Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Ben Hala Bunalımdayım

Ben askerliğimi 1989/2 devre olarak Ankara Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda yaptım.

Askerliğim oraya çıktığında o kadar sevinmişitim ki... Kimsenin göremeyeceği özel insanlarla özel kuvvetlerde askerlik yapacaktım. Anam derdi ki "oğul, asker ocağı peygamber ocağı!" Ama nerde! O kadar eziyetli bir askerlik yaşadım ki saçlarım döküldü.

2009 Ağustas ayında acemi birliğimden özel kuvvetlere teslim olduk. Nizamiyinin önüne geldiğimde bir tane bordo bereli uzman çavuş "alın bunları, soyun, her yerlerine bakın, daha kazılacak çok çukur var" diye bağırıyor ve kahkaha atıyordu. Ben o an duraksadım, fakat çok geçti artık. 2 tane inzibat bizi aldı ve nizamiyeye götürdü. Çantalarımızın içi boşaltıldı ve donumuza kadar soyundurdular. WC'ye sokularak donumuzu da indirdiler.

Bizim yaptığımız askerlik değil, başka bir şeydi. Her sabah 5'te kalkıp özel kuvvetler komutanının geleceği 5 kilometrelik yolu süpürür, üzerindeki ağaçları sulardık. Sonra çapaları verirlerdi elimize... Çapalamaya, ağustos sıcağında hiç ara vermeden sabahtan öğleye kadar devam ederdik. Kimsenin doğrulmasına izin verilmezdi. Doğrulan, dikenli otların içinde süründürülürdü.

Keşke Aptalın Teki Olsaymışım

1988 yılında Malatya Askerlik Şubesi'nde askerliğimi yaparkan yaşadıklarımı burada paylaşmak istiyorum.

Yazıcı olarak görev yaptım. Özel lise mezunu olduğum için kafam iyi çalışırdı. Ama keşke aptalın teki olsaymışım, çünkü bu yüzden şubedeki tüm subayların angaryalarını yapmaktan başka bir işim olmadı.

Şube başkanı binbaşının kızının matematik ödevlerini ben yaptım. Oğlunun fen ödevini ben yaptım. Hanımı öğretmendi, onun da birsürü yazılarını ve teksirlerini ben yazıp basmışımdır. Diğer subayların eşlerine ve çocuklarına da özel sekreterleri gibi hizmet ettim. Kimse oturup bir satır yazı yazmazdı, ben sabahlara kadar daktilo başında ömrümü çürüttüm. Hepsinden nefret ettim ve hala ediyorum.

Üstelik bir gün bile bir tanesinden "teşekkür" veya "eline sağlık" diye bir şey duymadım. Aksine mutlaka bir hata bulup laf sokarlardı. Yalnız beni değil, subedeki birçok askeri özel işlerinde sınırsızca kullanırlardı.

Birgün üsteğmenin evine eşya taşıyan arkadaşlardan birisi mutfaktan bir ayva alıp gizlice yemiş diye 3 gün boyunca dayak yedi ve aç bırakıldı.

Daha anlatacak çok kötü olaylar yaşadım; ama unutmak istediğim şeyler bunlar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Kıymeti Olmayan İnsanlar

Askerliğimi 2009'da Ağrı İl Jandarma Komutanlığı'nda yaptım.

Ağrı'nın soğuğunu bilmeyen yoktur. Aylardan aralık. Askeri lojmanlarda gece 12-2 nöbetini tutuyorum. Dışarıdaki hava eksi 30-35 civarında. Nöbetim bitiyor. Ancak ben daha alaya dönemeden, arabası olduğu halde benzinine kıyamayan bir atsubayın hasta kızı için o gecenin eksili soğuğunda tam bir saat boyunca nöbetçi eczane aramak durumunda kalıyoruz. Arkası açık olan bir cip, arkasında biz. Kendileri cipin ön bölümünde ısınırken biz donuyorduk.

En azından araçtan indiğinde "arkadaşlar kusura bakmayın" demesi gerekirken araçtan arkasına bakmadan inmesi...

Bu orada gördüklerimin onda biri bile değil.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Kediye İşkence

Deprem sonrası İzmit Seymen Kışlası. Tabur Komutanı Binbaşı H.E.

Sadist bir adamdı. Kedilerin peşine köpeğini salar, hayvan köpekten kurtulayım deyip ağaca çıktığında da haşmetmeap hazretleri havalı tabancası ile ağaçtaki kediye ateş ederdi. Küçük kapsüller hayvanın derisine işlerdi. Kedi can havli ile miyavladıkça hazret keyif alırdı. Zavallı kedi ağaçtan inse köpek var, inmese insan görünümlü bir haşere var.

Haftasonları ailesiyle ya da misafirleriyle gelip çupra emreder ve rakısıyla bir güzel götürürdü. Emrindeki subay ve astsubayların evlerine teftiş ziyaretleri yapar, istihbarat toplardı. Gazinodaki eğlence programlarına katılımı itina ile denetlerdi. (Kim katıldı/katılmadı, kim alkol aldı/almadı vs.) Bazı inançlı subay ve astsubay da mecburen 1 kadeh alkol almak zorunda kalırdı. Emrindeki subaylar kendisini geçip kurmay olurlar diye onların yurt dışına görev çıkışlarına müsaade etmezdi. Gazinoda bira satışı yasak olduğu halde muvazzaflar için bira ve rakı satışını serbest yapmıştı. Ama kolordu komutanı teftişe geleceği zaman tutuşur, tüm rakı ve biraları kasaları ile beraber gizlettirirdi selametli...

Uzatmayayım. Gördüğünüz gibi vatan aşkıyla yanıp tutuşurdu. Öldüyse rakısı çuprası bol olsun, yaşıyorsa da Allah hidayet versin.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Dayaksız Geçen Günlerin Ardından Sevinirdik

9. Jandarma Er Eğitim Alayı'nda 1991 yılında acemiliğimi yaptım.

Askerliği onurlu bir meslek olarak görürdüm hep, ancak yaşadıklarımdan sonra fikrim değişti. Dayak desen her gün. Dayağın olmadığı gün "aaa, bugün dayak yemedik" diye sevinirdik.

Askerlik yapmaya giderken sevinçle gittik. Orduda kalmayı bile düşünmüştüm. Askerlik bitince kışlaların etrafından bile geçemez oldum. Psikolojim bozulmuştu.

Çok büyük bir değişim lazım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Define Avcıları

Askerliğimi 2008 yılında Kıbrıs'ta kısa dönem olarak yaptım. Hiçbir iş yapmadığım için askerlik yatarak geçti. Yani torpilli denilen sınıftaydım. Kıbrıs'a ayak basar basmaz saçma sapan işlerle askerlerin oraya buraya nasıl koşuştuğunu görünce insan büyük bir hayalkırıklığına uğruyor.

