Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Paşanın Tören Keyfi

2008 Erzincan 59. Topçu Tugayı

Bu anımı paylaşmadan önce belirtmek isterim ki; askerliğimi yapmadan önce Silahlı Kuvvetlerimize olan inancım, saygım ve sevgim sonsuzdu. Kesinlikle aleyhine olan hiçbir şeyi kabul etmez, laf söylettirmezdim. Çok salakmışım!

Düşünün:
-Sıcaklık 52 derece
-Altı yanan bir tencere görevi gören asfaltın üstündesiniz
-Üstünüzde sırf yazlık tören elbisesinin göze hitap etmediğini düşünen bir komutan yüzünden, kışlık tören elbisesi ve ayağınızda kışlık bot var.
-Tören elbiseleri giyildikten sonra paçaları yapılır. Gömlek palaskaya iyice sıkıştırılır, hareket ederseniz ise hemen kırışır. Bu yüzden hareket etmek de yasak!
-Bir bardak su içmek mi istediniz? Türk askeri aç susuz yaşayabilir. Gerek yok...
-Peki niye bu ızdırabı çekiyorsunuz? Çünkü Paşa gelecek. Peki gelince ne olacak? Tam 10 saniye sürecek bir karşılama töreni yapılacak.
-Paşa tam 4 saat beklenir, hareket etmek yasak. Su içmek yok, hava 50-52 derece arası seyrediyor. Üstünüzde kışlık tören elbiseleri.

Bilmem bu bahsettiğim olayı hayal edebiliyor musunuz? Şöyle söyleyeyim kendizi bir anda keşke düşsem, bayılsam ağzım burnum patlasa diye dua ederken bulabilirsiniz. Bana aynen böyle olmuştu. Ancak ne düştüm ne bayıldım. O acıyı, ızdırabı tam 4 saat boyunca çektim. Üstüne cezası da cabası!

4 saatlik anlamlı bekleyişimizden sonra sonunda Paşa geldi:

Nitelikli Askerin Faydaları

2009'da, Afyon'da kısa dönem jandarma olarak askerlik yaptım.

Burda böyle şeyler yazılmaya başlanmasına, TV kanallarında cesaret edemeseler de, internette yayımlanmasına o kadar sevindim ki... Öncelikle benden 156 günümü alan her kimse, sorumlusu her kimse hakkımı helal etmiyorum. Askerden geldiğim ilk zamanlar, aklıma geldikçe ağza alınmayacak küfürler eder olmuştum. Uzun dönem askerlik yapanları düşünüp şükredip susmaya çalışıyordum; ama olmuyor.

Ne anlatayım ki, hangi birinden bahsedeyim. Ben 20 yaşındaki bir adama çay götürmek zorunda mıyım? Peygamber ocağı böyle miydi? Allah Allah diyen ordu nerede? Vatani görev hergün rütbeli tuvaletini temizleyip, evini taşımak, faturalarını ödeyip, çocuklarını okuldan alıp okula bırakmak mı?

Özellikle "nitelikli askerden daha uzun süre faydalanmamız lazım" sözünü duyunca çıldırdım.

Canım Yanıyordu!

Can yanması.. Çile çekmek için Tibet'e gidiyormuş bazı o. çocukları. Askere gitsinler bence. Bir kutsal görev adı altındaki zorunluluğun ne denli can yakıcı olduğunu görmek için.
155 gün, 12 ay ya da 460 gün kaybolsunlar zaman kavramının içerisinde... Canları yansın... Haftanın üç günü 4 saat arayla 4'er saatlik iki gece nöbetine çıkıp da delirsinler uykusuzluktan... Yitirsinler akılllarını...

Ben gittim çünkü.. İlk gün, bir zırhlı tugayın içerisine düştüğüm an, "ben buraya ait değilim" dedim. Ki bunun ıspat edilmesi uzun sürmedi. Aradan geçen bir kaç acemilik haftası sonrasında bir gece tüm koğuş uyurken ayağıma terlikleri geçirip, firar etmeyi düşündüm. 3. kattaki koğuştan indim aşağıya. Telefon kulübesinin dibine çöküp bir sigara içtim. Annemi aradım. Açmadı telefonu. Ablamı aradım. Açmadı. Abimi. En sevdiğim arkadaşımı. Hiç sevmediğim bir müşterimi... O da açmayınca kafamdan bir numara çevirdim. O da açmadı. Öylece kaldım o telefon kulübesinin dibinde. Canım yanıyordu.

