir ilaç vardı, Enfexia 500 mg diye... Bu ilaç 55 TL idi ve biz hergün bu ilaçtan ortalama 55-60 arası yazıyorduk. Meğer bizim uyanık komutan bunları topluyor ve sonra satıyormuş. Biz bu komutanı revirden attırdık. Sonra gelmek için çok uğraştı ama ben o sırada tezkeremi almıştım.

Askerlik öyle bir şey ki her şeyle karşılaşmak normaldir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bozuk Kamyonlara Makyaj

Askerlikte sadece dış görünüş önemliydi. İşin içi ve özü ise boştu ve koftu. Küçük bir örnek: Denetlemelerde 40-50 yıllık kamyonların lastikleri bot boyasıyla boyanır, kaportası ise cilalarla parlatılırdı. Halbuki kamyonlar bozuktu. Hurda yığını idiler.

Her şeye rağmen askerlik güzeldi. Severek gittiğim askerlikten ağlayarak terhis oldum. Mümkün olsa yıllarca orada kalabilirdim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Sağlık Raporu Tutarsızlığı

Burada yazmak istediklerim genele kıyasla biraz farklı. Ben 2004 yılında uzman jandarma yazılı sınavında neredeyse derece yapmış, fiziksel yeterlilik (spor) sınavını hiç zorlanmadan geçmiş, bu alanlarda başarılı sayıldığım için mülakata çağrılıp olumlu rapor almış ve eğitim için kayıt yaptırmaya hak kazanmış biriyim.

Uzman Jandarma Okulu'na kayıttan önce almam gereken sağlık raporunu ise ne yazık ki alamadım. Buraya kadar her şey normal. Neticede fiziksel olarak bazı yeterlilikleri ön şart olarak belirleyen tek kurum TSK değil. Tuhaf olan, sağlık raporunu almamı engelleyen rahasızlığımın "L5 bilateral sakralize" olması. Sizi fazla teknik terime boğmadan olanları kısaca özetlemek isterim:

Bu rahatsızlık halk arasında "bel boşluğu" olarak bilinir ve büyük çoğunlukla doğuştan gelir. Omurganın tümünde görülen bir kusur değildir. Sadece bazı disklerin arasındaki standart boşluktan biraz fazlasına sahip olmanız anlamına gelir. Bu da en fazla -ortopedi uzmanı değilim ama- 'fıtık olma' ihtimalinizi ilerleyen yaşlarda biraz daha arttırır. Ancak bu durum kesin fıtık olacağınız anlamına gelmez. (Şu klasik örneği vermeden geçemeyeceğim: akciğer kanseri olanların çok büyük bir bölümü sigara kullanıcılarıdır ancak her sigara içen akciğer kanseri olmaz.)

Sadede gelmem gerektiğini biliyorum. Neticede sağlık raporu alamadım -şimdi düşünüyorum da iyi ki de alamamışım- ve haliyle uzman jandarma olamadım. Şimdi sıkı durun. Uzman jandarma olmaya gelince kusurlu olan zavallı bedenim, Genelkurmay'ın gözünde 15 ay boyunca askerlik yapmama engel değilmiş meğer. Alamadığım sağlık raporundan hemen sonra Keşan'da 84/4 tertip olarak askerliğimi tamamladım.

Nasıl mı?

Komutan Eşinden Tokat

Halen Van'a bağlı bir ilçede kısa dönem askerim. Hangisini anlatayım ki?

Okula komutan çocuklarını getirip götürürken meydana gelen 5 dakikalık zorunlu gecikmemizden dolayı öğretmen olarak çalışan komutan eşlerinden birinin kısa dönem bir arkadaşıma tokat atmasını mı? Koca bölüğün önünde kendini kaybeden komutanın ana avrat küfür etmesini mi? Aynı komutanın terlikle içtimaya katılan askerlere taburun önünde tekme tokat dalmasını mı? Hangisini anlatayım? Yediğimiz yemeklerin yıllardır buzdolaplarında bekletildiğini mi?

Bizim askeriye bizim değil arkadaşlar maalesef. Ama düzeleceğini ümit ederim ümidim olmasa da...

İsimsiz, bize ulaşan asker

Fazla Gelen Mazot Delik Bidonlara Boşaltılırdı

Takım komutanı tankçı asteğmen olarak 1987’de Trakya’nın küçük bir ilçesinde vatani vazifemi yaptım.

Anlatmak istediğim olay yapılan akıl almaz israflarla ilgili. Her salı tugaya yakıt almak için bir benzin, bir de mazot tankeri gider, yakıt alır ve gelir. Tank ve tekerlekli araçlara yakıtları doldurulur. Artan yakıt yeraltı tankına, daha da artarsa bildiğimiz bidonlara doldurulur. Bazen hava muhalefeti gibi sebeplerden dolayı tatbikat ve diğer faaliyetler yapılmaz, dolayısıyla yakıt tüketimi de olmaz. Ama her salı bizim tankerler gider, yakıtı alır gelir ve dediğim yerlere boşaltılır.