Efendim, bizim kahraman (!) bir tabur komutanımız vardı, zannediyorum binbaşıydı. O Ağustos'ta rütbe alacaktı kendisi; ancak definecilikten ordudan atıldı. Kahraman komutan, kışla nöbetçisi olduğu gecelerde nöbetçi er ve erbaşların ellerine kazma kürek verip askeri cip ile bir yerlere götürüyor, elinde bulunan Rumca haritaya bakıp kazı yaptırıyordu. Bir gece, iki gece, üç gece derken sona yaklaşılıyor. Asker çocukların söylediğine göre 1-2 günlük işleri kalmış. Sonrası komutanın vaat ettiği lüks arabalar, paralar vs.

Şükür ki sivil halktan birileri olayı polise intikal ettiriyor ve polisler bir gece iş üstünde kazma kürek suçüstü yapıyor.

Orduevi Kuaförü

Ben 2003 yılı, İstanbul Harbiye Orduevi'nde askerliğimi yaptım.

Büyük bir orduevi olduğu için birçok rütbeli askerin gelip gittiği bir yerdi. Ne ararsanız en kalitelisini en ucuza bulabileceğiniz bir yerdi. Ben başımızdan geçen olayı anlatayım.

Burada bayan kuaförü bölümünde hizmet vermekteydik. Ben daha yeniydim. Birgün kısım amiri başçavuşu M.Ç. bütün kuaförleri malzeme deposunun oraya içtimaya çağırdı. Hepimize bir güzel sopa çekti. Özellikle benim iki tertip üstüm arkadaşa öyle bir sopa çekti ki... Dövmekle kalsa iyi; pantolonunu, kazağını (sivil elbise ile hizmet veriyorduk) ve hatta atletini dahi paramparça etti. Çok ama çok aşağılayıcı bir durumdu doğrusu.

Çok şaşıracaksınız belki ama suçumuz bahşiş almaktı. Düşünsenize, sabah 8'de başlardı mesai, akşam 8'e kadar kesinlikle durmak yok. Sadece 20 dakika öğle, 20 dakika akşam yemeği... Çoğu zaman yoğunluktan dolayı yemek bile yiyemiyorduk.

Antidepresan İlaçla İdare Ettim

Ben Diyarbakır 7'nci Kolordu 2'nci Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi'nde askerlik yaptım.

Cezaevi müdürü bu sene yarbay rütbesine yükselen M.T., herkesin gözü önünde bir arkadaşı sadece habersiz şekilde çarşaf katladığı ve kendisini görmediği için bir karate çelmesiyle düşürdü, suratına ve göğsüne botuyla basarak "seni öldürürüm" diye defalarca tehdit etti. Sonra arkadaşı dövüp kenara attı... Darp-cebir raporu aldık. Ama sonucu söyleyeyim mi? Koca bir sıfır! Çünkü ben ne kadar uğraşsam da dayak yiyen arkadaş korkusunu yenip şikayette bulunamadı.

Sürekli olarak hem askeri hem de rütbeli personeli tehdit eden, aşağılayan, onlara hakaret dolu sözler eden bir birlik komutanı... İlk gittiğim anda anladım ki zor bir askerlik olacak; çünkü sorunlu, psikolojisi bozuk, üst rütbeliler konusunda yalakalıkta sınır tanımayan, insana ise değer vermeyen, küfürbaz, ikiyüzlü bir adam ile karşı karşıyayım.

Ölürseniz Aileniz Rahat Eder

Acemi birliğimi İzmir Yenifoça'da, usta birliğimi ise Muş İl Jandarma komutanlığı'nda 87/4 olarak yaptım. Sakın kimse yanlış anlamasın TSK'yı karalamak için yazmadım. Sadece içimi dökmek istedim. Aslında birsürü konu var; ama sadece bir tanesini anlatsam yeter.

Bir ara Köşktepe adında bir koruma sahamız vardı. Akşam saat 6'da nöbet başlardı, sabah saat 7'de biterdi. Yani kesintisiz olarak 12 saat nöbet tutardık. Günde ise sadece 4 saat uyuyabiliyorduk.

Bir ara bizim koruma sahamızda çatışma çıktı. Bir komutanımız şöyle dedi: "Size bir şey olursa devlet ne de olsa ailenize tazminat öder, sorun çıkmaz. Aileniz o parayla rahat eder". Bu laf benim çok zoruma gitti, dayanamadım: "Komutanım, biz de insan değil miyiz? Bizim ailemiz bizleri size sağsalim dönmemiz için emanet olarak gönderdiler."

Makine Mühendisinden İstenen İş

Yedek subay okulunda eğitimdeyken, koşarak bir teğmen geldi. Beş tane makina mühendisi lazım diyerek bizleri alıp bölük komutanının yanına götürdü. Komutanının odasına girdik. "Cip bozulmuş" dedi. Birbirimizin yüzüne baktıktan sonra yutkunarak: "Komutanım, okulda araçlar ve motorlarla ilgili çok kapsamlı bir bilgi edindik, ama pratikte bir cipi tamir edemeyiz" dedim.

Yüzbaşının cevabı hala kulaklarımda çınlar. "İteceksiniz oğlum, iteceksiniz!"

İsimsiz

Astına Kartal, Üstüne Güvercin

Kayseri Kısa Dönem Jandama.

Askerde en dikkatimi çeken şeylerden biri komutan denen şahısların askere aslan kesildikten beş dakika sonra, kendilerinden bırakın 1 rütbe üstünü bir sene kıdemlisini gördüklerinde kedi kesilmeleriydi. Az önceki yırtıcı kartallar gidiyor birden bire sakin uysal birer güvercin oluveriyorlardı.

Birgün bizim rütbeliye "komutanım 10-15 tane A4 kağıt alabilir miyim" dedim. Bir kükreyişi vardı ki "evladım, bunlar ordunun malı; nasıl oluyor da istiyorsun" diye. Neden sonra "komutanım üsteğmen istedi" deyince bir anda "hemen götür hemen götür" deyiverdi. Üstelik daha 2 hafta önce evini de ordunun malı olan askere taşıtmıştı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Cephane Sayımı

Askerliğimi 2009 yılında, Antep 5. Zırhlı Tugay'da kısa dönem olarak yaptım.