Acıya dair, can yanmasına dair hissettiğim her şeyin koca bir yalan olduğunu o an anladım. Benim çekeceğim acı yeni başlıyordu. Benim çilem, arınmam şimdi başlıyordu. 29 yaşımda, erkek oluyordum. Zoruma giden her şeye "emredersiniz komutanım" diye diye... Zira tasarlanan hiçbir şey bana göre değildi. Hiçbir şey hem de!

Denetleme adı altındaki görsel şovdan önce tüm askerlerin nasıl huzursuz edildiğini bir ben biliyordum sanki.

Küfürlere Karşı Kendimizi Savunamıyorduk

Yakın bir zamanda bir kardeşim askerlik görevini yeni tamamlamış, anlata anlata bitiremiyordu.Ben de ona “neden bu kadar anlatıyorsun” deyince kardeşimin zoruna gitmiş olmalı ki bana tavır koymaya başladı. Beni suçluymuşum gibi görüyordu. “Kardeşim” dedim, “ben vatan haini değilim, ama bir dinle. Her şey anlattığın gibi değil.” Bilmesem tamam; ama ben de askerlik yaptım. Bundan yirmi yıl öncesine gittim ve anlatmaya başladım.

Acemi birliğine gittiğimde çok sevinçliydim. Astsubay çavuş bizi topladı, “mıntıka temizliği var” dedi. Görev, gideceksin! Bir şey demedik, diyemezdik, vatan borcu. Ancak temizlik sırasında bir arkadaşımız sigara izmaritini görememiş, çünkü daha şafak sökmemişti. Sabah olup da astsubay çavuş izmariti görünce hepimize ana-avrat-sülale küfüre başladı. Ben küfür dolu sözler işiteceğimi hiç düşünmemiştim. Neden mi? Çünkü bizden öncekiler oranın peygamber ocağı olduğunu öğretmiştiler bize. Baktım öyle değilmiş.

Yanımızda birinin parası kaybolduğunda herkes hırsız muamelesi görürdü, yine küfürler... Hangisini anlatayım? Binbir çeşit hakaret! Vatan savunması diye gittiğimiz yerde, bize edilen küfürlere karşı bile kendimizi savunamıyorduk.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerlik ve Kişisel Gelişim

Askerliğimi, 2007 senesinde İzmir Güney Deniz Saha Komutanlığı'nda kısa dönem er olarak yaptım.

En önemli görevimiz bütün gün nizamiyedeki astsubaylara, uzman çavuşlara ve asteğmenlere çay taşımak, kafeteryadan yemeklerini getirmek ve bilumum diğer ihtiyaçlarını marketten almaktı. Bunun yanı sıra her gece üç saat nöbet tutmam (22:00-01:00, 01:00-04:00, 04:00-07:00) gerekiyordu. 19:00-22:00 nöbetini tutamıyordum; çünkü nöbeti yazan uzun dönem çavuş benden hiç hoşlanmıyordu.

Askerliğim beş para etmez adamlara uşaklık yapmakla geçti. Gitmeden önce askerliğin bir erkeğin kişisel gelişiminde rol oynadığını düşünmek tamamen benim saflığımmış.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker.

Hanımın Köpeği Bizden Daha mı Değerli?

Yıl 1991, yer Hatay-Kırıkhan

Bir baba düşünün, yirmisine gelmiş oğlunu askere gönderiyor. Geçmişte o da yapmış askerliğini. Başka çaresi yok, vatan borcu deyip geçiştiriyor. İşte böyle bir baba yağmurun altında buzda karda oğluna, "geç sabaha kadar evin önünde nöbet tut, bizi koru, namusumuz sana emanet" dese yaptırabilir mi? Bana göre asla! O erkek evlat evi terk eder, yine de babanın emrini dinlemez.

İşte böyle bir ortamda Suriye hududunda karakol komutanı olarak askerliğimi yaptım. Aman Allahım, neydi o soğuk! Buz gibi geceler, günler... Ne odun ne kömür ne su ne de sıcak bir oda vardı.