Birgün yakıt işiyle uğraşan askerlere harcamadığımız halde yakıtlara ne olduğunu sordum. Aldığım cevap çok korkunçtu. Yeraltı tankından artan yakıtı delik deşik olmuş bidonlara boşaltıyorlarmış. “Biz üstten dolduruyoruz, alttan boşalıyor komutanım” sözünü hala unutamam.

Yakıt getiren başçavuşa durumu açtım. Verdiği cevap çok iğrençti: “Asteğmenim sen bu işleri bilmezsin, biz istihkakımız olan bu yakıtı her hafta almazsak bizi divan-ı harbe verirler”.

Psikiyatri Koğuşuna Kapatılanlar

2004 yılında askerlik hizmetinden muaf tutulmak için "gay raporu" almak üzere Haydarpaşa GATA'da bir hafta, onların söylemiyle "misafir" edildim. "İstemeyiz ama verirsen işler daha da kolaylaşır" dedikleri için ilişki anında çekilmiş fotoğraflarımı sunmama rağmen yatırıldım psikiyatri servisine.

Psikiyatr yüzü gördüğüm maksimum yarım saatlik görüşme dışında orada tutulma sebebimi anlayamadım. Bariz bir "gayler koğuşu" oluşturulmuştu. Aramızda gay olmayan zararsız bir arkadaş da vardı. Kişilik bölünmesi olduğu iddiasıyla oradaydı. Asker ocağındaki hayatı yılları aşmıştı; ama hala salıverilmemişti. Hemşireler sadece ona hap getiriyorlardı. Biz hiç bir şekilde medikasyona tabi tutulmadık ama oradan çıktığım gün ayakta durmakta zorlanıyordum. Artık yemeklere mi bir şey kattılar bilemeyeceğim.

Asıl hikaye şimdi geliyor:

Mavi pijamalar içinde, asker kordonu altındaki bahçede oyalanırken bize "çabuk içeri!" dendi. Meğer "tehlikeli" hasta/tutukluların bahçe vakti gelmiş. Kimi intihara kalkıştığı, kimi psikolojik dengesi bozuk olduğu için demir parmaklıklı koğuşta tutulan kişiler salıverildi. Ama zombi gibi dolaştılar ortalıkta ve çok geçmeden tekrar içeri alındılar.

Sonra sonra hikayeleri dolaşmaya başladı. Kimi komutan baskısına dayanamayıp gözleri önünde canına kıyan arkadaşı yüzünden kafayı sıyırmış, kimi zaten zihinsel özürlü olduğu halde zoraki askere alınmış vs. "Duvar iğnesi" denilen çok etkileyici ilaçlar vurulduğundan böyle hayalet gibi dolaşıyorlarmış.

Düdüğü Laubali Çalmışım

Ben askerliğimi Hatay Serinyol’da 121. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda eğitimci olarak yaptım. İsmim Nurullah. Anlatacak çok şey var ama içlerinden en zoruma gideni sizlerle paylaşayım.

O gün nöbetçi çavuş kolluğum vardı. Acemiler eğitim alanında eğitimdeydi. Molaları nöbetçi çavuş olarak ben veriyordum. Kadir astsubay yanıma gelip mola vermememi emretti. Ben de mola zamanı molayı vermedim. Mola vermediğimi gören asteğmen yanıma gelip “neden mola vermiyorsun” dedi. Ben de “Kadir astsubay emretti, o yüzden vermedim komutanım” dedim. O da “si…rim Kadir astsubayı! Ver molayı” diye emretti. Ben arada kalmıştım. Asteğmenin rütbesi yüksek olduğu için ben de çaldım düdüğü, verdim molayı.

Kamelyaya kadroluların olduğu yere geçtim. İki dakika sonra Kadir astsubay geldi ve bütün arkadaşların önünde bana sekiz tokat attı. Tokat acısı bir şey değildi de herkesin önünde olması koydu bana. O an ona karşılık vermek istediysem de askeriz işte veremeyiz kolay kolay. Tokatlar bittikten sonra da beni mola verdiğim için değil mola verirken düdüğü laubali çaldığım için tokatladığını söyledi.

Lafın kısası astsubay asteğmeni çekemiyor arada olan bizim gibi gariban Mehmetlere oluyor.

Nurullah, bize ulaşan eski asker

Malatyalılara Hıncı Olan Komutan

Isparta Piyade Komando Tugayı’nda başıma gelen bir hikayeyi anlatmak istiyorum.

İçtima sonrası yeni bölük komutanımız bizimle tanışacak diye hepimiz eğitim alanına toplandık. Sıraya dizildik. Herkes tam teçhizat, sıkıntısız bir şekilde çakı gibi. Komutanımız nasılsınız merasimine bile girmeye lüzum görmeden sordu: “Aranızda Malatyalı var mı?” Bir kaç kişi çıktı.

“Peki aranızda Malatya Doğanşehirli olan var mı?” diye tekrar sordu. Bir arkadaşımız Malatya Doğanşehirliydi. Onu yanına çağırdı. Ne sorgu ne sual, hiçbir şey demeden askeri revirlik olana dek dövdü. Olayın canlı tanığıyım. O arkadaşın dayak yemesinin tek sebebi Malatya Doğanşehirli olmasıydı.