Askerde bölüğümün ikmal çavuşu olduğumdan, ayda bir kere yapılan bölük cephanesi sayımına bir uzman ile birlikte ben de giderdim. Tuhafıma giden şey eğer o uzman çavuş o gün izinliyse veya başka bir görevi varsa sayımın o gün yapılamıyor olmasıydı. Çünkü sadece o olduğu zaman fişeklerin ve mühimmatın sayısı tutturulabiliyor, üstlere izah edilebiliyordu. Sayısı ve parti numaraları belli olan mühimmatın neden sadece bir kişi tarafından açıklanabildiğini ise anlamakta zorlanıyordum.

Katıldığım 4 sayımda da 250-300 adet 7,65 G3 mermisini jipe taşıdığımızı, komutanlar cephanelikten çıktıktan sonra da tekrar içeri koyduğumuzu çok iyi hatırlıyorum. O mermileri ben bir şekilde tugayın dışına çıkarsam kimse bana hesap bile soramazdı.

Yani açıkçası ordu elindeki malzemenin envanterini tutma ve hesabını yapma konusunda da tam bir fecaat. Ayrıca burada yazılanların hepsi birer suç duyurusu hükmünde ama bakalım biz bu suçların cezalandırıldığını görebilecek miyiz?

Sunguralp, bize ulaşan eski asker

Susuzluk Eğitimi

Yıl 2007, İzmir Yenifoça'da komando acemi eğitimi alıyorduk.

Yenifoça'yı bilenler bilir, Bekaa Vadisi gibi arazi şartlarının çok zor olduğu, insanlığın bittiği ve devreciliğin en üst seviyede olduğu bir eğitim birliğidir. Ağustos ayı olduğu için sıcaklık yüksek derecede, bölük ağır eğitimden gelmiş, tabur içtima alanında ayakta bekliyor. Herkes bir damla su arıyor içmek için. Sonra teğmen 10 dakikalık dinlenme süresi verdi. Herkes tuvaletlere koştu su içmek için, ama nerde! Rütbeliler asker su içmesin diye tüm su bağlantı şebekelerini kestirmiş. Kantin de kapalı olduğu için su içemeden 10 dakika doldu.

Yine toplandık, ayakta bekliyoruz. Teğmen yine sahneye çıktı, elindeki su şişesinden suyun yarısını içti ve geri kalan kısmını yere döktü. Gülerek bunların bize eğitim amaçlı yapıldığını söyledi. Askerleri saatlerce susuz bırakmak eğitimmiş.

Yine bir sabah, sabah içtiması için bölük binası önünde toplandık. Bot boyası olmadığı için botlarımı boyayamamıştım. Uzman çavuş görüp "bu ne lan" dediğinde "efendim boyam yok" demeye kalmadan suratıma iki tane yumruk yedim. Ben ne olduğunu anlayamadan "burda efendim yok lan" dedi. "Komutanım diyeceksin" dedi.

Bu zihniyet değişmediği sürece askerlik yapılmaz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Seccadeye Makas Vuran Başçavuş

Ben de her Türk genci gibi vatan millet aşkıyla gittiğim askerlikten nefretle döndüm. Askerliğim rahattı çok şükür ama gördüğüm olaylar tiksindirdi beni.

Birgün bölükte arama vardı. Dolaplar darmadağın edildi. Aramada bazı askerlerin baba dediği ve yalakalık yaptığı bir başçavuş vardı. Bu insan, bir arkadaşımızın dolabında gördüğü seccadeyi elindeki makasla parçalara ayırmıştı. Bölüğün hemen 30 metre ilerisinde bizim bölüğe bağlı bir cami vardı halbuki! Ama bu adam camiye vermek yerine seccadeyi elindeki makasla kesmişti.

Daha fazla yazamayacağım sinirlerim gerilmeye başladı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Köpeği G3 İle Öldürdü

Ben size askerlerin gözü önünde, bir yavru köpeğin bir astsubay tarafından katledildiğini anlatacağım.

Dış karakoldaydık. Bir tane yavru köpeğimiz vardı, karakolun maskotuydu. Komutan onunla oynardı, bazen de eğitirdi kendi usullerine göre. Birgün köpeğe ayağıyla vurmuş, köpek de komutana hırlamış. Hırlaması zoruna gitmişti herhalde, komutan buna ayağıyla vurmaya başladı. Hayvan kaçmaya çalışıyor, kaçamıyor.

Sonunda bunu köpek kulübesine bağladı. Başladı buna büyük büyük taşlar atmaya. "Komutanım yapmayın" diyoruz, "siz karışmayın, o bana sadık olacak" diyor. Hayvancağız feryat ediyor, sanki orada bir insan ağlıyor gibi... Allah şahidim olsun hayvanın yüzü kanlar içinde kaldı. Mecali de kalmadı, zor hareket ediyor. Komutan hıncını alamadı, gitti kulübeyi kaldırıp köpeğin üstüne attı. O halde bırakıp karakola geçti.

Bizim bir arkadaş köpeğin tasmasını çıkardı, köpeğe "oğlum git", diyor; "kaç" diyor; ama hayvancağızın mecali kalmamış. Derken astsubay geldi. "Bu köpek daha bir şeye yaramaz" diyerek G3 ile hayvanı orada vurdu. Kanımız donmuştu. Böyle bir insan olabilir mi? Sadece kendi egosunu tatmin etmek için bir hayvanı işkenceyle öldürüyor.

Ben bu astsubayın bu vatana bu millete faydalı olacağını düşünemiyorum. Bir insanda merhamet duygusu yoksa o insandan her şey beklenir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerde Neler Öğrendim?

Askerliği rahat bitirebilmek için hep birileriyle arayı iyi tutmak gerekiyor. Az nöbete gidip çok çarşıya çıkmak için bölük yazıcısıyla; çay içebilmek için çaycıyla (ki çaycı kendi arkadaşına çay doldururken, "çay var mı?" diye soran başka birine rahatlıkla çay kalmadı diyebilen bir bünyedir); istihkakın biraz fazlasını yiyebilmek için yemekhanecilerle; sabah biraz fazla uyuyabilmek için koğuşçuyla; içki reyonunu kullanabilmek için kantin sorumlularıyla; yırtılan botun veya eskiyen kamuflajın yerine biraz daha iyi durumdakini alabilmek için depocuyla; telefonu kullanarak eş dostla görüşebilmek için santralcilerle; dışarıdan yemek söyleyebilmek için nizamiye nöbetçi subayı/astsubayı ile; çarşı dönüşü telefon, müzik çalar, cd, flash disk ve bilimum yasak maddeleri sokabilmek için nizamiye görevlileriyle; sık sık evci iznine çıkabilmek için sırasıyla bölük yazıcısı, bölük astsubayı ve bölük komutanıyla; orduevi varsa ve yemek söylemek icap ederse buradan bir kaç kişiyle... velhasıl uzar gider bu.

Terhis olurken bile bunların birçoğuyla iyi olmak gerekiyor, zira ilişik kesme kağıdını götürdüğünde anandan emdiğin sütü burnundan getirebilirler.

