Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Devletin Size İhtiyacı Yok

Ben Sivas 178. Piyade Alayı 2. Tabur 2. Bölük'te kısa dönem askerlik yaptım. Şahit olduğum çok yolsuzluk oldu. Sadece birkaçını sayacağım.

Askerlere devlet tarafından çok cüzi bir maaş verilir. Fakat bizim bölük komutanı maaşları dağıtırken çay ve şeker gideri olarak (çay içmek isteyenler zaten parasını ödüyordu) para kesintisi yapıyordu. Kısa dönemler olarak (yaklaşık 12-13 kişi) kısık sesle de olsa itiraz etmeye başladık. Bölükteki asker sayısı fazla idi. Bu kadar askerden toplanan paraların çok tuttuğu kesin.

Bölük komutanının kulağına itirazlarımız fısıldanınca bizleri odasına çağırdı. Küfür etmedi. Sadece "devlet sizden büyük; devletin size ihtiyacı yok, sizin devlete ihtiyacınız var; ne olmuş biraz para vermişseniz; ayıptır bu yaptığınız" diye konuşup bizleri gönderdi. Yıllar geçmesine rağmen hala ne demek istediğini çözmüş değilim. Devletin bu paraya ne ihtiyacı vardı anlayamadım.

Komutana Yanıt

Okurumuz anısını sitemizde daha evvel çıkmış şu yazıya(tıklayın) cevaben yazmış:

Ben öğretmenim ve askerliğimi 2001 Mart'ından başlayarak kısa dönem olarak yaptım. Önce İzmir Narlıdere'de, sonra Temmuz gibi Denizli Tugayı'nda...

Doğuda bir karakol komutanı, suçun komutanlarda değil askerlerde olduğunu söylemiş. Oysa üstler astlara her türlü eziyeti yapıyor: onbaşı, çavuş, uzman çavuş ve sürüp gidiyor. Asker ot yolma ve mıntıka temizliği için orda tutuluyor sanki. Yemekler berbat. Üst tertipler önce yiyecek, sonra yeniler arta kalanları... Neymiş, anamızın evinde yiyemiyormuşuz bu yemekleri. Senin anan yemek yapamıyorsa suçu başkasına atma.

"Peki askerlerin hiç mi kabahatı yok?" demiş. Peki sen askere edilen küfürleri seyretmek dışında ne yapıyorsun?

"Devlet malını şuursuzca kullanan, bozan, kıran, sahip çıkmayan, yaptığı hatayı kabullenmeyen askerlerimiz değil mi?" demiş. Bir kere askerliğin kendisi israf. 20 yaşındaki işgücü en yüksek seviyedeki insanları toplayacaksın, eziyet-angarya dışında iş vermeyeceksin, sadece emre itaati öğretmeye çalışacaksın, sonra kırılan-dökülen diye şikayet edeceksin. Bir örnek vereyim: İzmir Muhabere Taburu'nda haftada bir gün, bakım adında koca askeri araçlar sıralanır, Ege Ordu'nun içinde saatlerce turlarlardı. Böylelikle aküler şarj edilirdi. Bu israf değil mi? Bir çok aracın deposundan yakıt aka aka dolaştığına şahidim. Dolaşma maliyetine akü alınır, bu israf değil mi? Rütbelilere sağlanan lojman, servis, beleş hizmetler yanında askerlerin hizmetçi gibi kullanılması israf değil mi?

Sizden Geriye Ne Kalıyor?

Gelibolu'da askerlik yaptım. Bu sene. Bir avukatım.

Askerlik...

Kelimelerle ifade edemediğim boşluk, iğrençlik. Hep kendi kendime yüz bilmem kaç gün boyunca tekrarladım: "Gerçek hayatta hiç bir şeye yaramayan fuzuli insanlar kendi küçük ve iğrenç krallıklarını kurmuş, zihin mastürbasyonu yapıyor ve kendilerini tatmin ediyorlar".

O askerde ilk kez adam dövdüm, o iğrenç ortamda ezilmemek için ezdim. İğreniyorum bundan ama yaptım. Kimseyi sevmedim, topunun canı cehenneme. Erkekliği emretmek zanneden bir kısım uzun dönem askerle kavga ettim. Yolda gördüğümde selam vermeyeceğim insanlarla konuşmak zorunda kaldım.

Ama en güzelini anlatayım, kötüleri boşverin. Askerliğimin bitmesine 4 gün kalmıştı. Daha önce şarj edebilmek için bölük komutanımdan izin aldığım traş makinamı şarja bıraktım ve gittim. O kendini bir şey sanan bölük astsubayı makinamı görmüş ve burada şarj olmaz diyerek makinamı parçalamış. Gözüm karardı, tutanak tutturup önce takım, sonra bölük, en sonra tabur komutanına çıktım.

Generallere Avukat Parası

TSK mensubuyum. Bu yıl Ergenekon'dan yargılanan generellere avukat tutmak için para toplandı. Zorla, tayin tehdidi ile büyük meblağlar... Bir avukatın bedeli nedir sizce?

Ben hakkımı bu paraları toplayanlara helal etmiyorum. Haram zıkkım olsun.

İsimsiz, bize ulaşan emekli asker

Serbest Ama Yasak

Ben askerliğimi uzun zaman önce kısa dönem er olarak yaptım ve fazla bir şey hatırlamıyorum. Zaten hayatımın hatırlamak istemediğim ve unutmaya çalıştığım tek dönemi. Sağolsunlar hiç kimse de unutturmuyor.

Hatırladığım ilk şey, her şeyin serbest ama yasak olması.

Bize gazete okumamız, yurt ve dünya gündemi hakkında bilgi sahibi olmamız önerilirdi. Ama nedense, elimizde hangi gazete olursa olsun hemen yırtma emri verilirdi. Hatta emri veren subay, biz gazeteyi yırtıp yakana kadar başımızda bekler, sonra da giderken demediğini bırakmazdı.

Aldıklarımı (genelde traş ekipmanı) ertesi gün dolabımda bulamazdım (asker tabiri ile, yer değiştirirdi). Bir dolabı birkaç kişi kullanmak zorunda olduğumuz için eşyalarımız karışır, bir eşyayı birden çok kişi kullanmak zorunda kalırdı. Özellikle terlikler... Bu nedenle askerde ayak ve tabii diğer cilt rahatsızlıkları başlar.

Hijyenik ve insani şartlar hakkında nutuk atarlar ama o da yasaktır.

Yolunuz askeri eğitim biriminin kenarından geçerse ve tabii oradaki nöbetçi er sizi uzaklaştırmazsa (kesin uzaklaştırır), eğitimdeki askerlere bakmanızı öneririm. Fikriniz herhalde şu olur: Eğitim vermek de yasak.