Paşamız Doğanşehirli bir üstüyle sıkıntılı dönemden sonra bizim oraya gelmiş ve intikam mı diyeyim, sadistlik mi diyeyim, adını siz koyun böyle bir hınç geliştirmiş.

Kendimi Savunamadım Bile

Askerlik hizmetime Kars Jandarma Komando Bölüğü’nde 1999 yılında başladım.

Ağustos 2000’de bölüğümüze İdris Başçavuş diye bir insan geldi. Ancak bu vatandaşın bir problemi vardı, askerlerin annelerine küfür ederdi. Bize böyle anlatmışlardı. Ben de yazıcı idim. Birgün akşam vakti yazıhaneye geldi. İdari işlerden sorumlu komutanımın masasına oturdu, bilgisayarda kendince birşeyler yapmaya başladı. Ne yaptığını bilmiyorum tabii.

Bizde mesai kavramı olmadığından işimi bitirince "çıkabilir miyim" diyerek izin istedim İdris Başçavuş’tan. Bir de neyle karşılaşayım? Komutan gerçekten de askerlere karşı küfürsüz konuşamazmış. Bana durup dururken ana avrat küfretmeye başladı. “Komutanım ben size şimdi ne yaptım da bana böyle küfrediyorsunuz” demeye kalmadı bana vurmaya başladı.

Özel Kuvvetler'de Askerlik İşkencesi

Ankara Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı Oğulbey Kışlası'nda askerliğini yapan H.K, yaşadıklarını 'kabus' olarak tanımlayarak, "Askerlik yapmak zaten çok kötü bir duygu ama özel kuvvetlerde askerlik yapmak resmen işkence... Her yaptığın suç sayılıyor. Eğer Kürt bir asker hata yapmışsa diğerlerine verilen cezanın iki katı ceza alıyor" dedi.

Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı Oğulbey Kışlası'nda askerliğini yapan H.K.’nın burada gördüğü kötü muameleden dolayı psikolojisi bozuldu. Askerliğini 6 ay önce bitirmesine rağmen hala kabuslar gören H.K, gördüğü psikolojik tedaviye rağmen henüz tam olarak düzelemedi.

'DÜŞMANIMIN BURADA ASKERLİK YAPMASINI İSTEMEM'

Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda yaşadıklarını ANF'ye anlatan H.K, "Hiç kimsenin burada askerlik yapmasını istemem. Düşmanım dahi oraya düşmesin" dedi.

H.K., "Özel Kuvvetler her yönüyle işkence ve baskının merkezi gibi çalışıyor. Askerin orada bir köpek kadar değeri yok. Başına ne zaman ne gelir hiç belli olmaz. Askerliğimi bitirdiğim için yatıp kalkıp dua ediyorum" diye konuştu.

PSİKOLOJİK TEDAVİ GÖRDÜ

Rütbeli askerlerin erlere her türlü kötü muameleyi 'zevkle' yaptığını söyleyen H.K., "Orada hata yapman gerekmiyor. Çünkü rütbeliler mutlaka bir kusurunu bulup seni cezalandırıyor. Resmen kabuk gibiydi. Hala rüyalarıma giriyor. Yaşadığım kötü günler psikolojimi bozdu. Tedavi gördüm ama henüz tam olarak iyileşemedim" şeklinde konuştu.

'KÜRT İSEN SUÇLUSUN'

Kürt askerlerin diğerlerine göre daha şanssız olduğunu vurgulayan H.K, "Benim doğum yerim Mersin göründüğü için şanslıydım. Kürt olduğunu öğrendikleri andan itibaren psikolojik işkence başlıyor.

Kadınların Önünde Babacan Komutan

1990 yılında İzmit Derince Asker Hastanesi’nde temizlikçi, aşçı, hizmetçi, şamaroğlanı, kum torbası olarak olarak vatani görevimi yaptım.

Birgün o zamanın hastane müdürü olan binbaşı rütbeli subay odasına çağırdı beni. Ben odaya girdiğimde iki tane bayanla sohbet ediyordu. Benim girdiğimi görünce “evladım hoş geldin, nasılsın” şeklinde hal hatır sorduktan sonra çaycıya benim için çay getirmesini söyledi. Ben başıma geleceği bildiğim için askeri kurallar içerisinde teşekkür edip içmeyeceğimi söyledim. “Olmaz evladım” dedi babacan bir sesle, içmem için ısrar etti.

Bayanların sevgili komutanıma nasıl bir hayranlık ve sempati ile baktığını unutamam. Tabii komutanım çayı içmem için koltuklardan birine de oturmamı söyledi. Ben çayı bitirmeden bayanlar müsaade isteyip odadan ayrıldılar. Giderken askerlerine karşı baba şefkati ile davrandığı için onu takdir eden bir şeyler söylediler.

Bayanlar odadan çıkar çıkmaz “kaaallllkkkk o. çocuğu!” sesi yankılandı odada. O binbaşı benim o. çocuğu olduğumu zannediyordu, ama ben ne olduğumu biliyordum. Onun için söylediklerini hiç bir zaman üstüme alınmadım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Pişmanım İki Satır Yazamadığıma

Yıl 1998-1999. Ben 1978/1 tertip olarak Hatay Kırıkhan 2. Hudut Taburu’nun ...nci Hudut Bölüğü’nde ve Suriye sınırındaki bir karakolunda görev yaptım. Bir bölük komutanı vardı: Kıdemli Yüzbaşı E.D.