Temmuz ayında bir-iki pusuyu akrepler basmış, askerleri zehirlemiş. Kıvranıp duruyorlar. Telsizle anons yapıyorum, gelen-giden yok. Gecenin üçü veya dördü.

Yine Çağırsalar Ben Gitmem

Benim 1981/3 devre olarak 2001'de gittiğim acemi birliğim Yenifoça'daydı.

Gerçekten orada insan artık hiç burdan çıkamayacağını düşünüyordu. Aşırı şekilde insanlık dışı muamele düşünün. Biz yaklaşık 12 kişi karavanadaydık. Genelde askerlerin yemeklerini biz dağıtırdık ve bulaşıkları biz yıkardık; ama nedense kendimiz yemek yiyemezdik, çünkü yedirmezlerdi. Bütün yemekleri çöpe döktürürlerdi ve aç kalırdık. Kantine bile göndermezlerdi. Başımızdaki insanlıktan nasibini almamış çavuşlardan orada yediğimiz dayağı hiç unutmam. Çavuşların canı sıkıldığı için hiçbir sebep yokken devamlı dayak yerdik. Günler böyle geçti.

Sonra usta birliğimiz olan Diyarbakır'a gittik. Kırk kişilik bir karakoldu. Sorunlar burada da devam etti. Daha yeni kaba inşaatı biten bir karakoldu. Düşünün; sabah dörtte kalkıyorsunuz; gün ışıyana kadar içeride boya temizlik; hava ışıdıktan sonra dışarıda taş taşı, harç yap, beton dök; akşam kavuşana kadar hep çalış. Sonra tekrar gece 12'ye kadar içerde calışıyorduk. 12'de yat vardı; ama 12-02 veya 02-04 nöbetin varsa ancak iki saatlik uyku hakkın oluyordu. Bu böyle yaklaşık altı ay kadar devam etti. Düz yolda yürürken düşüyorduk, yorgunluktan bitmiştik artık.

Bu şekilde aylar geçti ve birgün, o günü hiç unutmam

Amele Taburu

Yıl 1998, aylardan Mart.

Bizi bağlı olduğumuz 551. İstihkam İnşaat Taburu'ndan Merzifon'a gönderdiler. Görev: Alarm iskan tesisi adı altında lojman inşaatı yapmak. Orada 229. Motorlu Piyade Alayı'nın bahçesinde (ya da adı her neyse) 90 asker çadır kurduk ve berbat, bol yağmurlu bir seneyi o çadırlarda kalarak ve inşaatta çalışarak geçirdik. Onlarca boş koğuş olmasına rağmen 2 tane boş odayı bize çok gördüler. Dikkat buyurun; kışlanın ortasında çadır, bu çadırlarda kalan 90 asker, süre 1 yıla yakın bir zaman...

Ben mi? Asteğmen olduğum için lütuf buyurup misafirhaneden bir oda verdiler.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Daha Fazlasını Yazamıyorum Sinirlerim Bozuluyor

Samsun Talimgah Tabur Karargahı'nda usta asker olarak görev yaptım. Yaklaşık 8 yıl geçti üzerinden. Bu 8 yıl içerisinde o günleri unutmak için çok çaba harcadım. Herkes askerlik anılarını anlatır, ben anlatmam çünkü ben orada çok sayıda yanlış, vatana ihanet, hırsızlık, haysiyetsizlik gördüm. Şu anda asker arkadaşlarımın hiçbiri ile görüşmüyorum. O kadar nefret ettim ki hiçbir şekilde hatırlamak istemiyorum. Bu siteyi bir haberde gördüm ve baktım. Okuduklarım bana birçok şeyi hatırlattı. Şunu anladım, yalnız ben yaşamamışım bu iğrenç olayları. Hatta daha kötülerini yaşayanlar da varmış.

Size nereden başlayarak anlatayım bilemiyorum. Karargah bölük komutanının karargah askerlerini haraca bağladığını mı? S3 binbaşısının her nöbette askerleri çerez ve meyve almaya zorladığını mı? Botlarını ayağındayken askerlere boyattığını mı? Karargah komutanının askerleri hamal gibi ev taşımaya, kömür taşımaya gönderdiğini mi? Karargahta görevli bir rütbelinin ambardan yaptığı hırsızlıkları mı? Kantinden sorumlu subayların hırsızlıklarını mı?