Sonra bana soruyorlar, "askerde ne öğrendin" diye. Yalakalığı, nabza göre şerbet vermeyi, yalan söylemeyi, en önemlisi beş para etmez adamları sırf rütbesi var diye adam yerine koymayı...

İlker Şamcı, bize ulaşan eski asker

Eğreti İşler

2010 yılında Haziran ayı... Doğubeyazıt 1. Mekanize Piyade Tugayı'nda askerdim.

Bölük komutanımız hepimize "götveren şerefsizler" hatta "o. çocuğu" derdi. Kimseyi sevmezdi.

Birgün garajda nöbet tutuyorum. Garajın yarısı lağım. Her şey sinek, pislik... Kamyonlarla kapatılması için kumlar geldi, döküldü. Biz de kepçe bekliyoruz, gelsin de kapatsın diye. Çünkü bayağı büyük bir alandı. 3 hafta kepçe gelmedi. Bölük komutanı nöbetçilere ve birkaç askere küreklerle kapatmalarını emretmiş. İnanın attığımız kum kayboluyordu lağımın içinde. Derinmiş.

Benim askerliğim Kasım'da bitti. Giderken son kez baktım; daha yarısı duruyordu. Koskocaman birlik bir kepçe yollayamadı.

Yemekleri anlatmaya gerek yok. İçinden kurt-ip-kıl her şey çıkıyordu. Gelirseniz askere görürsünüz. Doğu daha kötü.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerin Çocuk Gibi Ağlayışı

Ben askerliğimde değil de sivil hayatımda iken rastladığım bir şeyi yazmak istiyorum. Evet, yazmak istiyorum.

2003 senesinde Kartal'daki Yapıkredi bankasında kuyruktayım. Önümde de bir er vardı. Bayağı bekledik. Bir 20 dakika kadar sonra askerin yanına bir teğmen geldi, omzundan tutarak kendine çekti, kulağına bir şeyler fısıldadı. Gitti, ama hemen geri geldi. Yine aynı hareketi yaptı. Askerin üniformasından küstahça çekti ve kulağına bir şeyler fısıldayıp bıraktı.

İnanır mısınız, o asker bankada o kadar utandı, o kadar rencide oldu ki... Resmen kıpkırmızı oldu. Başını aşağıya eğdi. Botunun üzerine gözyaşlarının düştüğünü hatırlıyorum. Ağlıyordu. O askerin sessizce, çaresizce, çocuk gibi ağlayışı hala aklımda.

İsimsiz

Askerliğin Yanından Geçmem

1998 yılında askere gittim. Siirt'te askerlik yaptım. Hani eskiler vatan sevgilerini anlatmak için "tekrar çağırsalar tekrar giderim askere" derler ya, ben öyle salakça ve insanlık dışı şeyler gördüm ki askere değil gitmek, askerliğin yanından geçmem.

Askerin sırtına 20-25 kg mühimmat, duruma göre de taş yükle; eğitim adı altında saat tutarak bir tepeye koştur; zamanında gelemezse döv, söv, hakaret et... bu ne biçim bir düzen, bu ne biçim bir eğitim anlayışı? Nasıl, ne biçim bir düzen kurulmuş ki insanların o an sesi soluğu çıkmıyor?

"Ah şimdi olsa öyle yapmazdım, şöyle yapardım" diyorsunuz; ama iş işten geçiyor. Gençliğimin en güzel yılları Güneydoğu'da kayboldu. Ne yaptım, devlete-millete ne hizmetim oldu? Kocaman bir hiç! Orada rütbelilere hizmet edeceğime keşke herhangi bir kamu kuruluşunda b.k temizleseydim daha iyi olurdu. Hiç değilse adam muamelesi görürdüm.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerde Ayran Nasıl Yapılır?

Askerliğimi 2005 yılında 305. kısa dönem er olarak yaptım. Acemi birliğim İzmir Deniz Er Eğitim Tugayı idi.

Yaklaşık yüzde sekseni torpillilerden oluşan bir yer. Torpile örnek vereyim: Yan ranzamda yatan büyük bir tekstil firmasının sahibinin oğlu idi. Abisinin tavsiyesi üzerine kendisine aynı yerde askerlik ayarlanmış. Zaten usta birliğini de Çeşme'ye ayarladı ve orada yaptı.

Koridorlarında borsa konuşulan bir birlik. Eğitime güneş kremleri sürülüp çıkılıyordu. Torpil öyle boyutlardaydı ki bazıları tüm acemiliğini gazinolarda, büfelerde otura otura yaptı. Burada askerlik yapanların çoğu zengin kişilerin şımarık çocuklarıydı. Bulaşık yıkamak pek hoşlarına gitmiyordu. Benimse eğitim yapmak hoşuma gitmiyordu. Anlaşıp onların yerine yemekhanede ben çalışıyordum. Yemek yaparak ve bulaşık yıkayarak 28 günlük eğitimin 12 gününden yırttım. Ama asıl anlatmak istediğim daha başka.

Birgün yemekte ayran çıkacaktı. Yaklaşık 1000 kişilik ayran yaptık. Bu ayranı nasıl yaptığımız çok ilginçtir: Yaklaşık 500 adet 200 ml'lik yoğurdu kesip kazana doldurduk, üstlerine su kattık. Ulan ya 1000 ayran al veya 5 kiloluk 10 kiloluk yoğurtları kullanarak ayran yap. Bu nasıl bir akıl? Şimdi sizce burada bir rant dönmüyor mu?

Ha bir de askere ekmeği bayatlatıp verirler, az yesinler diye. Ne tasarruf düşkünü komutanlarımız var, değil mi? Böyle vatansever askerler oldukça sırtımız yere gelmez.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Gıcıklık Olsun Diye

Askerliğimi 1997 yılında Balıkesir'de asteğmen olarak yaptım.

Amirim kıdemli bir albay idi. Çalıştığımız yerde bulunan sivil memur, asker ve subayları kendi güttüğü koyunlar olarak görüyor, bu kişilere hakaret ve dayak atarak kendi ruh hastalığını yansıtıyordu. Ben sadece bir hatıramı paylaşmak isterim.

Askerliğim sırasında sözlü idim. Nişan yapılması için cumartesi gününe anlaşılmış. Ben de daha önceden albaydan izin almıştım. Zaten memur mesaisi gibi çalıştığımızdan akşam 5'ten sonra, bir de cumartesi ve pazar tatil günümüzdü. Nişan İstanbul'da gerçekleşeceğinden ve İstanbul'un Balıkesir'in garnizon hudutları dışında olmasından ötürü, albayım sağ olsun haftasonu cumartesi için bir gün izin verdi. Fakat "pazar günü seni burada göreceğim; çünkü tatbikat yapacağız" dedi.