Sınırda görev yapmak hakikaten çok zordur. Hava oldukça sıcaktır. Nöbet yerleri 2-3 km uzaktadır ve nöbetlere yürüyerek gidip gelinir. Nöbete gidip gelene kadar terden sırılsıklam olunur. Nöbete çıkacak askerlere mataralarına atmaları için tuz tableti verilir, çünkü çok sıvı ve tuz kaybedilir. Gündüz nöbetleri 5-6 saat, gece nöbetleri ise 10-12 saattir. Akrep ve yılan da oldukça boldur o bölgede.

Su yoktur, banyo yapamazsınız. İçme suyu tankerle gelir. Banyo için bölük merkezine gidilir. Aslında orada da su kısıtlıdır ve kuyu suyudur. Bu anlattıklarım askerliğin normal şartlarıdır ve kabul edilebilir. Orada bulunduğum sürede ben ve arkadaşlarım bu zorluklara rağmen görevimizi en iyi şekilde yapmaya çalıştık.

Bir defasında Bölük Komutanı E.D. gündüz nöbetinde bir nöbetçinin üzerinde kitap yakalamış.

Sakat Kalana Kadar Askere Devam

Rahatsızlığımdan dolayı GATA'ya sevk edilmiştim. Burada tanışmış olduğum bir askerin durumu beni o kadar üzmüştü ki anlatamam.

Henüz 20 yaşında ankilozan spondilit hastasıydı. Ankilozan spondilit hastalarına normalde çürük raporu verilmesi lazım, fakat askerdeki zihniyeti bilirsiniz: Şu an iyi isen problem yok. Kötü olana kadar, sakat kalana kadar askere devam zihniyetiyle yaklaşırlar. Bu hastalıkla yaşayan insanların sadece yürüyüş ve yüzme gibi hafif sporları yapması önerilir, koşmaları bile yasaktır. Uzun süre sabit bir şekilde ayakta kesinlikle duramazlar. Hele de ağır taşımak, silahla nöbet tutmak onlara en zor gelen şeylerdir. Yani insanı tamamen askerliğe elverişsiz kılan bir hastalık. Fakat dediğim gibi o an ayakta isen askerlik yaparsın, ne zaman sakatlanırsın işte o zaman çürük raporu verirler.

Bizim 20 yaşındaki gence geri dönelim. Bu çocuk hastalığı nedeniyle GATA’ya geliyor. Önce bir miktar hava değişimi verip ardından tekrar birliğine gönderiyorlar. Birliğinde bir eğitim esnasında kalça üstü düşüyor ve kalça kemiği kırılıyor. Bu hastalıkta kalça eklemleri iltihaplandığından bir daha kaynaşması ve düzelmesi imkansızdır. Sonuçta 20 yaşında bir genç sakat kalıyor ve ömür boyu koltuk değneklerine mahkum hale geliyor. Devreleri terhis olurken o çürük raporu alarak askerliği tamamlıyor.

İsimsiz

Tuvaleti Temiz Tutmanın Formülü

Askerliğimi kısa dönem olarak 2009 yılında İzmir'de yaptım.

Acemi birliğinde yemin töreni için hazırlanırken güneşin kavurucu sıcağı altında, bir aşağı bir yukarı tören yürüyüşü çalışıyorduk. Banyo belirli saatlerde ve günlerde açık olduğundan vıcık vıcık ter nedeniyle leş gibi kokmamak için eğitim bittiğinde lavabolara bağladığımız hortumlarla yıkanıyorduk. Zaten duş akşam saatlerinde ve adam başı 3 dakikalığına açılıyordu. Sıcak su ilk 30 kişiye ancak yetiyordu, gerisi buz gibi suyla yıkanmak zorundaydı.

Binada giriş katında bulunan tuvalet her zaman kapalı tutulurdu, denetim olduğunda orası tertemiz halde gösterilecekti çünkü. Askerler diğer WC'lere yönlendirilir, tabii bu da sabah ve akşam saatlerinde yoğunluğa neden olurdu. Koca bölükte bir lavabonun başında aynı anda üç er traş olmak zorundaydı. İsyan etmemize rağmen giriş kattaki WC kullanıma açılmadı.

Aynı şey tuvaletler için de geçerliydi. Zaten illa ki bir tuvalet arızalı ya da tıkanmış olduğundan orası daha kötüydü. WC bölümü yapılırken ters eğim verilmişti, yani yerdeki sular tuvalete doğru değil de WC kapılarının önüne doğru geliyor ve orada oluşmuş hafif bir göçükte birikiyordu. Bu göçük binanın içinde, yani yolda, toprak arazide değil!