Yoksa benim şahsıma en acı gelenleri mi?

Askerin Görevleri

Jandarma olarak yaptığım askerliğim boyunca başlıca görevlerim:

Kusana kadar içen rütbelilerin kusmasını bekleyip, kustuktan sonra evlerine taşımak, dönüp kusmuklarını temizlemek. Eşcinsel bir uzman çavuşun tacizlerinden kurtulmak için köşe kapmaca oynamak. Abisiyle arasında husumet olan bir başçavuşun gözü yaşlı anlattığı hayat hikayesini web sitesi haline getirmek.

Rahat uyuyun, biz vatanı bekliyoruz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerler Ticaretten Anlamaz... mı?

Kırıkkale'de konuşlanmışken Çankırı'ya taşınan 9. Zırhlı Tugay'da askerlik yaptım.

1997 yılı Nisan-Mayıs aylarında Tugay sütün litresini 108,000 liradan satın alıyordu; oysa ben küçük kızıma 30,000 liradan alıyordum. Üstelik askerdeyken doğru düzgün süt içemedik hiç. Alınan yoğurt, yufka gibi şeylerin kimyasal analiz sonuçları olumsuz geldiği halde bedeli ödeniyordu. Şahit olduğum o kadar çok şey var ki... Eğer ödeme evraklarına ulaşılabilirse söylediklerimin doğru olduğu görülebilir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Sanki Gavur Askeriydik

2 yıl önce kısa dönem olarak Kahramanmaraş taraflarında yaptım askerliğimi.

Kısa dönem yapan arkadaşlara sorardım, "ben askerde şöyle rahattım böyle iyiydi" diye anlatırlardı. Hava atmak içinmiş meğer. Nizamiyeden içeri girdikten sonra kabus başladı.
Bazı internet sitelerinde askerlik anıları yazıyorlar: askerde şöyle iyiydik, bölük komutanımız çok iyiydi, baba adamdı, astsubaya posta koydum vs. Yaşayarak gördük ki hepsi palavra. Bize yaşatılan ızdırap gerçek.

Kısa dönemiz diye kimse sevmiyor, ellerinden gelse erler de subaylar da bizi boğup öldüreceklerdi. Kısa dönemi kaldırmak istemelerinin nedeni bu. Sanki gavur askeriydik. Bu kadar zor geçeceğini hiç bilmezdim, çok şükür bitti.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Güneydoğu'da Asker Olmak

Hiçbir alakam yokken kendimi bulduğum Güneydoğu coğrafyası, ömrüm boyunca unutamayacağım izler bıraktı bende. 2009 kışında kısa dönem askerliğin verdiği rahatlık, görev yerimin Güneydoğu'nun göbeği Siirt olarak belirlenmesi sonucu yerini korku ve endişeye bıraktı.

Hayatım boyunca eline silah almayan ben, silahlarla haşır neşir olup, onlardan zevk alır hale geldim. Şu anda düşününce ne kadar mantıksız ve salakça kararlar aldığımı, geride bıraktıklarımı düşünmeden hayatımı tehlikeye attığımı çok daha iyi anlıyorum. Bir gün sevdiğim kadınla birlikte Boğaziçi Köprüsü'ne bakarken ertesi gün kendimi karakolumun penceresinden dağları izlerken buldum. Psikolojimin bozulması sonucu her geçen gün sinirli, agresif hareketler sergiledim. Sivilde üstesinden geldiğim sorunlar askerde her geçen gün daha da ızdırap verici haller almaya başladı.

Acemi eğitimi sonunda yer aldığım kısa dönem askerlerden ufak bir bölümünün dış karakol için dağıtımı yapılacaktı ve komutanlar üstünkörü bir karar vermek yerine kendi aramızda bunun kararını vermemizi istediler. Yaşça en ufak olduğum ve o an mantıklı kararlar veremediğim için gönüllü oldum ve dış karakola gönderildim. Göreve başladıktan 8 gece sonra şu an bile kabuslarıma giren geceyi yaşadım. Karakola taciz ateşi açıldı,

Zİyaretçİ Sayısı