Fazla uzatmadan, canınızı sıkmadan keseyim. Malum yasak...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Disiplin Mahkemeleri

Ben askerliğimi 325. kısa dönem çavuş olarak yaptım. Mesleğim avukat olduğu için disiplin subayı olarak görevlendirildim. Burada yazılan her yazıyı okudum ve anlatanların yaşadığı acıları inanın içimde hissettim. Ben burada yazan arkadaşların yaşamış oldukları zulümlere hiç muhattap olmadım. Ne dayak ne de küfür yedim çok şükür. Açıkçası çevremde de doğru dürüst bir dayak ve küfür olayına da şahit olmadım. Ama komutan (!) sıfatını hiç ama hiç hak etmeyen insanların aşağılık komplekslerine ve bilgisizliklerine, yeteneksizliklerine, yetersizliklerine yakinen şahit oldum.

Dikkat çekmek istediğim husus Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi [AİHM] tarafından ülkemize defalarca tazminat ödettirilmesine neden olan Disiplin Mahkemeleridir. Gerçi adının mahkeme olması "Er Gazinosu"ndaki isim ilüzyonununa benzer bir hadisedir. Zira olayın mahkeme ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. AİHM bu sözde mahkemelerin tarafsız ve üyelerinin hakim olmaması sebebi ile kaldırılması gerektiğine hükmetmiş olmasına rağmen nedendir bilinmez bu uygulama halen devam etmektedir. Hem de olanca hızıyla.

Disiplin Mahkemeleri kışlalarda iç disiplini sağlamak ve Kuvvet Mahkemelerinin yükünü hafifletmek görevini üstlenmektedir. Askeri ceza kanununda belirtilen bazı suçların yargılaması bu mahkemelerde yapılır. Askerlerin burada aldıkları cezalar disiplin koğuşunda (disko) infaz edilir ve orada kalınan süre kadar askerlerin görev süreleri uzar.

Disiplin subaylığında görev yaptığım süre boyunca (acemilik dışında kalan 4 ay) 10'a yakın disiplin mahkemesine katip olarak iştirak ettim. Bu sayede o zamana kadar varlığından bile haberdar olamadığım bir mahkemenin içler acısı durumuna tanık oldum.

Atom Bombasından Nasıl Korunulur?

Kayseri Hava İndirme Tugayı, sene 1988. Türkiye'nin en iyi üç ya da dört birliğinden bir tanesi olduğu söylenir. Bence hiç de değil. Bize orada öğretilenlerden birkaç örnek vermek istiyorum.

Örnek 1: Atom bombası atıldığını gördüğünde askerin yapması gereken ilk şey nedir? Cevap: Kıçını patlama istikametine döndürüp yere uzanmak. (Patlama sonrası yapılması gereken ikinci şeyi bize hiç öğretmediler.)

Örnek 2: Düşman uçağı G-3 piyade tüfeği ile nasıl düşürülür? Cevap: Uçağın burun kısmına ateş edilir. Bu sırada uçak ileriye doğru uçtuğu için kuyruğuna isabet ettirilir.

Bunları anlatan kişi dört yıl askeri lise, dört yıl da harp okulunda eğitim almış, Türkiye şartlarında iyi eğitim aldığı düşünülen, askerlere verdiği eğitimle ülke savunmasına katkıda bulunduğunu sanan bir subay.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Hala Tezkeremi Almadım, Almayacağım

Ben 1969/3 tertiptim. Başımdan geçen olay tezkereme 3 gün kala yaşandı. Yer Bitlis, Adilcevaz, Şubat 198x. Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis bölüğümüzü 20 gün içinde ziyaret edecekti, o sebeple alay komutanı bizi sık sık denetliyordu.

O gün sabah saat 6'da bizleri içtima alanına çıkardılar. Hava oldukça soğuktu, sanıyorum eksi 10-15 derece vardır. İzmirli alay komutanımız öğleye doğru geldi, bize silahlarımızı söküp takmamızı emretti. Saatlerdir o soğukta ellerimiz tam olarak işlevini yapamadığı için standardın altında bir hızla söküp takabildik. Sonra bizi esas duruşa geçirdi, hepimize "miğfer çıkar" komutu verdi. Orada yaklaşık 47 kişiydik. 9 kişi tezkere bekliyorduk. Dokuzumuzun da "kep altı" denilecek kadar saçımız vardı; ama inanın kesinlikle uzun değildi. Alay komutanı bölük komutanımıza "bu saçlar neden uzun deyince", bölük komutanımız durumu izah etti: "Komtanım, bunlar tezkereciler, 20 Şubat'ta gidişleri başlıyor ve 24 Şubat'ta kimse kalmıyor."

Alay komutanı dokuzumuzu da ayırdı ve burnumun dibine kadar gelip nerelisin dedi. "İstanbul" dediğimde gözlerimin içine bakarak bana "İstanbul piçi" diye hakaret etti. Bize çök komutu verdi. Yaklaşık iki buçuk ay önce beşinci metakarp olarak bilinen ayak parmağım kırıldığından ben tam çökemedim. Alay komutanı ayağıma basmaya başladı. Bölük komutanı durumumu anlattı; ama geç kalmıştı.

Bizi yere çökerttikten sonra yanında duran Sadık isimli astsubaya saçımızı kesmemizi emretti.

Dayak, Su İçmek Kadar Sıradandı

1999 yılında İstanbul Ayazağa'daki Hava Savunma Taburu’nda kısa dönem olarak askerlik yaptım. Dağıtımda beni taburda bıraktılar.

Birgün sabah sporundan sonra eğitime geçtik. Bizi bir uçaksavarın başına götürdüler. Özenle örtülmüştü, açtık ve eğitime başladık. Bizim başımızda bir uzman çavuş vardı ve biz de yanılmıyorsam 8-10 kişiydik.

Gruplar halinde eğitim alıyorduk. Uzman çavuş anlatmaya başladı, “uçağı şöyle yakalarsın, böyle vurursun, ayarı bu, kayarı bu”. Söz alarak sordum:

-Komutanım bu uçaksavar kaç model?

Uzman Çavuş:

-1971 model İtalyan. 1971 yılından sonra üretim yapılmadı, bu en son model.

1999 yılında İtalyanların 1971 yılında üretimden kaldırdıkları silah ile eğitim yapıyorduk.

Yine birgün araçların bulunduğu garajın yanındaydık. Araçlara yaklaştığımda inanamadım; hepsi 1950-1960 model arası. Kısacası teknoloji sıfır. Bunu kendi komutanlarımız da iyi biliyorlar ama niye savurmak varken teknolojiye yatırım yapsınlar ki?

Birgün dediler ki 3. Kolordu Komutanı gelecek. Dedik, eziyet başlıyor. Heryeri yıkıp yeniden yapmaya başladılar. Sadece tuvaletler için 10.000 TL, mutfak için 30.000 TL harcandığını duydum. Komutanın tuvalet ve mutfağa girip girmediğini hatırlamıyorum.

İçimde Kalmıştı Askerlikte Yaşadıklarım

Ben askerliğimi yakın zaman önce tamamladım. Acemiliğimi Kütahya'da, ustalığımı da Ankara'da Hava Kuvvetleri’nde yaptım.