Pisuvarların bazıları kırıktı ya da bozuktu. Orayı kullanan arkadaşların çişleri yere sızıyor, sıçrıyor, sonra o birikintide toplanıyordu. Ödenek olmadığından o kısım yaptırılamıyor, asker sidik içerisindeki birikintiye cıp cıp basıp üstüne başına sidik bulaştırıyordu. Oraya bastığı botlarla, terliklerle tüm binayı geziyor, yatakhaneye girip çıkıyor, kamuflajlarla araçlara biniyor, yemekhanede yemek yiyiyordu.

Kürtçe Kaset

85/1 olarak Sivas'taki usta birliğimde askerlik yaptım.

Bizim bölükte Kürt bir arkadaş vardı. Sırf Kürtçe kaset dinlediği için, yanlış hatırlamıyorsam 10 gün diskoya gönderildi. Sırf bu yüzden. Yazıklar olsun bu emri veren komutana.

Tacettin, bize ulaşan eski asker

Ahırdaki Hayvanlar Gibi

Yıl 1998, yer Siirt 3. Komando Tugayı 4. Tabur.

PKK'yla savaşmak için, acemi birliklerinde vatan-millet-Sakarya edebiyatı yapılarak, 3 mermi attırılarak, üzerine de bir sürü gaz duman verilerek ana kuzuları garibim Mehmetçikler gelirdi. Bu askerler ilk geldikleri Ekim-Kasım döneminde birliklerine gidene kadar köleler gibi, ameleler gibi inşaatlarda çalıştırılır, hepsine taş toplatılır, odun istiflettirilir, diğer birliklerin işleri yaptırılır, levazım depoları düzenlettirilirdi. Neymiş, vatan göreviymiş, boşa yemek yemek yokmuş. Sanki biz isteğimizle asker olduk!

İnsanın en zoruna giden de sanki biz askere yemek yemek için gelmişiz gibi ikide bir “yediğiniz yemeği hakedin, bu milletin parası vs.” demeleriydi. Ama israfın da bini bir paraydı.

Birgün yemek zamanı gelince başımızdaki insanlığından şüphe edilen ama kendine komutan süsü veren uzman çavuş tarafından “yemek yemeyi hakedin önce” denilerek yemekhaneden sebepsizce çıkarıldık. O kadar askerin çıkarıldığını gördükleri halde üst rütbelilerin de sesi çıkmadı bu duruma. Birliğimize gidene kadar da bir daha yemek yiyemedik, hep kantinden yedik.

Bir de akşama kadar köle gibi çalıştırıldıktan sonra yatacak yer yok diye boş harabe bir binanın içine ahırdaki hayvanlar gibi doldurulduk; yerlerde, betonun üzerinde yatırıldık. Çünkü biz komandoymuşuz, bize bir şey olmazmış. Hadi oradan! Bir daha bulursunuz da yedirirsiniz o safsataları, çünkü maymun gözünü açtı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Sustukça Bu Böyle Gidecek

Ben 2005 yılında 303. kısa dönem jandarma çavuş olarak askerlik yaptım. Avukatım. Yazılanların çoğunu okudum. Kendi gördüklerimle o kadar benzer şeyler ki...

Ancak bana ne küfür edildi ne de dayak yedim. Çoğu komutanın biz kısa dönemlere karşı davranışları normaldi. Bunda üniversite mezunu oluşumuz mu etkiliydi, yoksa hemen hepimizin 28 yaş civarında olması mı bilmiyorum. Biz de bize verilen görevi aksatmadan, layıkı ile yapardık.

Biz alayda 55, usta birliğimiz olan ilçe jandarma bölüğünde ise 5 kısa dönem arkadaştık. Kendi aramızda söz verdik, hiçbir askere küfür etmeyeceğiz, şiddet uygulamayacağız diye. Öyle de yaptık. Askerlikten sonra hala birçok asker bizi arar görüşürüz, toplanırız bazen İstanbul’da.

Fakat erlere karşı komutanların davranışları öylesine iğrenç ve acımasızdı ki bütün samimiyetimle söylüyorum, rütbeli tayfasından nefret ettik. Hala da ediyoruz. İçtimada hazıroldayken sudan sebeplerle karın boşluğuna uçan tekme yiyen askeri gördüğümde kanım dondu. Dakikalarca kendine gelemeyen asker toparlanınca bu defa tokatlar devam etti.

Bunun gibi olaylara, basit bahanelerle askerlerin dayak yediğine defalarca şahit oldum. Söylenen küfürleri yazamıyorum, ama çoğu o ana kadar duymadığım küfürlerdi. Küfür artık rutin hale gelmişti. Gençler onursuzlaştırılıyor, kutsal bildikleri tüm değerlere, aileye, anneye, bacıya küfredilerek aşağılanıyordu.

Kürtleri Düşman Edenler

Gözlerimin önünde yaşanan bu olayı hiç unutmadım. Her askerlik bahsi açıldığında, Kürtleri kimlerin sorun olarak gördüğü her tartışıldığında bunu dile getirmişimdir.

Yer Manisa Alaşehir Ulaştırma Taburu. Yıl 2007.

Daha nizamiye kapısından adım atar atmaz Türkiye içinde başka bir dünyanın kapılarını araladığımı anlamıştım. Bir sabah içtimasında, eğitim alanında o kadar askerin içinde Doğu'dan gelen, hayatı boyunca çobanlık yapmış, evli ve çocuklu, Türkçesi çok az bir insanımızı dili dönmeyip Kürtçe konuştu diye önce birkaç serseri asker tartakladı, daha sonra da uzman olan karaktersiz tekme tokat dövdü.