Ben cumartesi nişanı yaptım. Gece saat 01:00 otobüsü ile yorgun argın yola çıkarak sabah 07:00'de vazife başına geldim. Fakat piyasa sakin... Nöbetçiler haricinde kimse etrafta yok. Anladım ki bizim albay dalgasına, eziyetine veya gıcıklığına beni çağırmış. Ne de olsa oradaki kanun koyucunun kendi olduğunu düşünüyor. İtiraz hakkınız yok.

Şu anda askerdeki kardeşlerimizi Allah'a emanet ediyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Eğer Kurşunları Üstlerine Sıksaydı

Tunceli İl Jandarma Komutanlığı, 2000 yılı.

Üst devre arkadaşımı görev yaptığı köy karakolundan getirip 8 ay boyunca jandarma binasının restorasyon işlerini yaptırdılar. İzne gitmek için defalarca bölük komutanıyla konuştuysa da gönderilmedi. Çıkan tartışma sonrası savunması alınarak 1 hafta hapis yatmak zorunda kaldı.

Bundan daha ağır gelen şey ise karakolun dış cephe boyası yetmediği için bütün personelin önünde hakarete uğraması, karşılık vermesi, çıkan tartışmada silahına davranıp havaya 1 şarjör boşaltması ve tezkeresine 3 hafta kalmışken zindana girmesi... İnanın çok üzmüştü bizleri bu durum.

Tek sevindiğim arkadaşımızın tüm şarjörü havaya sıkmış olması. Üstlerine sıksaydı o sabah bütün rütbeliler ölebilirdi. O zaman da şehit sayılırlardı. Tazminat talep edilirdi devletten.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Tüyü Bitmemiş Yetimlerin Hakkı

Yemin töreninden sonra atış eğitimleri başladığında, herkese ilk önce üç köşe teşkil yaptırılır. Temel eğitimden sonra silaha konan gerçek mermilerle atış alanına gidilir, 25 metreden o lanet kağıda ateş edilir. Diğer acemilerin silahları hemen yanınızda patladığı için baskı altındasınızdır. Gene de en azından kağıdı vurdum deyip kendinizi avuturken bölük komutanının bir anda ana avrat bölüğün önünde size sövüp sayması adama ne çok koyar bilen bilir.

İşin içine ananızı-bacınızı karıştırdığı için o an silahta bir mermi daha olsa ya kendinize ya da o rütbeliye sıkacak kadar insanın fevri dönse de kuyruğu kıstırıp hiç birşey yapamazsınız. Diğer turda "ya yine yapamazsam" psikolojisi ile atış alanına varır, sıranızı arkadaki arkadaşlarınızla değişmek istersiniz. Ancak herkeste aynı telaşın olduğunu anlayıp çaresiz bir şekilde sıranın size gelmesini beklersiniz.

Üsteğmenin bize söverken "tüyü bitmemiş yetimin hakkını sen nasıl çarçur edersin" demesi hala gözlerimin önünde.

Usta birliğimi Tunceli'de yaptım. Galatasaray'ın UEFA kupasını aldığı gece biz dağda pusuda beklerken, kutlama yapmak adına bir anda her şeyden habersiz Tunceli semalarının izli mermiler ve aydınlatma fişeği ile aydınlanması, aklıma hep o üsteğmeni getirir.

Birgün Tunceli'de 2 teröristi sıkıştıran kocaman askeri birliklerin ve havadan Cobra helikopterlerinin karavanaya sıktıkları mermileri ve roketleri görünce içimden gene "tüyü bitmememiş yetimlerin hakları" sözü geçti.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bu İnsanı Nasıl Böyle Yarattın?

Ben askerliğimi 2009 yılında Kıbrıs'ta Mevlevi Taburu'nda, yani 2. Tabur'da yaptım.

Bir bölük komutanımız vardı, adını anmak bile istemiyorum, Ö.K. Allahım böyle bir adam olamaz. Bu adam altındaki rütbelilere ve askerlere yapmadığını bırakmadı. Kendisi hiçbir ise karışmaz, yapması gereken işleri diğer rütbelilere yaptırırdı. Kendisi de sabahtan akşama kadar bilgisayarın başından kalkmaz, mesai bitiminde de eve kaçardı. Garibim diğer rütbeliler de verdiği görevleri yapmak için çırpınırlardı. Adamın arkasında 3 tane haberci dolanır, biri evinin bahçesini sular, biri arabasını yıkar, biri de sabahtan akşama kadar bu adamın kapısında beklerdi.

Hep düşünürdüm "Allahım bu insanı nasıl böyle yarattın" diye. Kendinden başkasını düşünmeyen, kendini çok akıllı zanneden gerizekalı birisiydi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Albay Rıdvan Özden'e Yapılan Suikast

Uçak kazasında şehit düşen eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ekibinden olan Albay Rıdvan Özden, İstanbul’da kaçakçılık faaliyetlerinin üzerine gitti. Akaryakıt kaçakçılığında kullanılan araçların jandarmaya ait tesislerden birinde saklandığını belirledi. Olay yargıya taşındı. 1994 senesinde tayini Mardin’e çıktı. Mardin’de görev yaparken sınırda JİTEM’in PKK ile koordineli yaptığı kaçakçılık ve uyuşturucu sevkiyatını ortaya çıkardı. Bazı görevliler hakkında dava açılmasını sağladı. Kasım 1994’de Mardin’de resmi aracına kurulan pusudan kurtuldu. 12 Ağustos 1995’te iki korumasıyla birlikte öldürüldü.

Aşağıda Rıdvan Özden’in eşi Tomris Özden’le yapılan mülakatı okuyoruz:

Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşimle 1974’te tanıştım, Urfa’da. Babam orada görevliydi. Ben de bankacıydım. Eşim de ilk kurasını çekip oraya gelmiş. Böyle tanıştık eşimle, ondan kısa bir süre sonra da evlendik.

O zaman görevi neydi?

O, 1974’te üsteğmen olarak geldi. İlk olarak Urfa’da jandarma birlik komutanıydı. Ben liseyi yeni bitirmiştim, yeni bankacıydım, İş Bankası’nda. Astsubay değildi, subaydı.
(---)
Nerede evlendiniz?