Komutanların bulunduğu katta posta idim. Ne güzel değil mi? Ankara'ya hem de havacı olarak düştüm derken Hava Kuvvetleri Komutanı’nın emir subayı olan A. Binbaşı’nın muamelesi bizi canımızdan bezdirdi. Adam bize tam olarak birer hizmetçi gibi davranıyordu. Asker ocağında hiçbir değerimin olmadığını hissettim.

O katta bulunan subay ve astsubayların yemek yedikleri bir yer vardı, orada albaylar dahil herkes kendi yemeğini kendisi ısıtıp yerdi. Ama bizim binbaşı herkesin önünde yemeğini bize ısıttırırdı.

Şoför arkadaşlardan öğrendiğim kadarıyla kendi emrindeki arabaları keyfince kullanıyormuş, hanımını çocuğunu evden aldırıp hastaneye götürmelerini istiyormuş.

Akşama kadar odada oturup durur “onu getir, bunu götür” der sonra da çok iş yapmış gibi bir sürü kapris yapardı. Bize iyi davranan kibar, yaşlı bir astsubay vardı; komutan o adamcağıza sürekli bel altı şakalar yapar bizim yanımızda dahi utandırırdı. İnternetten açık saçık fotoğraflara bakar, marifetmiş gibi başkalarına da gösterirdi.

Durakta Beklerken Komutanı Görmemişim

1970'lerin sonu, Aralık ayı. Yeni mezun olmuş hava astsubayıyım. Yaşım 19, Karadenizliyim. Yer, Ankara Ulus Meydanı. Her yer karlı, soğuk ve hala kar yağıyor.

Nöbetten çıktım, saat 14, eve istirahate gidiyorum. Resmi kıyafetliyim. Belediye otobüsünden indim. Ulus'tan Keçiören dolmuşuna bineceğim. Heykelin önünde yanımda bir inzibat cipi durdu. Bir inzibat albay aşağı indi, bana "atla" dedi. Ben de beni herhalde Keçiören'e evime götürecek sandım, sevindim. Cipe bindim. "Komutanım, hayırdır beni neden aldınız ki" diye sordum. O da bana "merkez komutanı tümgeneral seni görmüş, selam vermemişsin" dedi. Bu sırada telsizden "komutanım tespit ettiğiniz astsubayı yakaladık, emriniz" diye sordu. Merkez komutanı da "benim yanıma getirin" dedi.

Ben yolda yürürken o komutan arabayla ordan geçmiş, beni görmüş! Sen istersen görme, o seni gördü ya, yeter! Allah şahidimdir kimseyi görmedim. Buna yemin ederim; ama öyle bir hakkım yokmuş, görmek zorundaymışım.

Asker Eşi Öğretmenler

Ben asker değilim ama asker eşlerinin %90 yoğunlukta çalıştığı bir ilköğretim okulunda öğretmenlik yapan bir Türk vatandaşıyım. Hiçbir zaman anlam veremediğim konuları, sitenizde yazılan hatıraları okuyunca anlamaya başladım. Sizlere teşekkür ediyorum, çünkü;

- Hatıralarınızı paylaşmamış olsaydınız, öğretmenler odasında geçirdiğimiz 10 dakikalık teneffüslerde, masanın başında oturup dinlenmekte olan diğer asker eşi öğretmenlerin, daha yüksek rütbeli bir askerin eşinin içeri girmesiyle neden ayağa kalktıklarını,

- Herhangi bir karar alınacağı zaman, akla ve mantığa yatkın olsun ya da olmasın, en yüksek rütbeli asker eşi öğretmenin sözlerinin neden uygulamaya geçirildiğini,

-Okul müdürümüzün "haydi arkadaşlar, derse giriş saatlerine dikkat edelim" uyarısının, yüksek rütbeli asker eşi öğretmenlerde neden herhangi bir tesir yapmadığını,

Maaşlarımız Kimin Cebine Gitti?

Sene 2007, Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugayı’nda asker öğretmeniz, acemi eğitimi alıyoruz.

37 lira civarı bir maaş alacaksınız dediler. Önce elden verilecek denildi. Daha sonra herkesten hesap numaralarını istediler, maaş hesabınıza yatacak denildi. Listeleri hazırlayıp verdik. Oraya da yatmadı. En sonunda Oyak kartlarınıza yatıracağız dediler. (Oyak kartı ön ödemeli kredi kartı gibi bir şey, sadece askeri tesislerde geçerli.)

Velhasılı son gün hala Oyak karta yatan bir şey yoktu. Çıktıktan sonra kartımızla Oyakbank’tan çekebileceğimizi söylemişlerdi. Oradan çıktıktan sonra merak ettim Oyakbank’a sordum. “Olmaz öyle şey, bununla biz burada nasıl işlem yapalım” dediler.

Şimdi merak ettiğim şu: bizim bölük en az 360 kişiydi. Toplamda ise 2000 civarı asker öğretmen vardı. 2000x37= 74.000 lira, yani o zamanın parasıyla 74 milyar lira bize ödenmediğine göre kimin cebine gitti?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İsimsiz Asker

Çaycıııı!

Ne bu ya? Çaycı ne ya? Ben askerim, onbaşıyım. Çaycıııı ne ya?

Askerlik hizmetimi çay ocağında çay servisi yaparak geçiriyorum. Herkes ismimle hitap ediyor; ama bir tane albay beni ifrit ediyor "çaycııııııııııı" diyerek. İsmim var benim, ismim!

İsimsiz, bize ulaşan "isimsiz" asker

Bilgisayar Sayımı

Bu siteyi açanlardan Allah razı olsun. Okuduklarım içinde hepsinin samimi olduğunu, askerlik yapmış birisi olarak kalbimle tasdik ediyorum. Bazı rütbe sahibi kişilerin de yazıları var burada, onları da okudum. Biraz gücenmişler, gücenen kişilerin yazdıklarını da samimi buluyorum. Ben askerliğimi ismini veremeyeceğin bir tugayda yaptım ve bu sitede anlatılan olaylara benzer olaylardan ben de nasibimi aldım. Tuhafıma giden arsız bir olayı anlatıyorum:

Askerlik yaptığım tugayda envanter sayımı yapılmış ve fazladan bir tane bilgisayar çıkmıştı. Bu makinenin her nasılsa içeriye girerken kaydı yapılmamış ve/veya bir şekilde kayıt dışı kalmıştı. Sayımı yapan kısım komutanım bir astsubay ve onun üstü de bir üsteğmen idi. Sayım sonuçlarını değerlendiren astsubay "ben bu bilgisayarı eve götüyorum" dedi ve bizim kısımda çalışan başka bir askere parçalara böldürdü.

Copun Ne İşe Yaradığını Öğrendik

Yıl 1980. Diyarbakır ilinin Lice ilçesinde jandarma askeriydim. Örgüt filan yok o zamanlar, Güneydoğu’da sürgün psikolojisi var.

Bir uzman gelmiş karakola, şöhretli mi şöhretli. Sürgün gelenlerden. Komutanın yine psikolojisinin bozuk olduğu bir gündü, akşama doğru Şaklat köyüne doğru gittik. Sadece bir takım askeriz ama asker yarı tanrı o zamanlar.