Bu manzara bir türlü gözümün önünden gitmez. Hele de uzman ona vururken askerin elleri ile yüzünü gözünü korumaya çalışması...

Bu deyyuslar öbür tarafta o garibanın hakkını nasıl verecekler? O da bu vatan için askerlik yapmaya gelmişti. Doğudan gelmiş batıdan gelmiş ne fark eder? Hepimiz askerdik, hepimiz insandık.

İşte aslında Kürt düşmanı olan ve onları bu ülkeye, bu millete düşman etmeye çalışanlar da yine bu TSK'nın içindekiler.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Nişanlıyım Komutanım

Askerliğime İzmir Yenifoça'da başlayıp 5 ay Jandarma Özel Harekat'ta eğitim aldıktan sonra Sivas'a gittim. Size Foça'da başımdan geçen bir olayı anlatacağım.

Biz 75 günlük acemi eğitimimizi tamamlamış ve diğer bölüğümüze geçmiştik. Bizim arkamızdan acemi erler geldi. Aradan 1 hafta geçmişti. İlk içtimalarda biz iki jandarma özel harekat bölüğü ve diğer iki acemi bölük yanyana dizildik. Yanımızdaki acemi erlerin bölük komutanı geldi, şöyle bir önümüzde gezdi ve yeni eğiteceği askerleri tepeden aşağı inceledi, süzdü. Tam bizim bulunduğumuz bölüme geldi ve geceleri rüyalarıma giren şu konuşmaya şahit olduğum an geldi:

-Asker!
-Emret komutanım!
-O parmağındaki ne bilmiyor musun? Askerde yüzük takmak yasak!

Yasak olsa onlara da yasak olur, onlar da asker. Neyse, acemi er korkuyla:

-Nişanlıyım komutanım, bu da nişan yüzüğüm.
-Lan si.erim nişanlını da şimdi! Hasta etme adamı, çıkar şu yüzüğü!

Herkesten iniltiler geldi. Bölük komutanı bizi susturmaya çalıştı; ama özel harekat olduğumuz ve komutanımız bizi kolladığı için bir şey diyemedi. Hepimiz gittik şikayet ettik; ama bir şey olmadı. Olan 1200 kişinin içinde bağıra çağıra nişanlısına küfür edilen ve o kadar kişinin önünde için için ama hıçkıra hıçkıra ağlayan çocuğa oldu.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerde Hayatta Kalmak İçin

Askerliğimi Ege Ordu Komutanlığı'nda kısa dönem olarak yapmıştım.

Hurşit Bey'in ordu komutanı olduğu yıllardı. Hurşit Bey ve ailesinin her gün taze yumurta yiyebilmesi için tavukları, ördekleri falan vardı. Bizim bölük bu tavuklara, ördeklere güzel bir kümes yapmıştı. Kümes ama kümes değil, tam bir saray!

Birgün yumurtalar kaybolmuştu da Hurşit Bey emir subayına, o astsubayına, böyle böyle en sonunda bölüğe ızdırap olmuştu bayağı.

Bu arada duşların içine, tuvalet kaplarının içine .ıçan, deliğe taş dolduran askerlerle de orada tanıştık.

Ege Ordu'nun diskosu (disiplin koğuşu) da çok eziyet yapılan bir yerdi. Oraya girenler yüzü başı yara içinde dönerlerdi. Çocuğun birinin beline çok kötü vurmuşlardı, toparlanamadı bir daha.

Askerlik kimseye güvenilecek bir yer değil. Sözlü hakaretlere, angaryalara boş verin hiç kafaya takmayın. Adam ananıza küfretse, beline kuvvet deyin geçin, bulaşmayın. Ama size fiziksel şiddet uyguluyorsa onu engellemeniz lazım. Ya üstünden bir komutan bulun veya açıkça tehdit edin. Bunun sivili da var deyin. Canınızı korumak için ne lazımsa yapın.

Yapın bitirin kurtulun. Savaş falan çıkmasın diye de dua edin.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Dayağımızı Yesek de Gitsek

1998, Foça.

Bu sitede yazılanlara inanmayanlar var. Haklılar. İnanılmaz olaylar, o yüzden inanamıyorlar. Bizi Yunan'a teslim etsen TSK'ya karşı bu hisleri beslememize sebep olamazlardı. Bu açıdan Yunan'dan daha başarılı bir komutanımız vardı, Yüzbaşı Cumhur. Tebrik ediyoruz kendisini.

İçtima alanına bizi dizip sorar: "Çocuklar benim güzel bir bacım var. S...r misiniz?" Parmağı ile bizi işaret ederek: "Sen sen? Hı? Hayır, s.kemezsiniz. Ama ben sizin hem ananızı hem bacınızı s.kerim."

Ne cevap vereceksin? Ne hissedeceksin?