Düğün Urfa’da oldu. Eşim çok iyi bir insandı ama duygusal anlamda biraz... Geçmiş zaman. Çok modern bir insandı eşim, çok iyi bir insan, aşık olduğum insan. Kayınvalidem ve ev işleri iyi gidiyordu. Derken işte hamilelik, derken asker aileleriyle şeyler. Çok iyiydi ama bir şeyler ters gidiyordu. Yani ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Ben en basitinden üniversite okumak istiyordum, çalışmak istiyordum. Ama o beni edilgenliğe mahkum ediyor; asker camialarında kısır yapan, pasta çörek yapan, komutan hanımlarının elini öpen bir kadın olmamı istiyordu. Çünkü çok güçlü bir adam, çalışkan, paşa olacak. Ben bunları yapmıyordum.

Bazen Seven Bazen Döven İktidar

2002-2003 yılları arasında Kıbrıs'ta Orgeneral Eşref Bitlis Kışlası'nda askerliğimi yaptım.

Nöbetçi çavuş kolluğunu taktığım birgün, akşam yemeğinde yemek dağıtımını kontrol ediyorum. Bu arada uzman çavuş M. geldi oturdu ve yemeğini yemeye başladı. O gün yemekte kadınbudu köfte vardı ve her askere iki tane köfte verilmesi gerekiyordu. Yemek dağıtımı yapan çocuklardan bir tanesi "F. Abi, (askere tecilli olarak gittiğim için yaşım büyüktü, çocuklar genelde "abi" diye hitap ederlerdi) M. uzmanımız iki tabaktan birer tane köfte aldı" dedi. Çocuğu yanıma aldım, o tabakları da yanına almasını söyledim. Uzmanın yanına gittik. Uzmana "komutanım, askerlerin tabaklarından birer tane köfte almışsınız, tabaklar burada, lütfen fazla olarak aldığınız köfteleri verin" dedim. Bunun üzerine uzman ayağa kalkarak "lan zaten sana gıcık oluyorum, s.tir git, yemesin i.neler" dedi ve yakamı toplayıp bir yumruk salladı.

Eğer PKK'li Olsaydım...

Yıl 1995, yer Ankara. 4. Ana Jet Üssü'nde uzun dönem er olarak askerliğimi yaptım.

Doğulu olduğum için bölük komutanı yüzbaşı bana görev vermezdi. Doğu'dan gelenler sadece nöbet tutar ve iş mangasında çalıştırılırdı. Birgün askerler arasında muhafız seçimi vardı. Seçimlerde 14 askerden 12 tanesi göreve seçilirken ben ve diğer arkadaşım Doğulu olduğumuz için göreve alınmadık.

Sonra bölük komutanının bozulan bisikletini tamir etmem için beni çağırdı, elimden böyle şeyler geliyordu. Ben bisikleti tamir ettikten sonra tekmil vermek için karşısına çıktım. Doğulu olduğumu biliyordu. Bana "sen Kürt müsün" diye sordu. "Evet" dedim. Sonra bana "senin PKK ile bir ilişkin var mı" diye sordu. "Eğer PKK ile ilişkim olsaydı, karşınıza Türkiye Cumhuriyeti askeri olarak değil, dağda sizinle çatışan biri olarak çıkardım" dedim.

Ama bu soruyu hiç unutmadım ve hayatım boyunca da unutamayacağım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Gördüm de Gördüm İşte

Askerliğimi 2000 yılında Gaziantep'te 5. Zırhlı Tugay'da yaptım.

O vakitler 28 Şubat'ın artçı sarsıntılarının devam ettiği vakitlerdi. Tugay komutanı olacak adamın bütün tugayı bir araya toplayıp "bundan sonra ülkeyi biz yöneteceğiz; kaymakamları, hakim-savcıları biz eğitip göndereceğiz" diye hava attığı zamanlardı. Tugay kurmay binbaşısının tugayda nöbetçi olduğu zamanlarda, tugaya karı getirip alem yaptığı zamanlardı.

Kısa dönem öğretmenlerin tabur komutanların çocuklarına ders verip tugay komutanından takdirname ve plaket aldıklarını gördüm. Tugay komutanının karısına rüşvet olarak verilmiş son model Megane marka otomobile bir askerin şoför olarak görevlendirildiğini ve bir başka askerin koruma olarak verildiğini gördüm. Tugay aile kantininde dönen dolapları, tugaydaki askerlere hizmet veren kantinde dönen dolapları gördüm. Levazımda bir arkadaşımızın bu dolaplara tahammül edemediği için ve sırf "olmaz böyle şey" dediği için disiplin cezası yediğini gördüm.

Bölük komutanının üstünde namaz kılınıyordur diye bir tahta parçasını bütün bölüğün önünde parçalatıp yaktığını gördüm. Gördüm de gördüm işte...

Bu sistemle asla adam olmayız. Askerlerin insan olma hakkı yok iken, askeriyeyi siviller denetleyemezken askeriye asla adam olmaz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Neden Açlık Grevi Yapıyorum?

Vicdani retçi İnan Süver'in Ekim 2010'da Buca Askeri Cezaevi'nden yazdığı mektup

15. Koğuş dedikleri yer 2 metre genişliğinde, 3.5 metre uzunluğunda 10 hücreden oluşuyor. 10. hücrede Memed, 9. hücrede ben kalıyorum. 7. ve 8. hücreler boş. Memed'in yalnızca sesini duyabiliyorum. Memed ODTÜ mezunu, turizmci. Suçunu bilmiyorum. Sürekli bağırıp tepiniyor. Akli dengesi yerinde değil. Elbiselerini ve verilen battaniyeyi yırtıp, duvarları yumrukluyor.

Dün sabah 04'te uyandırdı beni. Geceyarısına kadar bağırıp durmuştu. Bazen acayip oynak şarkılar söylüyor. Bazen üşüyorum diye inliyor. Bazen de, "basurum var, götüm acıyo" diye ağlıyor. Memed sürekli olarak etrafa sıçıyor. Osuruk ve bok kokusundan bazen baygınlık geçiriyorum. Ancak gardiyanlar gelip acımasızca vurduklarında içim eziliyor. Üzülüyorum. Memed'le bazen sohbet ediyoruz. Mesela ben "Ankara" diyorum o "götüm kara" diyor. Böylesi sohbetler...

Burdaki gardiyanların bazıları iki ayaklı hayvan. Aslında hayvan da denmez bunlara. Bana Memed'e davrandıkları gibi davranmıyorlar. Yani aslında benimle hiç konuşmuyor, yüzüme dahi bakmıyorlar. İlk gece battaniye, yastık ve çarşaf vermediler. Bir tek üzeri önceden kanlanmış bir sünger döşek verdiler. Eşimin bana getirdiği yeni, giymeye kıymadığım elbiselerin tümünü üşüdüğüm için üstüste giyip bu kanlı döşekte uzanmak zorunda kaldım.

Sigara ve su da vermiyorlardı. Suyu çeşmeden avucumla içtim. Ertesi gün su ve sigara verdiler. Bu sabah ise müdür odasına çağırdı beni. Gittim, daha ağzımı açmadan, "vatan haini misin ulan, atın bu vatan hainini 17'ye" diye bağırdı.

Burası daha beter. Kedi büyüklüğünde, cesur, kaçmayan farelerle dolu.

Sanki Vatan Sırf Onların

Bu vatan için can vermek tüm Türk gençlerinin hayalidir. Ne de güzel uğurlanırız askere... Annemiz bir parça ekmeği ısırtıp yarısını saklar, nasibi onu beklesin diye... Sanırız ki o coşku ile gittiğimiz yerde de aynı coşkuyla karşılaşacağız.

Ama öyle olmadığını daha nizamiyeden içeri girdiğinde anlarsın. İlk günler düşünürsün, belki askeri terbiye için bu böyledir diye... Aradan günler ve aylar geçer. Acemi birliğinde gördüğün eğitim ve disiplini hayra yorar, doğuda görev yapacağını bildiğin için bunun gerektiğini düşünürsün. Günlük iki ya da üç saat uykuyla ve saatlerce süren eğitimle doksan günlük acemi birliğini tamamlarsın. Parası olan ailesinin yanına gider, bir hafta özlem giderir. Parası olmayanlar ise verilen 12 TL ile usta birliğine gider.

Usta birliğinde her şeyin düzeleceğini düşünürsün; fakat orada da devrecilikle karşılaşırsın. Komutanınından yakın ilgi beklersin, şefkat beklersin; fakat nafile... Rütbeliler ya, sanki vatan sırf onların. En basitinden cep telefonu kullanıp ailenle, yakınlarınla, sevgilinle veya eşinle konuşmak istersin. Tamam, elbette askerlik çocuk oyuncağı değil; fakat oraya giden ne çok kınalı kuzu, ailesine düşkün ne çok çocuk var. Bunları subaylar böyle düşünmez, emin olun. Senin varlığın onlar için amele yığınından başka bir şey ifade etmez.

Asker, Eğlen!

Sipil Dağı'nın eteğinde, yani Manisa'da askerlik yaptım.

En garibime giden olaylardan biri astsubay ve uzmanların akşama kadar harıl harıl yanan sobalı odalarından çıkıp: "Ne o, hepiniz titriyosunuz! Asker adam üşümez, bana bakın, ben üşüyor muyum?" demeleriydi... Koğuşlarımızın sıcaklığı bile onların kullandıkları odaların sıcaklığının üçte biri bile olmuyordu.

En garip ve aslında trajikomik olaylardan birisi ise şuydu: Bir yılbaşı akşamı koğuşumuza gelen (tam hatırlamıyorum) bir çavuş veya onbaşının "arkadaşlar, emir geldi, bugün herkes mehmetçik gazinosunda eğlenecek" demesiydi. Eğlenmek için gittik gazinoya: Asker eğlenecek! Bir düdük sesi... Dönüp bakıyoruz, bıyıkları yeni terleyen bir astsubay herkesi yerine oturtuyor: "Arkadaşlar eğlenin dediysek, biraz daha yavaş eğlenin. Sakin sakin eğlenin, bakın birazdan kuruyemişlerinizi de dağıtıcam"

İsimsiz bize ulaşan eski asker

İhtiyaç Torbası Nedir?

Vatana hizmet için evlatlarını davul-zurnayla askere gönderen bu yüce milletin evlatlarına askerlik esnasında kimi subay ve astsubayların onlarca yıldır uyguladıkları işkence ve zulümlerin, hatta bazen düşman esir kamplarını dahi aratmayan barbarlıklarının açık yüreklilikle gündeme getirilmesine önayak olduğunuz için sizleri kutlarım. Bu yazım Türkiye’nin en güvenilir kurumunun içinde neler döndüğünün küçük bir örneği olacaktır.

Sene 1984. Yer: Diyarbakır. Silvan 10. Jandarma Er Eğitim Alayı.

N.T adında bir binbaşı var. Kantini ve çay ocaklarını adeta haraca bağlamış, askerin üç kuruşuna göz dikmiş, hepsini soyup soğana çeviriyor. Jandarmaya verilen cüzi maaştan dahi kimseye kuruş verilmezdi. Oradaki soygunlara birkaç örnek: Çarşı iznine çıkan usta erlerin dışarıdan traş malzemesi, mendil, jilet, ayakkabı boyası, mektup kağıdı ve zarfı, kalem, bisküvi vs. getirmesini yasakladı. Çünkü bunlar kantinde satılıyor. Ama dışarıda yüz liraya satılan bir permatik kantinde 500 lira. Dışarıda yüz lira olan bir bardak çayın fiyatı alaydaki çay ocaklarında beş yüz lira... Bölgede henüz terör yok; ama acemi erlerin dışarıya çarşıya çıkmaları yasak. Tüm ihtiyaçlarını alay içindeki kantinden gidermek zorundalar.

Binbaşı N.T. En sonunda “ihtiyaç torbası” adı altında bir torba icat etti.

Askerde İlk Üç Günüm

Askerliğimi 319. kısa dönem olarak Gaziantep 5. Zırhlı Tugay'da yaptım.

Anlatacak çok fazla şey var. Bizi en olumsuz etkileyen olaydan başlayayım. Birliğime 12 Aralık'ta teslim oldum. Bilenler bilir: Aralık celbi, kısa dönemlerin en yoğun olarak gittiği celptir. Biz de toplam personel sayısının 3000-3500 kişi olduğunu tahmin ettiğim bir birliğe 500 küsur kısa dönem olarak gönderildik. Biz gitmeden önce listeler oraya ulaştığı için tugayda bizim kaç kişi oraya geleceğimizi daha önceden bildiklerini söylemeye gerek yok sanırım.

Saat 5'e doğru birliğime teslim oldum ve uzunca bir sıranın bizi beklediğini gördüm. Soğukta sabit durmanın insanı nasıl üşüttüğünü anlatamam. Daha sonra işlemlerin yapıldığı binaya nihayet girdiğimizde bu iş için tek bir askerin görevlendirildiğini görmüştüm. O gün 500 kişinin ilk giriş işlemlerini tek bir kişiye yaptırdılar. O gün anlamıştım amaç işleri en uzun ve en sancılı biçimde yaptırmaktı. Bekletmek, uzatmak, zorlaştırmak hep bunun için. Tüm işlemlerimiz bitip kalacağımız koğuşa ulaşıp yatabildiğimizde saat gece 2'yi geçiyordu.