Komutan sövüp duruyorken emir verdi, köyün bütün erkeklerini meydana toplayın diye. Emir yerine getirildi. Köylüler komutanın kendilerini neden topladığını anlamadan komutan “soyunun” emri verdi. Bütün erkekler anadan üryan soyundular. Mırıldanmalar başladı ama herkes sırtını birbirine döndü. Irak’ta Ebu Greyb Cezaevi’nde Amerikalıların yaptığının daha kötüsünü o komutan gariban köylülere yaptı. Donup kaldık.

Copun aslında ne işe yaradığını öğrendik. O cop var ya o cop, sürgün uzmanın Fis Ovası’nın kenarında PKK’nın kurulmasını nasıl dolaylı da olsa körüklediğini gösteriyor. Ve Şaklat daha sonra örgüte en çok destek veren yer olmuş. Örgütün dağa adam çıkarmak için toplama merkezi haline gelmiş. Peki kim söyleyecek bu tür hataları? Oradaki insanları nasıl kaybettik? O copun acısı nesilden nesile hissedilmiyor mu?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Balık Uğruna Ölen Asker

1993 yılında Iğdır Kazım Karabekir İşletmesi’nde memurdum. Rusya sınırında bulunan Torunkışla Jandarma Karakolu ile çalıştığım kurumun tesisleri yan yanaydı. Karakolun komutanı bir asteğmendi.

Birgün bu karakolda bir olay olduğunu duyduk. Meğerse tabur komutanı balık istemiş, iki askeri balık tutmaya Aras kenarındaki çukurlara yollamış. Askerin biri burada tabur komutanına balık tutacağım diye boğulmuş. Ailesine görevde şehit oldu diyerek cesedini yolladılar.

Bence askerken şehit olan erlerin aileleri mutlaka otopsi yaptırmalı. Birliğinden gelen bilgilere inanmamalı.

İsimsiz, bize ulaşan memur

Sözüm Ona Dayanıklılık Testi

Askerliğimi 1961/2 tertip olarak İzmir Foça’da yaptım. Foça Jandarma Komando Okulu Çavuş Talimgah Bölüğü’nde.

Nizamiyeden sivil olarak girdiğim bu kurumda sivil kıyafetleri çıkardıktan sonra adeta kişiliğimi de çıkarmıştım. Bir robottan farksızdık. Askerlik bu olsa gerek dedik ve kabullendik. Ama daha alaya gelişimizin onbeşinci gününde 400 kişilik bölükte bizi bir çalı yığıntısının yanına götürdüler. Öyle bir yığıntıydı ki bu resmen küçük bir dağ gibiydi. Bölüğe, bu çalı yığıntılarını alacak ve 2 kilometre ilerideki bir alana taşıyacaksınız, dediler.

Mevsim yaz. Kavurucu bir sıcak var. Görevdir dedik başladık taşımaya. Çalıları kaldırdıkça nasıl bir toz çıkıyor anlatamam. Nefes alamıyoruz. Hem sıcak hem toz hem de yürüdüğümüz o yol bizi perişan etmişti. Mola verilir verilmez bölük çeşmelerine koştuk. Kana kana su içeceğimizin hayalini kurarken bir baktık çeşmelerden su akmıyor. Kendimizce çareler ararken rütbeliler ve kadrolu askerler buna mani oldular.

Mola bitti ve yine taşımaya devam ettik. İyice tükenmiştik artık.

Komutanlıkta Kaçak Mallar

1972 senesinde Gölcük Deniz Komutanlığı Bilgi İşlem Merkezi’nde erdim.

Amerika’dan geldiği söylenen askeri gemiden indirilen kaçak malların astsubaylarımızın bilgisi ve emri ile komutanlığımızın bodrum katına indirilmesine ve istiflenmesine yardımcı oldum. Gelen mallar arasında sigara, bikiniler, erkek ve hanım iç çamaşırları, parfüm ve en enteresan olanı bir bohça dolusu düdük vardı. Hala sorarım kendime, acaba hangi nedenle, kim yurtdışından bir çuval dolusu düdüğü kaçak olarak getirtmiştir?

Diğer asker arkadaşlarımız gene yurtdışından gelen gemilerden televizyon ve diğer elektrikli ev aletlerini çıkarttıklarını ve çeşitli komutanlıklara bu yükleri indirdiklerini anlattılar. Bazı arkadaşlar da başka bir gemiden ahşap yemek odası takımları indirdiklerini söylemişlerdi.

Komutanlığımızdaki tüm er askerler, asteğmenler ve üsteğmenler bu kaçak malların komutanlıkta saklandığından haberdar idiler. Tüm er arkadaşlar ve üsteğmenler gördüklerimiz ve duyduklarımız karşısında hayret içinde kalmış ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın bilgisi dahilinde gerçekleştirilen böyle bir faaliyet karşısında şaşkınlığımızı gizlemeden olayı tartışmıştık.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Astekler de Olmasa

1991 yılında İstanbul Halıcıoğlu Askerlik Dairesinde askerliğimi yaptım. İstanbul’da şehrin ortasında olmamamıza rağmen aynı eziyetleri biz de çekiyorduk.

Birgün akşam içtiması alındıktan sonra yemeklerimizi yemiş yatmak için son hazırlıkları yapıyorduk. Çavuşumuz koştura koştura geldi, “gece askerlik daire başkanı denetlemeye gelecekmiş, dolaplarınızı düzenleyin” dedi. Yat verildikten sonra ne denetlemesiymiş bu derken başçavuşun şaplağı enseme yapıştı. Hiç beklemediğim bir anda gelince yere kapaklandım, yüzümü yere vurdum, burnum kanamaya başladı. Düşerken ağzımı da ranzaya vurduğum için dudağım da patlamıştı.

Tam ben elimi yüzümü silerken şimdilerde televizyonda at yarışı tahmin yorum programı yapan nöbetçi asteğmen koğuşa geldi. O da komutanın geleceğini haber almış bize haber vermeye gelmişti.

Bingöl’de Tecavüz ve Cinayet

Ben askerliğime 1973/3 tertip olarak, Ankara Mamak 28. Mekanize Tugayı Motorlu Tabur 2. Bölük’te usta er olarak başladım.

1993 sonlarıydı ve Doğu’da sıcak çatışmalar yoğundu. Ankara’ya düştüğüm için kendimi şanslı sayıyordum, ancak çok geçmeden Batı’dan Doğu’ya yoğun askeri birlik kaydırma uygulamasından bizim tabur da nasibini aldı.

Bizim tabur Bingöl’ün Genç ilçesine kaydırıldı. İlçede eskiden kütüphane olarak kulanılan binaya yerleştik. Daha sonra da timler halinde Akdağlar’ın aşağısındaki Kulp, Lice ve Genç üçgeninin ortasında olan Güzeltepe karakoluna taşındık.