Lojmanlarda kalorifer dairesinde çalışan Er Murat'a hala üzülüyorum. Cumhur Yüzbaşı önce 4 kat aşağı iner ve çocuğu döver: "Açsana kaloriferi." Murat, kaloriferi açar. Yüzbaşı yine iner ve döver: "Yanıyoruz hayvan oğlu hayvan, kıs biraz." Murat, uzun bir süre devamlı dayak yedi. Sonunda ne oldu bilmiyorum.

Muhaberede çalışan arkadaşların telefon bağlama diyaloglarında duymadıkları hakaret kalmaz. İstisnasız hepsi uykularında sayıklarlar. Hadi yalan deyin. Subay ve astsubaylar telefonda bekletilince hakaret etmez deyin.

Hadi bunları geçtik. Acemi birliğinde 400 kişi, abartmıyorum tam 400 kişi dayak yedik. Hem de 3 ay önce gelmiş başka bir askerden. Adresini de aldım gerçi ama sonra vazgeçtim. Allah belasını versin.

İlk dayağım olduğu için korktum. Heyecanlandım. Sıra kalabalık olduğu için yavaş ilerliyordu, en sonunda heyecanım uçmuş yerini "dayağımızı yesek de artık gitsek" hissi almıştı.

Ruhum Bedenimden Çıktı

1997/2 İskenderun'daki acemi birliğime, öğle vakti 12-1 gibi teslim oldum. İstanbul'dan 16 saatlik otobüs yolculuğuyla varmıştım İskenderun'a. Aptalca, vurdumduymazlıkla, şefkatsizlikle, eziyet ve aşağılamalar ile ancak gece 1 gibi yatakhaneye varmıştım ve yorgundum. Herkese yatak numarası ve numaraya göre dolap verilmişti. Yatağı buldum, dolabımı da buldum; ama içinde başkalarına ait eşyalar vardı.

Dolaba yakın yatakta biri, kulağında walkman yatıyor. Bir iki seslendim, cevap yok. Ben kulaklıktan gelen şarkıyı duyabiliyorsam onun beni duyması imkansız. Elimle askerin omuzuna hafifçe dokunmamla kendimi koğuşun dışındaki koridorda bulmam bir oldu. Binadaki bütün eğitim onbaşı ve çavuşlar gırtlağıma yapışmış, bana küfürler sayıyorlar. Bütün bunları bedenimin dışına çıkmış ruhumla izliyorum.

Birden ruhum bedenime geri döndü. Gırtlağıma ilk yapışan yataktaki kişinin gırtlağına ben de yapıştım ve onu ittim. Birden etrafım açıldı. Bir-iki saniyelik suskunluk... Sonra hep beraber çullandılar. Ellerimi, kollarımı tutup boynumdan aşağı vuruyorlar. Ama o kadar aptalca ki bu kadar insanın tek kişiye vurmaya çalışması... Sanki 5 kişinin bir fincanı beraber dökmeden taşıması gibi... Herhalde birbirlerinin ellerine vurdular çoğunlukla.

Tuvaletleri Kirlenmesin Diye Kilitlediler

Yıl 2007, yer Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayı.

Askerliğimi yedek subay öğretmen olarak tamamladım. Yani 20 günlük acemi eğitimi dışında sivil olarak Doğu'da görev yaptım. 20 günlüğüne gittiğimiz için gerek bölük komutanı olsun gerek takım astsubayımız olsun bize karşı gayet anlayışlıydı. Bir kez hariç dayak hadisesi görmedik. Ancak küfürün bini bin paraydı ki bizim bile ağzımız bozuldu. Ama benim asıl anlatmak istediğim oradaki temizlik ile ilgili.

Eğitimlere başladıktan birkaç gün sonra malum ağustos ayı ve üstümüzde kışlık elbise ve bot var, leş gibi kokmaya başladık. İlk haftanın sonuna doğru bizi banyoya götürdüler. Meğer sular kesikmiş. "Ne yapacaz" dedik, "haftaya gelin" dediler. Geri döndük bölüğe. Akşam baktım tuvaletlerin kapıda havlular. Millet tuvalet tasıyla soğuk suyla duş alıyor. Temizleneceğinden değil, kokusu gitsin diye.

20 günde 2 kez normal duş yerinde banyo yapma şerefine erişebildim. Ben de tuvalette yıkandım mecburen. Düşünün o kadar kokmuş adamı bir koğuşta. Örneğin 2. hafta çarşaflar yıkandı, serdik; ertesi gün herkesin çarşafı sapsarı kirden.

Son 1 hafta 15 aylık askerler acemilik eğitimi için geldiler. Bizim bölük mevcudu abartmıyorum 650-700 kişi. Koridorda yatanı mı ararsın, hangarda portatif yataklarda yatanı mı... Sulama hortumuyla başını yıkamak traş olmak için bahçede sıraya girenleri mi...

Bir Çocuk Öldürüldü

Ben 1993 yılında Hatay Yayladağ 11. Hudut Bölüğü'nde askerliğimi yaptım.