İnan Süver'in Cezaevinden Başbakana Yazdığı Mektup


Askere gitmeyi reddeden İnan Süver, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektupta bir sivil ölü haline getirildiğini söylüyor, bu sebeple idamını istiyor. 2001'den beri devlet "ben kimseyi öldürmem" diyen İnan Süver'in hayatını çalıyor. Ama o gene de "öldürmektense ölmeyi tercih ediyorum; ben buradayım, buyrun!" diye sesleniyor.

İnan Süver'in cezaevinden yazdığı mektup:



Size bu mektubu kural ve yönetmeliğine uymadığımdan dolayı diğer mahkumlardan ayrı, tek başıma kaldığım 20 metrekarelik koğuşumdan, gecenin 03.20 sinde, uykusundan çoğu zaman olduğu gibi bağırarak uyanmış, gecenin karanlığında kimsesizlik ve yalnızlık bunalımına düştüğüm anlarda yazıyorum.

23 Temmuz 2001 yılından bu yana ısrarla ve inatla asker edilmek isteniyorum. Oysa ben 3 çocuk babası/inşaat işçisi/kimsenin tavuğuna kış/kimsenin de kedisine pisi pisi etmemiş/bilerek ince belli kara karıncayı incitmemiş/hep güçsüzden/hep kaybedenden yana olmuş(futbolda bile hep küme düşme tehlikesinde olan takımları tutmuş)/asla kimseye hükmetme derdinde olmayan, aynı zamanda kimsenin de emrine girmeyen, yalnız doğmuş, yalnız gömüleceğini bilen, buna göre yaşamak isteyen biriyim. Hal böyle iken 17 bin faili meçhul cinayetin işlendiği/4000 köyün yakıldığı/köylerinden yurtlarından zorla şehirlere göç ettirilen milyonlarca aç perişan yaşamların olduğu/50 000 gencin öldürüldüğü/kardeşin kardeşe düşman edilip kinlendirildiği/milyonlarca gencin ruhsal rahatsızlıklara itildiği/binlercesinin de intiharlara sürüklendiği lanet savaş ve savaşma sanatı denen askerliği yapamıyorum, yapmıyorum. Ana kuzusu, tığ gibi, sakalı doğrudüzgün çıkmamış gençlerin de yapmasını istemiyorum.

Bu lanet savaşınıza kimsenin, tek bir gencin bile katılmaması için ne gerekiyorsa var gücümle yapacağım. 9 yıldır düştüğüm asker kaçaklığı durumu ile vatandaş olarak hiçbir hakkımdan yararlanmadım. Sivil ölü olarak çok zor koşularda yaşadım.

Git Anana Telefon Et

Kilis Martavan 1. Hudut Taburu 4. Bölük'te askerdim.

Askerler arasında devrecilik yüzünden kavga çıkmıştı. T. isminde bir üsteğmen vardı. Kavga eden arkadaşlardan birine onlarca askerin önünde: "Sen delikanlısın değil mi? Kavga ettin ya, annen senle gurur duyuyordur şimdi. Bak orada telefon kulübesi var. Git anana telefon et, onu s**tiğimi söyle. Hadi ara." diye küfürler etmişti. Olayın ardından bölük komutanı O.S. bu iki tertipteki tüm askerleri dövmüştü.

Askerlik yapanlar askerde nasıl dayak atıldığını bilirler. Beyniniz sarsılır. İnsan bir gün kendine gelemez. Biz oraya subayların lojmanlarının merdivenlerini yıkamaya, bebeklerine babysitter'lık yapmaya, subay-astsubayların aptal komplekslerinin kölesi olmaya gitmiyoruz. En azından çocuklarımızın bizimle aynı kaderi paylaşmaması için uğraşalım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Komutan Görmesin

Askerlik yaptığım tugaya içinde generallerin de olduğu bir heyet geleceği söylendi. Bir arkadaşımla birlikte çavuş olarak bize verilen görev şuydu: Acemi askerleri eğitim alanının yanıbaşında bulunan gazinoda tutmak, hiçbir şekilde dışarı çıkartmamak. Diğer bölüklerdeki askerler için de aynı uygulama yapılmış. Bu olaydan kısa bir süre önce teftişe gelen albaya görünmemek için birkaç uzmanın canhıraş bir şekilde kaçışına ve buldukları ilk kuytuya kendilerini attıklarına da şahit olmuştum.

Generaller ve albaylardan gizlenen askerler cüzzamlı, vebalı insanlar mı? Neden bu tarz ziyaretler esnasında askerlerin dışarıda görünmesi istenmez? Aslında nedeni basit: Her şey şekil askerde. Ortalıkta gezinen askerin ya kılığı-kıyafeti düzgün değilse, ya ziyarete gelen rütbelilerin gözüne bir olumsuzluk takılırsa?

Eminim o gün ziyarete gelen general ve albaylar da kendi görev yaptıkları yerlerde aynısını yapıyorlardır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Komutanın Oğluna Hizmetçilik Yaptım

Ben Manisa 1. Piyade Tugayı'nda haberci olarak askerlik yaptım.

Komutana habercilikten çok oğluna hizmetçilik yaptım. Askerlik görevini yerine getirmeye gelmiş bir kısa dönem tüm askerliği boyunca komutanın oğluna özel olarak satranç dersi verdi.

Grip salgını vardı. Arkadaşlarım acile ateşler içinde yürüyerek götürüldüler. Oysa devletin arabasını ve benzinini komutanın oğlunu taşımak için çok kullandık biz. Devlete hizmet edenler hastahaneye yürüyerek giderken, komutan çocukları devletin arabası ve benzini ile her yere gidebiliyorlardı. Adalet mi bu?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Vatan Her An Kurtarılmayı Bekliyor

Evet, artık bu rezillikleri anlatmanın vakti geldi. Herkes gibi ben de askere gitmeden önce ordunun güvenilir bir kurum olduğunu sanıyordum, ama öyle değilmiş.

Yakın bir zamanda Ankara'da kısa dönem olarak askerlik yaptım. Bizi insan yerine koymuyorlardı. Afedersiniz, bir itten farksızdık. Çeşit çeşit hakaretler işitiyor, küfür yiyorduk. Eğer kendimi tutmasaydım şimdi cezaevinde olacaktım. Size iki olay anlatacağım.

Birgün birliğin santraline beni tek başıma koydular. Düşünün, yerime bakacak biri olmadığı için tuvalete bile gidemiyorum. Bu şekilde 4-5 saat idare ettim; sonra dayanamadım santrali bırakıp tuvalete gittim. Ben 5 dakika tuvaletteyken o günkü nöbetçi amir binbaşı aramış. Beni bulamadığı için daha sonra santrali bastı ve bana hakaret etti, kafamı koparacağını söyledi. İtirazım üzerine "gerekirse leğen koy buraya s.ç" dedi.

Zİyaretçİ Sayısı