Sayısız pusu ve çatışmalara girdim. Yaklaşık olarak 1994 yılının sonbaharıydı, birgün göreve giden timler beraberlerinde bir genç kızın cesedini getirdiler. Ceset pusuya düşmüş bir PKK’lıya ait dediler. Ancak öyle dediler demesine de kızın dağdakilere benzer bir hali yoktu. Üstünde askeri renkte bir parka vardı, ama bunun dışında o yöreye ait giysiler giymişti. Küçük çiçek desenleriyle bezenmiş uzun bir etek, bordoya benzer bir kazak, ayaklar çıplak. Kızın üstündeki giysiler parçalanmış vaziyetteydi. Sarışın ve çok güzel bir kızdı, gözleri masmavi.

Doğal Sersemlik

Askere gitmeden önce orası ile ilgili inanılmaz bir önyargıya sahiptim. Sözlüklerde okuduğum çeşitli askerlik anıları, Mehmedin Kitabı adlı eser, orada burada paylaşılan KTM fotoğrafları yüzünden bir toplama kampına gideceğimi düşünüyordum. Tek tesellim “sen üniversite mezunusun, kısa dönem çavuş olursun, size karşı davranışları farklı olur” laflarıydı. Yani okumuş olmanın verdiği bir sınıf farkının nimetleri.

Askerliğimi genellikle kendi birliklerinde sorun çıkaran uzun dönem askerlerin sürgün olarak gönderildiği büyük bir kışlada kısa dönem olarak yapıp bitirdim. Gördüğüm şuydu: Türkiye’de herhangi bir devlet dairesinde ne rezillik ne haksızlık dönüyorsa aynısı üç aşağı beş yukarı burası için de geçerliydi. Ayrıca erkeklerin bol olduğu cemaat evi, erkek öğrenci yurdu gibi yerlerde çıkan sorunların (kavga, bastırılmış cinsellik, onur kırıcı hareketler, orayı yönetenler ile yaşanan sorunlar) hepsi burada da yaşanıyordu. Zaten dayak normal bir eğitim yöntemi sayılırdı, bu ülke çocuklarını kötekle yetiştirmedi mi? Ama önemli bir fark vardı; burada bunları gizlemek, askerlik anıları ile süsleyip oradaki dostluklar ile kamufle etmek sanki boynumuzun borcu gibi oluyordu.

Hakaret ve İntihar

Ben Sarıkamış’ta 57. Komando Taburu’nda askerlik yaptım. 1994-1995 yıllarında birçok aşağılık olayla karşılaştım.

Suçsuz bir arkadaşımın hayatına mal olan olayı anlatmak istiyorum. Erzincan’dan dağa çıkmış, Tunceli dağlarında operasyondaydık. Ekim ayıydı. Kumanyalarımız üç günde bir helikopterle dağa bırakılırdı. Birden kış bastırdı, ikmal yapılamadı. Yerini daha sonra öğrendiğimiz bir karakola intikal emri verildi. İki gün aç kalmıştık ve katırların bile zor taşıyacağı kadar çok yükümüz vardı.

Sivaslı bir arkadaşımız intikal esnasında yürüyememiş arkada kalmıştı.

Ayrımcılık

Ben de 74/2 tertip olarak, acemi birliği görevimi Antalya Topçular’da yaptım.

Askeriye içinde yapılan mesleki araştırmada Doğuluyum diyen hiçbir asker kaale alınmaz, kendisine bir görev verilmezdi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Burası Mars

Yıl 2007, yer Aydın.

Ben askerliğimi kısa dönem olarak yaptım. Hay keşke yapmaz olaydım! O kadar pişmanım ki şu an kim askere gitmek istiyorsa “bir daha düşün" diyorum.

Görev yerimde daha kapıdan girer girmez buranın ne lanet bir yer olduğunu anladım. Aklıma ilk gelen “ben nanayı yedim, nasıl geçecek bunca zaman” oldu.

Cehennem zebanileri gibi, ağzı bozuk, psikolojileri altüst olmuş komutanlar, omuzu yıldızlarla dolu kendini yeryüzünün hakimi sanan birsürü rütbeli… Say say bitmez, hangi birini anlatayım. Sonra eğitim, içtima, nöbet. Düşündükçe tüylerim diken diken oluyor.

İnsanlık yok sanki, sana hayvanmışsın gibi bakılıyor. Oradaki köpek senden daha değerli. Zaten ilk gün bir yüzbaşı geldi ve aynen şöyle dedi:

Ufak Tefek Hırsızlık

Ben 1978/1 tertip olarak vatani hizmetimi Edirne Keşan’da tamamladım.

Bulunduğum birlikte banyo ve çamaşırhane bölümünden sorumluydum. Depo da bizdeydi. Bölük astsubayımız depoda bulunan ve askerlerin çamaşırlarının yıkanması için gelen deterjanlardan özellikle pazar sabahları gece nöbetinden çıkarken arabasının bagajına koydurur ve götürürdü.

Depodan kendi devrelerine, askere ait olan botlardan veya çeşitli askeri malzemeleri peşkeş çekerdi; ama aylardır bot hakkını alamamış, ayağı soğuktan donan arkadaşlara bot bile vermezdi.

Bütün bunlar çok ufak gibi görünüyor ama bunu genele vurun, büyük bir denetimsizlik var ve hesap sorulamıyor. Paramız, vergilerimiz boşa gittiği gibi çocuklarımıza da bu kadar paranın içinde yüzen orduya rağmen bir bot bile çok görülüyor.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zippo Çakmak Pazarlığı

1992, Antalya Garnizon Komutanlığı.

O günlerde devam eden Körfez Savaşı sebebi ile bir Amerikan uçak gemisi ikmal için Antalya’ya gelecekti. Garnizon komutanı tüm personeli topladı ve Amerikalıların ziyareti esnasında dikkat edilecek hususlar konusunda emirler vermeye başladı. Konuşmanın bitiminde, eğer Amerikalı askerlerden Zippo çakmak, kalem, şapka gibi hediyelik eşya alan veya isteyen olursa onun askerliğini yakacağını ve çok sert şekilde cezalandırılacağını söyledi.

Ben de aynı komutanın tercümanı olarak görev yapıyordum. Amerikalı amiral birgün Garnizon Komutanlığı’nı ziyarete geldi. Hoşbeş konuşmalardan sonra bizim paşa bana demez mi:"Oğlum şu paşaya söyle de bana 4-5 tane Zippo çakmak versin, gemi armalı..."

Dondum kaldım tabii ve dedim ki: “Paşam biliyorsunuz daha önceden bize emriniz var, bunu ben isteyemem. En iyisi ben bunu bir kâğıda yazayım siz kendiniz verin Amerikalıya.” Paşa kızardı bozardı. Hiç cevap vermedi.

Nasıl mı söyleyebildim bu cümleyi? Çünkü arkamdaki torpil paşanın tuğgeneral rütbesinden birkaç gömlek daha üstteydi. Ama çok üzülüp utanmıştım o zaman, ülkem adına.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Dayak Yedin, Cezalısın

Edirne Süloğlu’nda kısa dönem askerlik yapıyorduk.