O zamanın bölük komutanı yüzbaşı E.Ö. huduta yakın tarlada kuş avlayan iki köylü çocuktan birini keyfi şekilde askerlere öldürttü. Ölen çocuk 18 yaşındaydı. Cenazeyi koğuşun arkasında yeni yapılan çamaşırhaneye koydular. O zamanın kaymakamı ve savcısı akşam geldiler, cenazeyi kontrol ettiler ve olayı kapattılar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Uşağın Adı Haberci Konmuş

2005 yılında Ege Ordu Komutanlığı'nda askerlik görevimi yaparken karşılaştığım durumu anlatmak istiyorum.

Askerlik görevim süresince kurmay albayın habercisi olarak çalıştım. Uşağın adı askeriyede haberci konmuş. Öğlen vaktinde yemeğini götür, çıkış saatinde şoförünü çağır, terzisine pantolonunu götür vs.

Sabah albayın çıkış zamanından yarım saat önce şoförüyle beraber evinin önünde beklemeye başlardık. Yine böyle bir sabah beklerken tuğgeneralin evinden çıktığını gördüm. Yanında eşi ve çocuğu var. 3 adet siyah Megane onları bekliyor: Biri eşini, biri kendisini ve diğeri çocuğunu bekliyordu. İki düzine, boyu 1.80'in üzerinde insan da 3 kişilik aile için orada uşaklık yapıyordu.

Anadili Kürtçe Olana Dayak

Askerliğimi 309. kısa dönem olarak İstanbul Samandıra'da yaptım. Kendim has Yörük Türküm. Bunu Kürt olmadığımı belirtmek için yazdım; yoksa benim için Türk-Kürt önemli değil. Herkes benim için Allah'ın kuludur. Anlatılacak çok olaylar var, fakat bir tanesi beni çok yaraladı.

86/1 tertip bir Doğulu asker bölüğe geldi. Kendisi memlekette çobanlık yapıyormuş. Dolayısıyla Türkçe'yi hemen hemen hiç konuşamıyordu; ancak bazı şeyleri anlayabiliyordu: sağa dön, sola dön gibi... Bir tane uzman çavuş vardı. Ona bu askerin Türkçe bilmediğini söylediler. Çavuş askere bir şeyler söyledi, asker anladı; ama biraz daha zorlayınca çavuş askerin Türkçe bilmediğini fark etti. Bunun üzerine "pezevenk" diye başlayarak içtimada bu askeri dövmeye başladı. Hem de ne dayak... Bundan sonraki hergün çoban-askerin bu uzman çavuştan en az bir posta dayak hakkı vardı.

Şimdi bir oğlum var, eğer askeriyede bir değişim olmazsa onu askere göndermemek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Çünkü ben onu subaylara ve ailelerine gece-gündüz hizmetçi olsun diye yetiştirmiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Doktor, Duydun mu?

1978/1 1. Mekanize Piyade Tugayı, Doğubeyazıt/Ağrı. Usta birliğinde yaşadıklarımı anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalır. Küçük bir anı:

Sağ gözümde görme problemi yaşıyordum. Bütün bölük doktor muayenesinden geçiyordu. Ben de haliyle sevindim, "belki gözlük alırım ve bu rahatsızlıktan bir nebze kurtulurum" diye düşündüm. Sıra bana gelince tabip asteğmen gözüme 2 saniye kadar bakıp "s.ktir lan, senin gözün araba farı gibi, defol" dedi ve sağlam raporu verdi.

Sonuç: Tezkeremi aldım, doktora gittim ve sağ gözüm 2.75 miyop-astigmat çıktı.

Doktor, duydun mu? Allah seni benden beter ede e mi...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zorla Yaptırılan İşten Hayır Gelir mi?

Doğuda bir karakolun komutanıyım. Ben de şu soruyu sorayım: Hep ev sahibi mi suçlu, hırsızın hiç mi suçu yok? Burada anlatılanlardan gördüm ki hep subay, astsubay ve uzmanlar suçlu gösteriliyor. Peki askerlerin hiç mi kabahatı yok? Şimdi biraz da ben anlatayım:

Devlet malını şuursuzca kullanan, bozan, kıran, sahip çıkmayan, yaptığı hatayı kabullenmeyen askerlerimiz değil mi? Her aksaklığı görüp de sorduğumuzda "ben böyle aldım" diyen onlar değil mi? Şafak yazmadıkları yer kaldı mı ki? Örnek vereyim: ecza çantasının içindeki tahta atelin üzerine, araç direksiyonunun içine, daha nerelere...

Arkadaşının parasına göz diken, hırsızlık yapan, beynini nizamiyede bırakan, işi gücü kaytarmak olan askerler değil mi? Daha ne sayayım ki... Tuvalette pisleyip sifonu çekmeyen, evinde yemediği yemekleri asker ocağında yediği halde nankörlük yaparak beğenmeyen asker değil mi? Nöbette uyumayan yoktur. Her şeyi görüp bildiği halde görmedim bilmiyorum diyen, yemekhanede tamamladığım çatalı-kaşığı şuursuzca, sanki babasının malı gibi kullanıp çöpe atan asker değil mi? Babasının malı olsa yapmaz gerçi...

Hep komutanlar suçlu değil beyler, biraz da iğneyi kendinize batırın lütfen.

İsimsiz, bize ulaşan karakol komutanı

Zİyaretçİ Sayısı