Malatyalı bir asker arkadaşımız mola esnasında dinlenirken postalını çıkarıp ayağını çimlerde serinletti diye M. Astsubay bu arkadaşa yumruk atarak yanağını şişirdi. Daha sonra olay o zamanki Yüzbaşı E. G’ye iletildi. O da arkdaşımızın yanağını bir kez daha yumrukladı.İkisinin gerekçeleri de askeri uzun dönem zannetmiş olmalarıydı.

Bu olaydan sonra o askerin ve onun arkadaşı olan bizlerin çarşı izinlerimiz üç hafta boyunca iptal edildi. Okumuş insanlar olarak şikayet etmemizden korkmuşlardı. Arkadaşımız iyileşince çarşı cezasından diğer kısa dönem askerlerle beraber kurtuldu. Büyük lütufta bulundular!

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Nah Çek Oğlum

2000 yılı, bedelli, Kütahya.

En baştan belirteyim, yaşadığım olay çok basit, buradaki hikayelerle kıyaslanamaz. Ama bazı komutanların çiğliği, toplumdan uzak kendi dünyalarının hakimi olarak yaşamayı ne kadar sevdikleri hakkında bilgi verebilir.

Askerliğimi bedelli olarak 28 gün yaptığım için tugayı hatırlamıyorum, ama Hava Er Eğitim Olabilir. Benim bulunduğum bölük muhafız idi. Bedelli yaptığımız için bize çok iyi davranıyorlardı, yine de çavuşlara yapılan hakaretlerden askerliğin nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyorduk.

Şehit Vermekten Korkma

Yıl 2006, Mayıs ayı, yer Diyarbakır.

Operasyondayız. Helikopterle kumanya ikmali yapılıyor. Bu esnada bir asker bubi tuzağına takılmış, hepimizin morali bozuk. Bir sonraki sortide tugay komutanı geldi. Biz moral vereceğini düşünürken, tabur komutanına dönüp "şehit vermekten korkma, biz hesabını veririz" dedi. 10-15 dakika durup bir sonraki sortiyle gitti. Şimdi kendisi korgeneral ve çok önemli bir görevde.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Menenjiti Görmezden Gelmek

Askerliğimi Kütahya Hava Er Eğitim Tugayı’nda yaptım. Unutamayacağım bir olayı sizlerle paylaşacağım.

Eğitim sırasında bir asker bayılmıştı; kaldırdılar revire götürdüler. Daha sonraki günlerde de bu olay defalarca tekrarlandı. Aynı asker her defasında hastaneye gidiyor fakat geri gönderiliyordu. Sonra duyduğum kadarıyla asker gün geçtikçe kötüye gitmiş. İlk olarak yürüme kabiliyetini yitirmiş, sonra da konuşma yetisini.

Sonra bir gün hepimizi bölük binasından çıkardılar. Hepimize bir ilaç verdiler, koğuşları da ilaçladılar. Daha sonra öğrendiğim kadarıyla bu asker fenalaşınca uçakla GATA'ya sevkedilmiş. Menenjitmiş. İnşallah o asker hayattadır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Uzun Dönem Eziyeti

1992’de Bilecik 9. Jandarma Çavuş Talimgahı’nda acemi birliğimi yaptım.

3 ay o kadar çok kez haksız yere dayak yedim ki bunu yapanları Allah’a havale ediyorum. Bir keresinde gece uyurken yangın tatbikatı anonsu yapıldı. Alelacele yataklardan kalktık, “yangın var” diye bağırarak dışarı çıktık. O esnada bizi arayan çavuşumuz, bize ulaşamadığı için benimle beraber 5-6 arkadaşı tatbikattan sonra koğuşta bir dövdü anlatamam. İki eliyle elmacık kemiklerimize doğru yere düşürene kadar vurdu.

Bilecik’te o yıllarda çok dayak vardı, çok dayağa şahit oldum. Acemi birliğim boyunca 10’a yakın dayak yedim, çoğunu da haketmeden yedim. Zaten hakettiğine inandığın dayak insanın kalbini acıtmıyor. Şu an askerde dayağın azaldığını duyuyorum. Özellikle 4 yıllık üniversite mezunlarına hiç dayak yokmuş. Ben herkese okumayı ve hakkını arayacak bilince sahip olmayı tavsiye ediyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Yasaları Bilenden Korkuyorlar

Allah'ıma binlerce kez şükrediyorum askere gitmeden sivil hastaneden rapor aldığım için.

Raporumu kimseye göstermeden, şubeyle filan da uğraşmadan gidip birliğime teslim oldum. Katılım muayenesinde raporu gösterip oradaki asteğmen doktordan hastaneye sevk yazmasını istedim. Yazdı, sağolsun. 18 günlük bekleyişin ardından hastaneye gittim.

GATA'da başıma büyük bir şey gelmedi. Hakaretler, tehditler, insan yerine koymamalar, anne babamdan genetik geçen hastalık için "hasta olurken bana mı sordun" lafları falan hiç önemli değil. “Ben bu halimle birliğe gidersem ne olacak” dediğimde, hiç unutmuyorum, G. Yüzbaşı "öl, geber! Ne yapayım ben sana" lafını etmişti.

Kulak Çınlatan Tokat Sesi

299. kısa dönem, İstanbul, Baştabya. Yıl 2004.

Askerlikteki hak ihlalleri, işkenceler, yolsuzluklar ve mantıksızlıklar saymakla bitmez. Bulunduğum bölükte kısa dönemlere komutanlar tarafından kızıldığı; "lan", "salak", "mal" gibi hitap edildiği olurdu. Ama ne kendim ne de arkadaşlarım bir kısa dönemin dayak yediğine veya çok ağır bir küfür işittiğine şahit olmadık.

Ancak uzun dönem kardeşlerimizin dayak yediğine hemen hemen her gün şahit oluyorduk. Buna dayak demek doğru olmaz. Çünkü insan annesinden babasından bile dayak yerken en azından kaçma veya korunma hareketinde bulunabilir. Ama askerde dayak yerken bırakın korunmayı esas duruşunuzu bile bozmak dayağın artması için bir gerekçe ise bu düpedüz işkencedir.

Ben askerliğimde bir tokatın insan yanağı üzerinde ne kadar kuvvetli bir ses çıkarabileceğine şahit oldum. Çift gün çarşı izni istemek için bölük başçavuşunun odasına girmiştim. O sırada benim arkamdan iki uzun dönem girdi, kapı önünde beklemeye başladılar. Sonradan öğrendiğime göre biri alt devre, diğeri üst devre imiş. Başçavuş bana "sen bekle" dedi ve ayağa kalkıp arkamdaki askerlerin önünde durdu. Diyalog şöyle gerçekleşti:

Bu Bedenin Sahibi Kim?

Askerliğimi Kıbrıs'ta 63/3 tertip olarak yaptım. Açıkça söyleyeyim, ben kendimi hiçbir zaman bu devletin bir parçası hissetmedim. Askere de kendi isteğimle gitmedim.

Acemi birliğinde bizi içtima alanına toplamışlardı. Yaklaşık 500 kişiydik. Karşımızda bir teğmen "sizin ot kadar değeriniz yok" diyordu. Biz bunu hak edecek ne yapmıştık? İnsanları kendi köleleri zannediyorlar.

Usta birliği için Kıbrıs-Lefkoşa'ya gittik. İlk gün komutanlar hepimizi toplayıp konuşma yaptı, yeni gelen tertiplere oranın kural ve disiplininden bahsettiler. Konuşmalardan en ilgincini bir üsteğmen yaptı. Dedi ki: "Eğer sizin bir üstünüz size emir verirse, diyelim sizin ırzınıza geçmek isterse bile, verilen emre önce itaat edeceksiniz; ancak ondan sonra gelip şikayette bulunabilirsiniz."

Bunu hiç bir zaman unutmadım ve şu ana kadar bunu hiç kimseye söylemedim. Zaten ne diye anlatacaksın? İnsan ne diyeceğini bilmiyor.

Maalesef çok acılar çektik ve hiç hak etmediğimiz şekilde muameleler gördük. Askerliğim hep denetlemelerle geçti. Gördüm ki komutanlar ne yapıyorlarsa rütbe almak için yapıyorlar. Bir de kendilerini üstün ırk gibi görüyorlar.

Rabbim bunları hidayete erdirsin.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Çöplükteki Kıyafetleri Giydik

2008 yılında Urfa-Ceylanpınar 2. Hudut Bölüğü Ateşahmet Bölük Merkezi'nde kısa dönem olarak askerliğimi yaptım.

Ateşahmet'e gelmeden önce Viranşehir'de bize verilmemiş olan bütün kışlık kıyafetler ve botları sanki verilmiş gibi imzalattılar. Havalar soğudu. Biz yazlık kamuflajlarla üşümeye başladık. Komutana meseleyi açtığımızda, atış alanındaki varillerin içinde kışlık parkaların ve çöplükte de kışlık botların olduğunu söyledi.

Çöplüğe ve atış alanına gittik ve istemeye istemeye de olsa eskimiş, kokmuş, sararmış parkalari aldık. 3-4 kez yıkadık. Eski botları da yıkadık, boyadık ve giydik. Bu sırada bölük merkezimize teşrif eden tugay komutanımız denetim adı altında uzmanların ve bölük komutanının hazırladığı yemekleri yiyip yiyip gidiyordu. Askerin hali perişandı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Gidin Memleketinizde İntihar Edin

Ben askerliğimi 1981/2 tertip olarak Amasya 15. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda yaptım.

Kendim de birçok kötü, insanlıkdışı ve haksız muameleye tabi tutuldum, ancak daha beteri ben Doğu ve Batı’dan gelen insanlara uygulanan açık çifte standardı ilk defa askerde gördüm. Anlatmaya kalksam inanın anlatmakla bitmez, birçok haksızlık gördüm, kendim de haksızlığa uğradım ama bir tanesini hiç unutamadım.

Bizim tugaya bağlı birlikteki emniyet bölüğünde Karamanlı bir tertibim vardı. Çok iyi, gariban ve duygusal bir insandı; ama bölüğünde huzuru yoktu. Astsubaylardan, çavuşlardan, üst devrelerden hep dayak yiyiyordu. Birçoğumuz gibi onun da psikolojisi bozulmuştu. Bütün bunların üstüne bir de 20 gün hapis cezası yedi ve askerliği 20 gün uzadı. Zaten her günü cehennem ızdırabı gibiydi.

Çok soğuk bir kış günü nöbetten geldim, yemekhanede oturuyordum. Karamanlı tertibim yanıma geldi, oturdu ve bana “ver hatıra defterini, sana hatıra yazayım” dedi. Ben de “daha askerliğimiz çok acelesi ne ki?” dedim. “Olsun içimden geldi” dedi, aldı, yazdı. O günün sabahına nöbette intihar etti.

Olaydan sonra bizi bağlı birlikler komutanı bir albay topladı ve bize “içinizde bunun gibi o. çocukları varsa gelsin izin vereyim, gitsin kendisini memleketinde öldürsün. Ordunun adını kötüye çıkarmasın” dedi.

Flamanın Bedelini Canıyla Ödedi

Ben Cengiz Cengizer, askerliğime 85/2 tertip olarak Hatay Serinyol 123. Jandarma Alay Komutanlığı 1. Tabur 1. Bölük’te başladım. Orada 75 gün kaldım.

İlk 30 gün eğitim gördüm, ancak eğitimden çok küfürlere ve dayaklara maruz kaldık. Ondan sonra flama yarışları başladı. Koşu flamasında 2,4 km koşmaya tam teşkilatlı olarak başladık. Bende nefes darlığı olduğu için, yazın ortasında 40 dereceye varan sıcaklıkta koşamadım, hep gerilerde kaldım. Durumu benim gibi olan 20’ye yakın tertibim vardı. Komutanlarımız zorla koşmamız için dayak tehdidinde bulundular. Yine de koşamadık.

Koşamayanlardan biri de Konyalı bir arkadaşımızdı. Yarışma günü geldiğinde bu asker uzman çavuşa gidip kilolarından dolayı koşamayacağını söyledi. Uzman çavuş ona bir tokat atarak “eşşek gibi koşacaksın” dedi. Konyalı asker koşunun ortasında yere yığılıp düştü. Nefes nefese kalmıştı. Bu yetmiyormuş gibi durumu gören oradaki bazı erler ve uzmanlar bunu koşması için sürüklediler. Bir yandan da tekme atıp tokatlıyorlardı. Çocuk en sonunda bayıldı. En sonunda ambulans gelip çocuğu aldı.

Ömrümün Sekiz Ayı

Ben 1998-1999 yılları arasında kısa dönem olarak askerliğimi yaptım. Maalesef askerliğin bana kazandırdığı birşey olmadığı gibi benim de askerliğe hiçbir katkım olmamıştır. Sadece ömrümden yaklaşık 8 ay boşa geçti. Bir de 8 ay boyunca maaş alamadım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Hülya Avşar’ın Bacakları

1999-2001 arasında İzmir Bornova 10. Jandarma Er Eğitim Alayı 7. Bölük’te 79/3 tertip olarak askerliğimi yaptim. Tabii birsürü haksızlığa ve onur kırıcı olaya şahit oldum ve yaşadım. Sadece bir-ikisini anlatayım.

Efendim, bendeniz biraz marangozluktan anlarım. Dolayısıyla bir dönem 7. Bölük’teki marangozluk işlerine baktım. Karargah bölüğünde de bir marangoz arkadaşım vardı. Onunla da irtibat halindeydik, hatta arada bir birlikte çalışırdık, ben ondan yardım da alırdım.

Birgün karargah bölüğündeki bu marangoz arkadaşıma bir iş vermişler ve her nasılsa yaptığı işten pek memnun olmamışlar. Bir karargah astsubayı da çok kızmış ve işi bana tevdi etmiş. Astsubay beni çağırdı ben de gittim. Ben önünde esas duruşta bekler vaziyette kendisini dinlerken astsubay bu arkadaşa bir sürü küfür etti. Ana, bacı, vs. hiçbir şey bırakmıyordu.

Sonra benden arkadaşa ettiği küfrü onaylamamı istedi: “Orospu çocuğu ulan bu, değil mi?” Ben de sessiz kaldım tabii. Onu onaylayan bir söz söylemediğim için tekrar bana, “ne diyorsun, bu çocuk orospu çocuğu mu değil mi, hiç sesin çıkmıyor?!” diye baskı yaptı. Ben yine ses çıkarmadım. Bu arada başka birileri geldi de ben kurtuldum.

Yaşadığım bir başka olayı daha anlatayım:

Subayın Askere Duyduğu Nefret

Yıl 2002, yer Mardin/Kızıltepe.

Ben o zaman askerliğimi 3.Tabur Karargah Bölüğü’nde yapıyordum. Bir takım komutanımız vardı, üsteğmendi. Askerlerden öyle bir nefret ederdi ki inanılmaz. Ben askerliğim süresince onun askerlere yaptıklarına utançla şahit oldum ve askere gelirken taşıdığım o tertemiz duygular onun sayesinde kaybolup gittti.

Bir gün havan eğitimi yapıyorduk, ben havan manga komutanıydım, arkadaşım Ş.F. de havan nişancısıydı. Ancak havanın ayağı arızalı olduğu için bir türlü doğru nişan alamıyorduk. Bir süre sonra takım komutanı yanımıza geldi. Nişandan baktığında havanın tevcihinin bozuk olduğunu gördü. Durumu anlatmamıza rağmen bize ana avrat küfür etmeye ve nişancı arkadaşımı dövmeye başladı. Arkadaşımı tam bir buçuk saat dövdü. Botun ucuyla bacağına o kadar çok vurdu ki bacağın derisi soyuldu, kemiği görünüyordu. Arkadaşım Ş.F. artık dayak yemekten ayakta duramıyordu. Üstelik iki hafta önce annesini kaybetmişti ve onun acısını yaşıyordu.

Biz hemen Ş.F.’yi revire götürdük ve bacağını sardırdık. Ancak takım komutanı üsteğmen, Ş.F.’ yi tekrar yanına çağırttı ve gelir gelmez sargılı bacağına bir tekme daha attı. Çocuk yere yığıldı. Ben “komutanım ne yapıyorsunuz? Adamın ayakta duracak hali kalmadı, düşmana mı vuruyorsunuz?” deyince benim de üzerime geldi ve göğsüme tekmeyle vurdu. Sonra bana “çavuş sana emir veriyorum Ş.F.’nin memleketi İzmir’e Ş.F. ile birlikte gidiyorsunuz, Ş.F.’nin anasını, bacısını, karısını alıyorsun, bir otel tutuyorsun. Otelin parasını da ben vereceğim. Dördünü de üstüste koyup s...yorsun, sonra da Ş.F.’yi alıp geliyorsun” dedi. Ş.F. duyduklarının karşısında birşey yapamayınca ağlamaya başladı.

İntikam Peşinde

203. kısa dönem olarak Denizli 12. Piyade Alayı 5. Makineli Tüfek Taburu’nda askerlik yaptım. Burada yazılan çoğu olaylara ve benzerlerine şahit oldum.

Kısa dönem erlerden rüşvet isteyen uzman çavuşlar (bunun adına gakçılık derlerdi), 1 saatlik yemek molamızda devamlı önümüzden geçerek ayağa kalkmamızı isteyen asteğmenler ve kırmızı kazıklı uzman çavuşlar…

Elimde sigara olduğu için bana tekme atan ancak üzerine yürüdüğümde korkup kaçan asteğmen T. K. gibi insanlar nedeniyle 7 aylık kısa dönem askerliğimin 7 günü disko denilen hapishanede geçti. Gittim yattım, ama asla kendimi ezdirmedim.

Bugün bile o asteğmeni şekli ve şemaliyle hatırlarım. Askerliğimi bitirdiğim zaman ilk iş olarak onu İstanbul Çağlayan’da takıldığı kahvede aradım. Allah’ın sevgili kuluymuşum ki yoktu ya da beni gören diğer devre asteğmen ona haber verdiği için bir daha oraya gitmedi. Yoksa onu kesin biçecektim.

Özel Kuvvetler’de Hayalkırıklığı

Sene 2009. Mayıs ayında, 1989/2 tertip olarak ben de askerlik hizmetime başlama heyecanı içideydim. Acemi birliğim Samsun Sahra Sıhhiye Eğitim Merkez Komutanlığı’ndaydı.

75 günlük eğitimimin ardından usta birliğim Ankara Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı’na çıkınca çok sevinmiştim. Özel Kuvvetler’de bordo berelilerle beraber askerlik vazifemi yerine getirecektim.

Usta birlğime teslim olduğumda nizamiye kapısında nöbet tutan bordo berelileri gördüğüm zaman onların arasına girdiğim için heyecanladım. Ama geçen zaman içinde yaşadıklarım hiç de göründüğü gibi olmadığını öğretti bana. Orada bordo bereyi takıp kendini başka dünyadan gelmiş gibi gören astsubaylardan tiksindim; 10 dakikada bir içtima alan başçavuşlardan, askeri hor gören astsubay çavuşlardan iğrendim.

En kötüsü ise Özel Kuvvetler’in kendi askerlerine mahsus olan hapishanesiydi. Guantanamo’dan beter bir yerdi. Hapishane başçavuşunun askerlere yaptığı işkenceler hala gözümün önünden gitmiyor.

Özel Kuvvetler denince gurur duymuyorum, aksine iğreniyorum. Allah hepsini bildiği gibi yapsın.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

İyi ki de Kaytarmışım

Yıl 2005. 307. kısa dönem İzmir/Bergama.

Hangisini anlatmamı istersiniz...

Bölüğümüzdeki uzman onbaşının bizim gibi kısa dönem gelmiş bir abimize sille tokat girdiğini mi? O abimiz imamdı, evliydi, çoluğu-çocuğu vardı.

Yine bölüğümüzün uzman çavuşlarının özellikle kısa dönemlere hakaret edip uzun dönemlerle de dalga geçmelerini mi?

Tabur komutanımızın tatbikatlarda kendisi için kurdurduğu özel karavanı mı? O esnada biz soğuktan ölüyorduk, yemek pis kaplardan dağıtılıyordu, tuvalet yoktu, yağmur yağıyor ve de çadırlar rüzgardan uçuyordu.

Bölük astsubayının evini taşımamızı mı?

Doğu’da görev yapmış kıdemli başçavuşun uzun dönem kardeşlerimizi psikopatça dövüp hakaret ettiğini mi?

Bu arada kendimi hep suçlu hissettim, kaytardım diye. İyi ki verilen her görevden kaytarmışım, şimdi arkadaşların hatıralarını okuyorum da hepsinin canı cehenneme.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı