Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Mayın Eğitimi Rezaleti

2001 İzmir Narlıdere İstihkam Er Eğitim Alayı'nda 45 Günlük acemi birliği eğitimi esnasında "Mayın Tespit ve Temizleme" eğitimi (!) aldık.

Sözde tabii çünkü 1 tane mayın görmedik, nasıl çıkartılır anlatılmadı. Başımızda bulunması gereken, bize pratik ve teorik ders vermesi gereken asteğmenler ilgilenmezler ve emirle bizi uzman çavuşlara bırakırlardı. Onlar da ilgilenmeyip usta er/çavuşlara bırakırlardı. Tabii onlar da kaytarmanın her yolunu biliyor ve uyguluyorlardı. Biz de lisede boş ders nasıl oluyorsa o şekilde sınıflarda yemek öncesi içtimalara kadar zaman geçirirdik. Kısaca sağa dön/sola dön/selam ver vs. haricinde hiçbir eğitim almadık, mayın görmedik, havalar yağışlı olduğu gerekçesiyle silah atışı bile yapmadık. Ki o yıl “1 Milyon Mayın Temizleme” kararları alındığı bize her fırsatta söyleniyordu..

Sonuç ise tam bir trajedi... Usta birliklerin %80 'i Doğu, %10 'u ise Barış Kuvvetleri ve KKTC çıktı.. Doğu'ya giden 22-23 arkadaşımızdan 5 şehidimiz var. Bence rakam hiç de azımsanacak gibi değil. Bu da askeri eğitimin yetersizliğinin sonucudur.

Geriye kalan 20 yaşına kadar büyüttüğü yavrusunun arkasından ağlayan gözü yaşlı anne babalardır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Plaj Keyfine Asker

Balıkesir Erdek 2010.

Hanımefendilerin (komutan eşlerinin) sahilde yürürken ayaklarına taş-kum batmasın, plaj keyifleri bozulmasın diye günlerce güneşin altında sahil kumu eliyoruz.

Utanç verici... Başka bir şey diyemiyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ordunun Sizinle İşi Bittiğinde

Bir dağ tugayında görevliydim.

Askere alma dönemi ve gece yarılarına kadar yeni askerler teslim olmaktalar. Kınalı kuzular, zaten büyük şaşkınlık içerisindeler, ne yapacaklarını ve nasıl yapacaklarını bilmezler, daha önce hiç tanımadıkları ve birarada hiç görmedikleri kadar çok sayıda karakterle biraraya getirilmişlerdir.

Bunlardan bir "çorba" yapacağız ki, enfes olsun! Huylusu huysuzu, efesi taşkını, pısırığı korkağı hepsi bir arada. Psikolojik analizleri olmaksızın hepsi bir havuzda toplanmış durumdalar. Bunca karışık yapıda insanı, o yaşta, askeri tarzda eğitebilmek için en kolay yol tercih edilir: Karakteri ezmek!

Öyle bir ezeceksiniz ki, her komuta hep beraber aynı şekilde tepki gösterecekler. Ve bunu otuz gün, bilemediniz en fazla kırk beş gün içerisinde kanıksatmış olmanız gerekmekte. Zira bu süreden sonra onlara hayat idame ve savaş tekniklerini öğretip, belleteceksiniz. Ne için? Yıllardır dağlarda yaşayan, tabiatla bütünleşmiş teröristlerle mücadele edebilsinler diye.

Bir Tekme de Yerde Yedim

2006 yılı Balıkesir Ordu Donatım Okul Komutanlığı’nda kısa dönem askerlik yaparken başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum.

Birgün sabah içtimasından sonra görev yerlerimize dağılmamız söylendi. Biz de üç arkadaşımla beraber görev yerimize hareket ettik. Bu benim usta birliğindeki ilk haftamdı. Usta birliğine geçerken değişik bir kıyafet ve şapka vermişlerdi; ancak şapka çok küçük olduğundan bir türlü kafama sığmıyordu. Haftasonu izinde yeni bir tane alacaktım, çünkü birlikte başka yok dediler. Ama o zamana kadar da takmam gerekiyordu. İçtimalarda falan gelen astsubaylar subaylar bu görüntüyü görüp dalga geçiyorlardı.

Ama asıl olay o gün görev yerine giderken oldu. Görev yerim bir büroydu. Oraya ulaşmak için ağaçlık küçük bir ormandan geçiyorduk, komutanlığın içinde. O yolu herkes kullanırdı. Ben de ormana girince şapkamı çıkardım kafamı çok sıkmıştı. En azından ormanı geçene kadar biraz rahatlasın istedim. O sırada ormanın içinden tok bir ses bağırmaya başladı, "gel buraya " diye haykırıyordu. Üçümüz de döndük baktık. Eliyle beni işaret ediyordu. Şapkayı takıp yanına koştum. Tekmil verirken bana bir yumruk attı, ne olduğunu anlayamadan yere düştüm. Kaldırdı, bu sefer bir yumruk daha salladı. Kendimi korumak için yüzümü sakındım.

Yağmurun Altında Ateş Yaktırdı

Batı’da askerlik Doğu'dan daha zor. Ben askerligimi Manisa Kırkağaç’ta eğitim çavuşu olarak yaptım.

Devreciliğin çok kötü olduğu dönemlerdi. Tamam anladım, üst devreler yapıyordu zulmü de, uzman çavuş da devrecilik yapmaya çalışıyordu. Bana yağmurun altında ateş yaktırdı. Beyefendi üşüyormuş. Eğitim alanında atış yapma dersi veriyoruz acemi askerlere. Uzman dedi ki, "ben üşüdüm git bir tenekenin içine ateş yak, getir". Dedim "komutanım, nerden bulayım?"

Alay çok büyük bilen bilir. "Hadi onu buldum, odunu kömürü nerden bulayım" dedim. "Ne yaparsan yap 'yarat'" dedi. Bölük komutanının habercisiyle konuştum. Sağolsun kömür verdi. Alay yemekhanesine gittim, yalvara yalvara patates soyma sözü vererek bir tane boş yağ tenekesi aldım. Yemekhane bölük arası 1,5km. Yağmur yağıyor. Buldum, yaktım, getirdim. Ders bitmiş, yemeğe gidiyorlar. Bana dediği şu: "Defol git senin gibilerini çavuş yapıyorlar askere." Sinirimden öldüm. İyi dedim, sabır!

Doğu'ya Gönderilecek Kurbanlık Koyunlar

Böyle bir sitenin kurulduğuna çok sevindim. Ben askerliğimi 73/3 tertip olarak yaptım. Acemi birliğimi İstanbul Metris'te ZPT [Zırhlı Personel Taşıyıcı] Birliği'nde 45 gün yaptım.

O zamanlar savaş çok şiddetliydi ve hiç kimse Doğu ya da Güneydoğu'ya gitmeye razı değildi. Bu sebeple Ankara'daki ailemi bana torpil bulsunlar diye sürekli arıyordum. Torpil arıyordum; çünkü ablam PKK'ya katılmaştı. Kesinlikle Doğu'ya gidip ablam ile savaşmayı istemiyordum. Babam kendinden emin bir şekilde "tamam oğlum, merak etme hallettim; ya İstanbul'da kalacaksın ya da Ankara'ya geleceksin" demişti.

Dağıtımlar okunuyordu. Bana Kars çıkmıştı. Şaşırdım. Hemen babamı arayıp şaka mahiyetinde teşekkür ettim: İyi ki torpil yapmışsın baba, sağol. Torpilin olmasaydı kesin Rusya'ya giderdim, gene sınırın kapısından döndük baba, çok sağol.

Doğu ve Güneydoğu'ya gidenleri toplayıp atış poligonunda fazladan atış yapmaya gönderdiler. Orada bölük komutanı bizi topluca oturttu. Bekliyorduk öylesine. Diğer bir subay bölük komutanına "burda ne yapıyor bu askerler" diye sordu. Bölük komutanımız da "Doğu'ya gidecek kurbanlık koyunlar" dedi. Yanımdaki arkadaşlarla ne olduğuna hiç anlam veremedik. Artık burdan istediğiniz anlamı çıkarabilirsiniz.

Doğu'ya gidecek kurbanlık koyunlar olarak her birimize 3 atış daha yaptırdılar. Artık toplam 6 defa atış yapmıştık ve birer iyi savaşçı olmuştuk. Zaten kurbanlık gideceğimiz için 6 atış yeterliydi.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Keyfiyet

Bu blogun gençlerimizin yaşadığı daha doğrusu yaşamak zorunda bırakıldığı rezillik ve eziyetleri tarihe not düşmek adına çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Ben askerliğimi Kırklareli Pınarhisar'da kısa dönem piyade olarak yaptım. "Komutan"ların geçeceği yoldaki çam iğnelerini süpürmemize izin vermeyip her gün el ile toplatmaları vs daha önce yazılanlara bakınca zaten adi bir vaka olarak ortaya çıkmakta.

Özel bir birlikte yaklaşık 20 er, 6 uzman çavuş ve 1 asteğmen bir üsteğmen komutasında görevliydik. Üsteğmen'in tayini çıktı ve yerine kimin geleceği kesinlik kazanmadığı için birlikteki uzman çavuşlar kontrolü ele aldı. Yeni komutanın gelmesi geciktikçe uzman çavuşlar askerler üzerindeki baskıyı artırıyorlardı. Bir süre sonra kontrolden çıkan bu insanlar akşama kadar kamelyada oturup askerleri şahsi işleri için koşturmaya, ayakkabılarını boyatmaktan tutun, çaylarını, yemeklerini ayaklarına getirtmeye varan birsürü keyfi uygulama içine girdiler. Durum kötüleşince asteğmene konuyu açtık. 40 yıllık asker edası ile bize sürünme, istikamet vb cezalar vererek uzman çavuşların ellerine teslim etti.

Asteğmenin bu seviyesizliği beni konuyu daha üst rütbeli kişilere taşımaya itti.

Diyarbakır KTM

Ben Siirt/Eruh'ta bir sınır karakolunda askerlik görevimi yaptım.

Siirt'ten Diyarbakır'daki KTM'ye [Kabul ve Toplanma Merkezi] geldiğimizde inanın gözlerimize inanamadık. Tek kelime ile rezalet. 3 tane koğuş var, her birinde pislik içinde 300 yatak var. İnanın o kadar kötü ki anlatılamaz... Üstelik geldiğimizde bu koğuşlarda da yer kalmamıştı. İki gün boyunca spor salonu gibi bir yerde betonun üzerinde yattık. Diyarbakır KTM'yi bilen bilir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Anaların Helikopterle İmtihanı

Askerliğimi İstanbul’da Metris Cezaevi’nde yaptım.

Atış yapmaya gittik, atış bitti geri döneceğiz. Bir tane araba olduğu için iki seferde götürecekler bizi bölüğe. Biz kısa dönemler olarak ikinci seferde gideceğiz bölüğe. Komutan mühimmatları (silah ve mermileri) bize teslim ederken:

-Mühimmatlara iyi bakın.

Çavuş: "Emredersiniz komutanım."

Komutan: "Size bir şey olsun, mühimmatlara olmasın."

Çavuş: "Emredersiniz komutanım."

Komutan: "Analar evlat doğurur; ama helikopter, mühimmat doğuramaz."

Çavuş: !!!

Çavuş: "Komutanım evet analar helikopter, mühimmat doğuramaz ama helikopteri kullanacak evlat doğuruyor.... Analar evlat doğurmazsa helikopteri kim kullanacak?"

Komutan kıpkırmızı oldu, söyleyecek birşey bulamadı ve döndü arkasını gitti)

Konti'ye Pasta Seferi

Birgün komutan çağırıyor: ''M., bak kardeşim, al şu emri git 8. Piyade Alay Komutanlığı’na. Şu anda bütün alay içtima halinde seni bekliyor. Kuaför, pastacı, müzisyen, kampta çalışabilecek adamları seç gel.” 3 adet askeri kamyon ile alaya gittim. Bütün askerler içtimada. Her bölük mevcudu 600; yani toplam 8000 civarında er var. “Kuaförler çıksın” diyorum, 300 tane çıkıyor; “ızgaracı, aşçı” diyorum 600 tane çıkıyor. “Pastacı” diyorum, 200 tane... Bunları eleyerek nihayet 60 adet kuru ve yaş pastacı, lahmacuncu, kebapçı, berber, kuaför, müzisyen seçtim. Yetki belgem elimde, herkes askerini saklamadan vermek mecburiyetinde.

Orduevine geldik. Pastacıyı komutanın eşi hanımefendi kendisinin seçeceğini söyledi. “Nasıl yapalım” dedim, “sırayla kuru pasta yapsınlar” dedi. “Peki hanımefendi” dedim (ama o hep kendisine anne denilmesini isterdi). Pastacılar sırayla kuru pasta yapmaya başladılar. Yarım kiloluk ya da bir kiloluk un ile istedikleri şekilde yapıyorlar, pastalar fırından çıkınca hemen orduevine yakın olan komutan konutuna garsonları A. ile yolluyorum. A. gidip geliyor, “komutanım Konti bu pastayı beğenmedi” diyor, derhal sıradaki pastacı işe koyuluyor ve onun pastası gidiyor.

Bu şekilde 8. pastacıya geldik.

Paşanın Yolsuzluğunun Üstü Nasıl Kapatıldı

1985 yılı, Manisa Garnizon Orduevi’nde hizmet kısım amiri, gazino lokanta kısım amiri ve kasa subayı olarak görevlendirildim. Sınıfım bando. Bir orduevi müdürü var binbaşı rütbesinde, bir de şimdi rahmetli olmuş komutan Tuğgeneral H.C.

Komutanın aile efradı ahtapot gibiydi. Orduevinin, komutan konutunun, Yeni Foça’daki 1. Piyade Er Eğitim Komutanlığı'na ait Askeri Kamp Komutanlığı’nın üzerine çullanmışlardı adeta. Kızı, iki oğlu, eşi, gelini, dünürleri; devletin malı deniz yemeyen domuz hesabı. İş ödemeye gelince el mafiş. Yaz tahtaya başçavuşum, nah alırsın haftaya.

Aybaşı gelince hesap çıkmış 110.000 TL, o zamanın parasıyla. Eşi muhterem hanımefendi telefonda bana komutan garsonu A ismindeki gözü tok, pırıl pırıl bir askerimizle 50.000 TL gönderiyorum diyor. Akşam da evime telefon ediyor, “o sana yolladığım 50.000 TL'yi garsonumuz A'ya ver, hesabı da askeri temsil ve uğurlama-ağırlama faslından düşeceksin, komutanının emridir” diyor. Ben de ertesi günü denileni yapıyorum. Tabii ki gerçek olmayan şeyler yazılıyor; ama komutan bakıyor, “aferin güzel olmuş” diyor ve imzalıyor. Yani hiçbir şekilde başım ağrımıyor, bu iş devam edip gidiyor.

Bana küçük oğlu gelip diyor ki, “abi senden önce T.K. isimli binbaşı bir ağabeyimiz vardı, o yüzde otuz indirim uyguluyordu bize, sen de yapacaksın.”

Neyse zaman geçiyor, hesap birikiyor, bir türlü ödenmiyor. Hanımefendiye söylüyorum, “aman kardeşim, sen hallet, bize dokunma” havasında. Bu arada büyük oğlu U.'nun da düğününü yaptık orduevinde. Borç o zamanın parasıyla 817.000 TL oldu.

Tecritte Akıl Sağlığımızı Yitirdik

Askerliğimi 2009 senesinde Hakkari Çukurca’da topçu olarak yaptım. Acemi birliğim Tokat 48. Piyade Eğitim Alayı’ndaydı. Hepatit B taşıyıcısı olduğum için A2-F4 (ağır işe uygun değildir) belgem vardı. Başıma gelenleri anlatmaya acemilikten başlayacağım.

Şubat ayı idi. Tokat aşırı derecede soğuktu, sürekli yağmur yağıyordu. Sabah 5’te kalkıyorduk, soğuk altında eğitim yapıyorduk. Eğitim esnasında ısındığımız için aslında eğitimden pek bir şikayetimiz yoktu. Zaten çoğumuz devre kaybı olduğumuz için çok sert bir eğitim vermiyorlardı bize. Ama akşamüstü saat 5’te eğitim bittikten sonra kabus başlıyordu.

Hava o kadar soğuktu ki kemiklerimin titrediğini hatırlıyorum. O soğukta bizi yatakhanelere almıyorlardı; çünkü yatakhanelerimizin üst katında rütbeliler kalıyordu ve onlar gürültüden rahatsız olur diye yat saatine kadar içeri girmemiz yasaktı. Usta askerler er gazinosunda takılıyorlardı ve onlar da rahatları bozulmasın diye bizi içeri almıyorlardı. Yemekhanelere de kirlenmesin diye alınmıyorduk. Yani etrafta o kadar kapalı alan varken bizi o soğukta hiç bir yere almıyorlardı.

Soğuktan herkes hasta olmuş, revirin önüne dizilmişti; ama revirden de “bir şeyiniz yok” deyip gönderiyorlardı. Yavaş yavaş ciddi hastalıklar başgöstermeye başlamıştı.

Pendikspor’un Ağlattığı Askerler

Şırnak’ta bir operasyon taburunda (Ortabağ), adı komutan, rütbesi üsteğmen olan biri vardı. Adı komutan olan bu kişinin bulunduğu yer ve yaptığı işle bir alakası yoktu.

Benim askerliğim boyunca, yalnız bir kere devriye attı, o da Pendikspor’un Fenerbahçe’yi yendiği akşamdı. Koyu bir Fenerli olan bu kişi, Pendik yenilgisinin hırsını sabaha kadar mevzi mevzi gezerek, gecenin karanlığında, kışın soğuğunda Kuzey Irak sınırında nöbet tutan askerleri bağırta bağırta döverek giderdi.

Daha sonraki günlerde taburdaki tüm askerler Fenerbahçe hiç yenilmesin diye dua eder olmuşlardı.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Kokmuş Çorapların Askeri

Öncelikle böyle bir girişimde bulunup insanların içinden yıllarca atamadığı bazı duyguları yayımlayan ve paylaşılmasına vesile olan site kurucularına teşekkür ediyorum. Ben de hatırlamak istemediğim ama maalesef hiç unutamadıgım 1-2 hadiseyi paylaşmak istedim.

2004’te Van/Özalp’ta askerliğimi tamamladım. Daha ilk günlerdi. Eğitimden sonra bizleri depoların bulundugu alanda öğle paydosu için serbest bıraktılar. Ben de deponun tam karşısında ufak bir çalının altında oturuyordum. Birden bir ses duydum. Biri bana doğru bakıp “heyyy, asker al şunları çöpe at” diye bağırdı ve elindekileri yere bıraktı. Hemen koştum. Aldığım şeyler kıdemli uzman çavuşun kokmuş pis çoraplarıydı. Uzman çavuş öğle arasında deponun önündeki bir sandalyeye oturmuş, bacak bacak üstüne atmış çoraplarını değiştiriyormuş.

Çorapları elime aldığımda neler hissettiğimi bilemezsiniz.

İkinci hikayem:

Hediye Karşılığı Erken Terhis

Yıl 2008. Alay idari işlerinde görevli olan başçavuş, komutanın askerlerden aldığı pahalı hediye karşılığında 1,5 veya 2 ay kala askerlere terhis olma imkanı sunuyordu. Formülü şöyle anlatayım.

Diyelim ki 30 gün yıllık izniniz var. Yol 6 gün, toplam 36 gün. Şafak 72 iken 30+6 izne ayrılıyorsunuz. Diyelim ki izinden sonra şafak 36 oldu. Bu noktada sizin için şafak 72’de düzenlenen izin kağıdığınız hiç düzenlenmemiş gibi ayarlanıyor, yani siz sanki hiç izne gitmemiş gibi gözüküyorsunuz. O sebeple izinden hiç dönmeden “oğlum senin terhis olayını hallettim” diye başçavuştan bir telefon alıyorsunuz, böylelikle evinizden hiç çıkmadan terhis olmanın keyfini çıkarıyorsunuz.

Ben buna bizzat şahit oldum. Para veya pahalı hediyeler karşılığında koruyup kollanan, komutan oğluymuş gibi askerlik yapanlar gördüm. Bunları denetlesinler diyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Askerlik Bizden Çok Şeyler Götürdü

Ben askerliğimi kısa dönem olarak (8 ay) 2002/Nisan - 2002/Kasım arasında İstanbul Tuzla Piyade Okul Komutanlığı'nda yaptım. Evvela acemilik döneminde toplu olarak askerlerin analarına-avratlarına nasıl küfredilirmiş, askerler nasıl aşağılanırmış onu öğrendim. Sonra 2 asker bunalıma girip intihar edince ve bunun üzerine kalan askerlere bunun ceremesi çektirilince insan ne kadar kolay harcanırmış (eğitim zayiatı) onu gördüm.

Tüm tabur olarak aylarca kışlaya hapsedildik. İntihar eden askerin kaybolan silahını aradık. Zırhlı muhabere araçlarının tatbikat yaptığı ve içi çamur dolu havuzu 200 askere temizlettirdiler. Eşekler gibi çalıştık ve çamur taşıdık. En sonunda kaybolan silahın bir uzman çavuş tarafından çalındığını, eve götürüldüğünü, daha sonra yeniden kışlaya getirildiğini ve bir ağacın üstüne atıldığını öğrendik. Ondan sonra ne oldu hiç bilemedik; ama cezasını da biz çektik.

Ardından 5 kısa dönem er Tuzla Piyade Okul Komutanlığı'nın subay lojmanlarında bulunan aile kantininde görevlendirildik. Bizden önceki askerlerden sayım yaparak kantini devraldık. Bu aşamada kantin başkanı Albay İ.K.T. ile tanıştık. İlk konuşmasında bizi öyle bir tehdit etti ki inanamadık. O albay koskoca kantini 5 kişinin üzerine zimmetledi ve "eğer tek kuruş açık verirseniz sizin askerliğinizi bitirmem, hepinizi mahkemede yargılatırım, sülalenizi buraya dökerim" diyerek tehditler savurdu.

Bu Zihniyetin Değişeceğini Hayal Bile Edemiyorum

Askerliği 01.12.2009 tarihinde, Edirne 102. Topçu Alayı Uzunköprü'de (331.dönem kısa dönem olarak) yaptım.

Türkiye'de bilindiği gibi askerlik, erkeklerin hayal dünyasına daha çocukluktan girer. Okullarda, tarih kitaplarında anlatılan savaşlarla da zihnimize kazınır, ülkenin savunulması gerekir diye öğretilir. Her nesil için vatan borcudur askerlik. Kaytaran vatan haini, dönek, şerefsiz olur; erkek değil diye düşünülür. Hiçbir insan yakın çevresi içinde bu ithamlarla anılmak istemez.

Ben çocukluğumda futbolda çok iyiydim. Koşuda da fizik gücüm yerindeydi. Askerlik bana hiç korkulacak bir yer gibi gelmezdi. Psikolojik olarak hazırdım. Okul hayatım maddi imkansızlıklardan, ailevi sorunlardan uzamıştı. Çalışmak zorunda kalmış, iş yerinde bel fıtığı olmuştum. Çok acılar çektim, hem bedenen hem psikolojik. Yeni doğmuş gibi adım adım yürüdüm. 2 sene çalışmadım. Eksik kalan öğretimimi tamamladım.

"Çürük" lafı çok incitici olduğundan hayat boyunca karşıma çıkmasına katlanamazdım. Normal [sağlıklı] statüsünde başvurdum. Askerliği yapan kişilerden duyardık, "ben çok rahattım, hep oturuyordum" diye. Bana da uygun bir şey çıkar, diye avunuyordum. Daha ilk gün zorluklar baş göstermeye başladı.

Anayla Bacı Vatan Savunmasında

Askerliğimi 309. kısa dönem olarak Hatay'da yaptım.

Birliğime ilk katıldığım günün sabahında M. diye bir komutan askerlere sabah içtimasını yaptırıyor. Ben o ilk içtimada yoktum, uzaktan seyrediyorum. Askerlerin aralarında konuştuğunu belirterek yat-sürün-koş-şınav çek diye bir dakikada böyle birsürü emir vermeye başladı. Askerler haliyle hata üzerine hata yapmaya başladı, geç yatanlar geç kalkanlar...

Ne olduysa bundan sonra oldu: "Sizin hepinizin anasını, bacısını hem önden hem arkadan s.yim!" Ben dumura uğramış durumdayım. Askerlerin içinde kafasını kaldıramayanlar var, komutan kafasını kaldıramayanlara daha da hiddetleniyor, "zoruna mı gitti lan, şerefsiz" diyor.

Daha burda yazamayacağım daha neler var... Ne umutlarla gittiğim askerlik çok kötü bir anı olarak kaldı aklımda. Üst komutanlarımıza şikayet etmeyi düşündük; ama üstte general olan bir amcası mı dayısı mı ne varmış.

Tüm komutanlar için geçerli değil dediklerim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Albayımızı Terfi Ettirdik

2009 Çorlu, 105. Topçu Alayı'nda askerliğimi uzun dönem olarak yaptım. Hangi hikayemi, hangi garipliği anlatsam; nereden başlasam bilemiyorum.

Aralık ayında, kışın ortasında, gecenin 11'inde yataklarımızdan kaldırıp, alayın asfaltını yıkattırdılar. 2 saat sonra yatağımıza gitmemize izin verildi; ama bir saat sonra da nöbetim vardı, dolayısıyla yatamadım. O gece neredeyse hepimiz uykusuz kaldık. Neden mi? Ertesi gün kolordu komutanı sabah erken gelecekmiş, yolları çamurlu görürse alay komutanına fırça atarmış.

Her sabah, o üç kilometrelik yol askerler tarafından süpürülür, yıkanır; ama istisnasız her sabah, Ramazan ve Kurban bayramları da dahil. Bütün eziyetlerimizin sebebi alay komutanı Kurmay Albay H.N'ün tuğgeneralliğe terfi etme azmiydi. Vatan hizmeti falan hikayeydi yani.

Anlatmakla bitmez bu işkence; ama sonunda o albay nihayet general oldu, Yüksek Askeri Şura kararıyla 2010'da terfi etti. Başardık yani...

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Çayını Bile Ben Karıştırıyordum

Sene 1999-2000, Tunceli-Hozat Jandarma Bölük Komutanlığı'nda merkez karakol komutanı olarak görev yapan M.Ö. isimli başçavuşun sadece bana değil oradaki bütün askerlere; yani ana kuzularına yaptığı işkenceden çok kısa şekilde bahsedeceğim.

Ben bu adamın postası olarak orada askerlik yapıyordum. Çocuğunu parka götürmekten tutun da çöpünü dökmeye, arabasını yıkamaya, kış geldiğinde sobasınının borularını temizlemeye, ekmeğini-gazetesini almaya, kar yağdığında araba garajının üzerini temizlemeye, hatta toplam 100 metrelik Hozat'ta arabayla hiçbir yere gidememesine rağmen garaj yolunu kardan temizlemeye, abartmıyorum çayının şekerini bile karıştırmaktan aciz bu adamın çayını karıştırmaya, ayaklarına ve omuzlarına masaj yapmaya ve botları ayaklarındayken onlarca insanın önünde ayakkabısını boyamaya kadar yapmadığım pislik kalmadı. Bunun yanında yediğim hakaret dolu sözlerden bahsetmiyorum bile.

Bana yapılanları yazsam emin olun bir kitaba sığdıramam. Yine ellerim titremeye başladı, yeter bu kadar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Hemen Karşıdaki Hastaneye Göndermediler

Yıl 1999, aylardan Mart.

Acemi birliğinden sonra Tunceli'ye atandım; ama toplanma merkezi olan Elazığ'da konvoy çıkana kadar beklememiz gerekiyordu. Böbreklerimden rahatsızdım. Bizi her sabah 06:00'da kaldırıyorlar ve 08:00'e kadar dışarıda buz gibi soğukta bekletiyorlardı. Bundan dolayı böbreklerimde yeniden ağrılar başladı.

Toplanma yerine 100 metre uzaklıktaki asker hastanesine gitmek ve tedavi olabilmek için müracaatta bulundum; ama bu işlere bakan uzman çavuş beni gönderemeyeceğini ve sıhhiye onbaşısının bana bakmasını istedi. Ben de onbaşının doktor olmadığını ve bana bir doktorun bakmasını istediğimi söyledim. Ancak daha birliğime teslim olmadığım ve hasta sevkim olmadığı için beni hastaneye gönderemeyeceğini yineledi. Israrlarım herhangi bir şey değiştirmedi.

Ben bu esir kampında askerlik görevimi yapmaya çalışan bir Türk vatandaşıydım. Orada tam 7 gün kaldıktan sonra beni o şekilde birliğime gönderdiler.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Eşcinsellik Nasıl Kanıtlanır?

Bundan birkaç ay önce gazetelere A. A. rumuzuyla çıkmıştı. Eşcinsel olduğunu rapor ve fotoğrafla ispatlamasına rağmen ‘kadınsı davranışlara sahip olmadığı’, ‘erkek gibi göründüğü’ için askere alınmasına karar verilmişti. Bunun üzerine A.A. dava açtı ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi bu işlemin yürütmesini durdurdu. A.A. askere gitmiyor. Onun kaleminden yaşadığı süreç:

Celp tarihimde askerlik şubesine giderek askeri hastaneye sevkimi istedim. Askerlik şubesinde görevli doktor rahatsızlığımı sordu. Eşcinsel olduğumu söyledim. Beni Etimesgut Askeri Hava Hastanesi’ne sevk ettiler.

Standart prosedürde kişiden pasif olarak girdiği cinsel ilişki sırasında çekilmiş fotoğrafları istenmekte. Hatta video kaydı istenilen kişiler de bulunuyor. İki dostumun yardımıyla hava hastanesine gitmeden önce bu fotoğrafları hazırladım. Fotoğrafları basmak için standart bir inkjet yazıcı ve bu yazıcılara uygun üretilmiş fotoğraf kâğıdı kullandım. Düzgün bir şekilde keserek orijinal fotoğraf görüntüsü vermeye çalıştım çünkü bazı kişilerden yazıcıdan alınmış çıktılar kabul edilmemiş ve fotoğrafları bir fotoğrafçıda bastırması istenmişti. Neden olarak da fotoğrafların bilgisayar ortamında hazırlanmış fotomontaj görüntüler olabileceği öne sürülmüştü. Elbette fotoğrafı yazıcıdan almak ile dışarıda bir yerde bastırmak, onun montaj olma olasılığını değiştirmez yani bu gerekçenin saçmalığını azaltmaz.

Cinsel yaşamın gizliliğine inanmadığım gibi aktif ya da pasif olarak bu konuda oldukça rahatımdır. Ancak birilerine bir şeyi ispat etmek için pasif ilişkiye girmek, bunun fotoğraflanması pek kaldırabileceğim bir şey değildi. Fotoğrafları basarken döktüğüm gözyaşları, benim değil bunu benden isteyenlerin utanması gerektiğini bilmeme rağmen yaşadığım utanç...

Dışardaki Herkes Sizin Düşmanınız

Kısa dönem er olarak 2006 yılında Batman'da askerliğimi yaptım. Aslında vatan hizmetini değil nasıl vatan haini olunuru çok iyi öğrettiler. Birkaç madde halinde sıralamak istiyorum.

Kısa dönem olduğumuz için aramızda yardımcı doçentler, avukatlar vs. arkadaşlar vardı. Özellikle astsubaylar sürekli bizi aşağılamak için "okumakla cehalet gider ama eşeklik baki kalır" derlerdi. Herhalde egolarını tatmin ediyorlardı.

Yemin töreninden sonra çarşı izni hakkımız doğdu. İzne çıkacak arkadaşları nöbetçi subay içtimaya alıp aynen şunları söyledi: "Arkadaşlar çarşı iznine çıkmanıza gönlüm razı değil; çünkü dışarıdaki herkes [Batman] sizin düşmanınız." Kendi vatandaşını sırf Güneydoğulu diye düşman gören bir zihniyet...

Acemilikten sonra gönderildiğim Hasankeyf'te yaşananlar ise akıllara zarar.

Düşman Algısı Yaratmak

Askerliğimi Burdur'da "bedelli" olarak yaptım. Tabii ki kısa veya uzun dönem yapanlar kadar askerliği tatmadık, onların yaşadıklarının çok az bir kısmını yaşadık, ama 3 hafta bile birçok şeyi görmemize yetti.

Mesela, belki "normal" askerlikten farklı olarak, biz bedellilere sürekli "vatan haini" muamelesi yapıldı. Uzmanından başlayarak subayların hemen hepsi her fırsatta bize "beleş" askerlik yaptığımızı hatırlatırken kendileri kantinden ücret ödemeden birsürü şey alırlardı.

Her gün (bazen günde iki defa) "seminer" adı altında Kemalist ve militarist propaganda yaptılar. "Cumhuriyet" filmini (ki berbat bir yapımdı) diziler halinde zorla izlettiler. Seminerlerde sürekli TSK'nin ne kadar yüce bir kurum olduğunu ve düşmanlarımızın kimler olduğunu öğreniyorduk: Bir gün Ermeniler, ertesi gün tarikatlar (Fethullah cemaatine özel bir gün ayrılmıştı, herhalde önemine binaen) hakkında bilgilendiriliyorduk. Hatta Rum Pontus İmparatorluğu konulu bir seminer bile vardı! En ironik olanı da Yunanistan'ın düşmanımız olduğunu anlattıkları gün dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın Yunanistan'da olması ve Yunan Genelkurmay Başkanı'yla objektiflere poz vermesiydi!

Bir Yılbaşı Eğlencesi

Askerliğimi Van`ın bir karakolunda asteğmen olarak yaptım. Çok anılar var, ama yeni yıl yaklaşırken bununla ilgili bir şey anlatayım istedim. Bugünlerde yeni yılı kutlamak için planlar yapılıyordur.

Görev yaptığım yer sınıra yakın bir yerdi. Askerleri toplamak için çevre karakollara gidip tek tek askerleri getirirdik. Askerler moral bulacaklarmış, eğleneceklermiş, dansözlere bakıp hoplayacak, zıplayacaklarmış. Bunlar askerlere iyi geliyormuş.

Tabii ki kış şartları çok zor, beline kadar kar. Bir ara kamyon bir çukura girdi, az daha devriliyordu. Arkada bir asker çok korktu. "Devrilseydik şehit mi olacaktık" diye sordu. O anda sert cevap verdim: "Vatanı milleti kurtarmaya gidiyorsun, bir de şehit olacaksın değil mi?" Ama ne diyeceksin? Bu geceyi tertipleyen subayların umurunda mıyız? Onlar gelecek dansözleri düşünürler.

Fazla uzatmayım. Yeni yıl programı başladı, şarkılar söylendi, dansözler oynadı. Zavallı askerler de dansözlere değebilmek uğruna para yapıştırıyorlardı, hem üst tarafına hem alt tarafına. Bundan zevk alıyorlardı. Tabii ki aşırı gidenler de vardı, parasının hepsini dansöze takanlar da oldu.

Askerdeki Terörist

Ben 1974/1 tertip Ardahan'da Tugay Karargah Bölüğü'nde askerliğimi yaptım. Adıyamanlıyım.

Bizi burada davullarla, zurnalarla, ellerimize kınalar yakarak askere gönderirler. Beni de öyle gönderdiler. Dayımın ben gitmeden evvel son nasihati şuydu: "Yeğenim, gideceğin yer asker ocağıdır. Asker ocağı peygamber ocağıdır. Git orada vazifeni hakkıyla yap. Sakın bir yanlış yapma; vatan hakkı kutsaldır. Bilmediğin şeyleri askerde öğrenirsin."

Askere gittim, 2 ay acemiliğimi Isparta'da yaptım. Tam bir hayalkırıklığına uğradım. Bizleri yersiz yere döven usta askerler, anamıza bacımıza küfür edenler... Acemilik bitti, Ardahan'a usta birliğine gittim. Orada da yeni gelen askerler olarak ilk 3 ay diğer tertiplere hizmet ettik.

Birgün yeni atanmış bir astsubay malzeme sayımı yapıyordu. Ben de nöbetçiydim. Yanıma geldi, bana "burada kaç tane depomuz var" diye sordu. Ben de yeni gelmişim, bir şey bilmiyorum. Bildiğimi söyledim, "2 depomuz var komutanım" dedim. Bir anda "s.ğimin kırosu, sen şerefsizsin bacısını s.ğimin" gibi insan olanın ağzına almayacağı küfürler etmeye başladı.

Uğruna ölmek için geldiğim namusumun başkaları tarafından, hele bir rütbeli tarafından böyle aşağılandığını, ne kadar kıymetsiz olduğunu gördüğümde sağanak gibi ağlamaya başladım. Komutan hem küfürlerine devam ediyor hem de botunun ucuyla dizlerime vuruyordu: "Sen kırosun, sen teröristsin, mağarada mı doğdun ?" O günden sonra bana gıcık kaptı. Beni gördüğü yerde boşu boşuna döverdi.

İlk Gün Şoklaması

Kısa dönem er olarak askerliğimi yapmam için 12 Nisan 2009 Pazar'ında Gaziantep 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı'na teslim olmam gerekiyordu.

Başta her şey normaldi. Tugay komutanlığında otobüste tanıştığım kısa dönem arkadaşla beraber giriş işlemlerimizi yaptırdık ve bir çavuş nezaretinde yatakhanelere gittik. Yataklarımız gösterildi ve sivilden getirdiğimiz eşyaları oraya bıraktık. Kamuflaj, bot vs. almak için 9-10 arkadaş çavuşun peşine takıldık. Tugay büyük bir yerdi gerçekten.

Yolda giderken farkında değildim, elimde boyna asılan cüzdanın ipi varmış. Oradaki bazı askerlerin zincir sallamasından etkilenmişim herhalde, elimdeki ipi gayri ihtiyari sallıyormuşum. Dediğim gibi, farkında bile değilim. Er gazinosuna yaklaştığımızda biri avaz avaz bağırmaya başladı: "Kim verdi o ipi eline!" Ben şaşırmıştım, çünkü elinde ip olan bir tek ben vardım. Dedim, "kimse vermedi, cüzdanın ipi." Tam olarak bağıranı göremiyordum ve normal asker (yani er) sanıyordum. Bu sefer bağırarak buranın asker ocağı olduğunu, nasıl konuşmam gerektiğini bana öğreteceğini, hatta tugayda kalmamam için bildiğim bütün duaları etmem gerektiğini söyledi. Ben şok içindeydim ve galiba bağıranın amacı da buydu. Başka bir askere de başka bir saçma nedenden dolayı bağırıyordu.

Mehmet Batın'ın Suçu Neydi?

Yıl 2000, yer Konya/Akşehir, Ana Dağıtım Komutanlığı.

Daha 18 yaşında askere gelmiş olan Mehmet Batın'ın suçu neydi?

Askerlik görevini yapmak için daha 18 yaşında asker olan Mehmet Batın'ı intihara sürükleyen sebeplerin başında Teğmen A.O.N. ve Bölük Komutanı E.S. var. İnsanlık namına hiç değilse ailesinden bir özür dilenmesini bekliyorum.

Özellikle intiharından 1 saat önce teğmen olan A.O.N.'ın Mehmet Batın'ı bayıltıncaya kadar neden dövdüğünü ve Bölük Komutanı E.S.'nin duruma neden müdahale neden etmediğini sormak istiyorum. Psikolojik sorunu yaratanların dayağın ardından fakir çocuğu Ağrılı Mehmet Batın'a içi mermi dolu bir silahı nasıl verebildiklerini ise hala anlayabilmiş değilim.

Bu olaydan sonra, 2000 yılında bölük komutanı olan Yüzbaşı E.S. ve yardımcısı Teğmen A.O.N. hakkında neden hiç bir işlem yapılmadı? Ölen asker fakir olduğu için mi?

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zerre Hak Geçmesin Askere

Erzincan'da askerlik yaptım. Beraber askerlik yaptığımız erlerden bazılarını bölük komutanı evini boyatmaya götürmüştü. Çocuklar öğleye kadar çalışmışlar. Komutan eşi de onlara çay yanında ekmek arası bir şeyler hazırlamış yesinler diye. Bunu gören komutan vermemişti yemeği arkadaşlara. Şöyle demiş hanımına: "Onların istihkakı bölükte, gitsin orada yesinler."

Ya kardeşler, bu adamlar kendi işini askere yaptırıp eşinin kibarlığını bile askerine çok görüyorlar.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bel Ağrısına Çare

2004, İstanbul.

Yeni gelen uzun dönem askerler arasında iki tane arkadaş vardı. Birisi aşırı derecede kısa boyluydu, boyu standartların çok altındaydı. Diğeri ise belinden hasta idi. Eğilip doğrulamıyordu. Bu çocuklara askeri hastaneye gitmek için kesinlikle izin verilmedi. Amele birliği diye tabir ettiğim bölükte, yani inşaatlarda ve ağır işlerde özellikle çalıştırıldılar. İçtimalarda bu arkadaşlarla komutan dalga geçiyordu ve rencide ediyordu:

-Komutanım ben çok kötüyüm, eğilip doğrulamıyorum belimden.
-Eee?
-Hastaneye gidebilir miyim?
-Hayır!
-Komutanım belim çok kötü ama...
-Gel sokayım da düzelsin o zaman oğlum! (kahkahalar)

Şişeyle Tehdit

331. kısa dönem olarak askerliğimi Balıkesir'de jandarma olarak yaptım. Bölüğün en büyük ikinci askeriydim yaşım 28'di.

Öyle büyük hayallerle askere gelmiştim ki... Memleketten ailemin, akrabalarımın, arkadaşlarımın ellerinde Türk bayrakları ile beni uğurlamaları hala gözümün önünde. Ama şunu anladım askerde: Orası artık kesinlikle peygamber ocağı olmaktan çıkmış.

Komutanım dolabımda seccade yakalamıştı. Açtı ağzını yumdu gözünü; alabildiğince küfür, hakaret etti. Ülkeyi bu hale benim gibi namaz kılan insanların düşürdüğünü söylemişti. Bu olayın akabinde öğle yemeğinde bölük komutanı yemekhaneye geldi, kapıları kapattırdı. Tüm askerlerin içinde üstü kapalı (ama beni işaret ederek) hakaretlerine devam etti. Eline şişe alarak "bunu bir yerlerinize sokarım" gibi tehditler etti. Bu olayların üzerine başka bir karakola gönderilmiştim.

Gözyaşlarını Tutmaya Çalışarak

Askerliğimi 4 yıl önce yaptım. Acemi eğitimimi Tokat`ta, usta askerliğimi de Kıbrıs Güzelyurt`ta yaptım.

Askerliği sevmezdim o nedenle bir tane bile askerlik fotoğrafı getirmedim geriye. Zaten askere de patates yüzünden gittim. Askerlik muayenesinde tabip subay bir rahatsızlığım var mı diye sordu. Ben de düztaban olduğumu söyledim. Şöyle bir yüzüme baktı, düz zeminde çıplak ayakla yürüttü ve ayağımı muayene etti. Tam askerliğe elverişsiz (çürük) yazacak, yanındaki bir başka tabip subaya benim durumumu sordu. Aldığım cevap gurur kırıcı ve oldukça gülünçtü: “Askerde patates soyacak adama da ihtiyaç var.” Hiç sevmediğim patates başıma bir çorap örmüştü. Birkaç tane olay anlatacağım:

1- Ben karargah bölüğü askeriydim ve bölük komutanımızın adı A.’ydı, biz ona Azrail Apo derdik. Çünkü bölüğündeki askerlerin yarıdan fazlası iyi bir dayak yemiştir. Acemi eğitimini bitirmiş askerler öncelikle bizim bölükte kalırlardı.

Sanki Kışın Gelmesinden de Biz Sorumluyduk

2005 yılı Kayseri Pınarbaşı, kısa dönem jandarma çavuş.

Ben askere giderken başıma gelecekleri üç aşağı beş yukarı bildiğim için hazırlıklıydım. Kimseyle muhatap olmuyor ve herkese, herşeye eyvallah diyordum. Beni fiziksel olarak hiçbir şey zorlamadı ama şunlar hiç aklımdan çıkmadı:

Bölüğe geldiğimizin ertesi sabahı yaşlı bir uzman çavuş bizi eşofmanlarla bir minibüse doldurdu ve askeri lojmana gittik. Devasa bir kömür yığını, çuvallar ve kürekler. “Bunları taşıyın” dedi. Sanki bu adam bizi pazardan satın almış, biz de onun kölesiyiz. “Evladım, şunları bir taşıyın” falan yok. Adam şahsi işini emrediyor, ama suratında öyle bir hal var ki sanki kışın gelmesinden de biz sorumluymuşuz gibi. Adam bize iğrenerek bakıyor.

Ben “taşıyamam, belim ağrıyor” dedim. Çok canı sıkıldı. Ah diğer çocuklardan da böyle bir tepki gelse de hepsine pata küte bir girişsem diye hayal kurduğuna eminim. Siz bakmayın kısa dönemlere bulaşılmıyor dediklerine. Başınızı eğerseniz sizin üstünüze daha fazla abanıyorlar ki aşağılık komplekslerini tatmin etsinler. Nitekim aynı adam bölüğe dönerken lojmanın çıkış kapısında ölü bir fare gördü. Ancak onu bana kaldırtırken yüzündeki zevk benim midemi fareden daha çok bulandırdı.

Aynı adama Excel'de harita yaptım sonra. “Vah ordumuzun hali” demekten de kendimi alamadım. Excel’de harita: Koyunlu, kuzulu, çitli falan. Şaka değil...

Tümgeneral Askerin Dişini Kırdı

Ben askerliğimi 2005 yılında Ankara’da Kara Harp Okulu’nda yaptım.

O dönem okul komutanı Tümgeneral H. A. idi. Bu zat okulu tam bir psikopat gibi yönetiyordu. Adam her sabah okul bahçesinde koşar, arkasından da şoförü yavaş tempoyla onu takip ederdi. Kimse de bu arabanın ve benzininin nereden geldiğini sormazdı. Birgün nizamiyede yerde ekmek kırıntıları gördüğü için oradaki askere yumruk atarak dişini kırdığına bizzat şahit oldum. O esnadada M. Albay korkudan kırıntıları elleriyle tek tek topluyordu.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Köpek Kadar Değerimiz Yoktu

Askerliğimi Kütahya’da jandarma olarak yaptım.

Askerliğimin bitmesine yakın (25 gün) kalmıştı ki bölük komutanının köpeği, ki köpeğe köpek diyenler gereken cevabı komutandan alıyordu, zehirlenmiş ve ölmüş. Bütün bölük ayağa kalkmış. Durumu bölük komutanına hangi komutanın nasıl izah edeceği tartışılıyordu.

Bizlerin ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin birer ferdi olarak bir köpek kadar değerimiz yoktu. Gün geçmiyordu ki bölükte hastalanan asker olmasın. Ama emin olun hastalanan erlerin hastalanmaları bir suçmuş gibi görülüyor ve onlara her türlü baskı yapılıyordu.

Yaşadığım olaylar beni askerlikten ve vatan sevgisinden uzaklaştırdı. Ama şükürler olsun ki bunları tezkereden sonra bu sitede paylaştım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Uykusuz Her Gece

Bu yıl (2010 Nisan) Ankara Güvercinlik Komutanlığı'nda askerlik yaptım.

Genel denetim olacaktı. Ben ve 6 arkadaşım ise lojman nizamiyede gece görevlisiydik. Akşam 18.00'den sabah 06.00'ya kadar tam 12 saat görev başında dururduk. Sonrasında koğuşlara gittiğimizde bölük komutanı Üsteğmen M.Ö. bizi yatakhanelere sokmayıp, akşama kadar kantinde uykusuz uykusuz oturturdu. Ardından tekrar gece görevine gönderirdi. Uyuklayanları ise disiplin koğuşuna yollardı.

Allah bin belasını versin bunun gibi komutanların.

Kağan, bize ulaşan eski asker

Katliam Haberleri Alıyorduk

1995 yılı, Ağustos ayı.

Diyarbakır Kulp yine hareketli, santral harekat merkezi olmuş. General dahil hepimiz ufacık bir odadayız. Mum gibi ayakta dikiliyorum, telsizi dinliyoruz. Sabaha karşı sıcak temas başladı ve birkaç gün içersinde Sason-Kulp arasındaki dere yatağında yüz civarında PKK'lı etkisiz hale getirildi. Sevinçli ve gururluyuz. Şehitlerimize de içimiz ağlıyor.

Kış geldi, bahar geliyor. Alınan duyumlar Kulp'un kuzeyi Şenyayla'nın PKK'lı kaynadığı şeklinde. Operasyon birlikleri geldi. Onbin asker geldi civardan. Ama nereye? Güneye Silvan civarına...

Bir hafta o birlikleri boş yere gezdirdiler arazide. Ne çatışma oldu ne ele geçen biri. Operasyon giderlerini benim hesaplamam yerinde olmaz sanırım. Takip eden yaz aylarında resmen katliam haberleri alıyorduk.

Oyak Sigorta Almadığım İçin Hain İlan Edildim

2004 yılında Aydın Jandarma Acemi Er Eğitim Tabur Komutanlığı’nda askere başladım.

Askerlik yapanlar bilir, askerlere hayat sigortası yaptırılıyor. Tabii parası yine askerden çıkıyor. Sigortayı yapan firma olan Oyak Sigorta o zaman tamamen orduya aitti. Sonra özelleşti.

İlk önce bir asteğmen “bu hayat sigortası zorunlu değil, ama yaptırırsanız iyi olur. Eğer ölürseniz ailenize 12.000 TL tazminat verilir. Şimdi kimler yaptırmak istiyorsa üç adım beri gelsin, kayıt yaptırsın” dedi.

Ben ve 6 arkadaşım yaptırmak istemedik ve ileri çıkmadık. Kayıtlar yapıldı, sonra asteğmen “bize niye yaptırmıyorsunuz?” dedi. Biz de maddi darlığımız olduğunu ve yaptırmak istemediğimizi söyledik. Asteğmen “tamam” dedi. Durumu bölük komutanı üsteğmene iletti. Sonra asteğmen kızgın bir şekilde yanımıza gelerek “bu sigortayı yaptırmanız gerek, bölük komutanı öyle istiyor” dedi. Biz de yine yaptırmayacağımızı söyledik.

Bizi bölük komutanının odasının kapısına götürdüler. Kapı önünde biraz bekledik ve içeri girdik. Bölük komutanı “bu sigortayı yaptırmalısınız. Alay komutanına tam sayı vermeliyim. Siz nasıl adamsınız? Nasıl askersiniz? Bu vatan hainliğidir.” dedi.

Ben Sizin Babanızım, Eşim de Ananız

80’li yıllar. Magosa'daki bölük komutanı yüzbaşı, her yeni dönem asker geldiğinde askerleri toplar, eşini de yanına alır ve konuşma yapar. Konuşmasının sonunda da "evlatlarım, ben sizin babanızım, eşim de ananız" der ve konuşma biter.

Ondan sonraki günlerde, en ufak bir olumsuzlukta “ben sizin ananızı s.eyim” demeye başlar. Gerisini anlatmaya gerek yok zaten.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Havan Mermisiyle Doğumgünü Kutlaması

Ben askerliğimin 8 ayını Kuzey Irak'ta yaptım. 1998-2000 arası. Bahar operasyonlarının yapıldığı sıralar. Bulunduğumuz bölgenin adı Kopki Dağı diye geçiyor, 1650 rakımlı bir dağ.

Sonbahara doğru bizim İstanbullu B. Yüzbaşımızın olağan günü, yine zil zurna sarhoş. Gece saat 2:00 suları, çadırımda yatıyorum. Birden ardı ardına 81 mm havanlar atılmaya başlandı. Atış ama ne atış... Üç havanın üçü de aralıksız atış yapıyor. Durumun ciddiyetinin farkına varıp fırladım yataktan, koştum o yöne doğru. Yüzbaşının postası (vallahi bunlar aynen oldu )"sorun yok" dedi. Komutan attırıyormuş. Kendisi havan mevzisindeki kütüğün üstüne oturmuş, elleri iki yana düşmüş, sağ elindede uydu telefonu. Bir an kalktı ve aynen şunları söyledi

-Aloo orda mısın? Karıcığım dinliyon mu, bak dinle! Atın lan, ne varsa atın. Karıcığım, senin için bunlar, doğumgünün kutlu olsun.

Tepelerden Kekik Topladık

2001 yılında İzmir Çeşmealtı'nda askerliğimin ilk günleri...

Komutanlığa ziyarete gelen paşanın eşi için 15 kişi bir saat süresince tepelerden taze kekik topladık. Gerçi doğa ile başbaşa kalmak için güzel bir fırsattı. İşin aslı, kendime o ameleliği yakıştırabilirdim; ama üstüme giydiğim kamuflaja asla yakıştıramadım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Yemin Töreninde İnsan Ayrımı

2010 Sancaktepe tarafında kısa dönemlerin yemin törenine gittim.

Eşim başörtülü. Nizamiyede kadın polis ikaz etti. "Başörtünüzü tavşan kulağı şeklinde bağlayın" dedi. Kalabalıktı. Biz aradan geçtik gittik. Bir vatandaş kucağında süs köpeği ile yemin töreninde yer almıştı. Acaba kendilerini de ikaz ettiler mi? Köpekle girilemez diye...

İsimsiz, bize ulaşan asker yakını

Kamyon Tehlikesi

Sene 1976. Ankara Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda çavuş rütbesi ile kalan 16 ayımı tamamlamaya çalışıyorum.

O zamanlar sola karşı sempatim var,o çağın gençleri gibi ya milliyetçilik rüzgârı ya da sosyalizm fırtınasının tam içindeyim. Yaz günü, aylardan temmuz, öğle üzeri. Ben ve onbaşı arkadaşım nizamiye kapısını ön cepheden gören bir yerde oturmuş dertleşiyoruz. Nizamiye kapısının önünde bir sivil kamyon belirdi. Bölüğe erzak getirdiği anlaşılıyordu. Nöbetçi başçavuş kapı açılıp kamyon ağır ağır içeri girerken bulunduğu yerden ok gibi fırladı, avazı çıktığı kadar bağırarak kamyonu durdurdu.

Ben ve onbaşı alaya baskın olabilir endişesi ile nizamiye kapısına doğru koşmaya başladık. Başçavuş, nöbetçi askerden paketlemede kullanılan bantlardan getirmesini istiyordu. Böyle basit bir şeyi söylerken gözlerinin adeta yuvalarından fırlaması hayret vericiydi. Birkaç saniye yaşanan hadiseye bir anlam veremedim, ta ki sivil kamyonun ön camının üzerinde iri harflerle yazılmış bismillahirrahmanirrahim'i görene kadar.

Doğru ya, kasasında besmele yazan bir kamyonun alayın içinden geçmesi ve bunun getireceği vahim neticeler hayal bile edilemezdi.

1976'dan bugüne değişen ancak vatanın tüketilen yılları, baki kalan ise dine karşı duyulan kin ve nefret.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Asker Ayakta Duramıyordu

Birgün bir nöbetçi er, cep telefonunu nöbetçi subaya yakalatmış. Subay, askeri dakikalarca dövdükten sonra sigara içip dinleniyor ve tekrar dakikalarca dayak atıyor. Ben nöbetçiyi değiştirmeye gittiğimde artık asker ayakta duramıyordu.

Şu an Amerika'da eğitim alıyorum. Kendi insanımızın bize reva gördüğünü ve gayrimüslim dediğimiz bu insanların bize karşı davranışlarını kıyaslıyorum. Acaba hangisi gayrimüslim diye şaşırıyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Tüfeğimi Çenemin Altına Dayadım

Anlatacağım olay 1996’da İstanbul Kartal 2. Zırhlı Tugayı Piyade Bölüğü’nde geçmiştir.

Tugay komutanı, meşhur Tuğgeneral O.D.S. idi. Ondan önceki tugay komutanı namaz kılan, oruç tutan ve Ramazan’da askerlere iftarda özel yemek çıkarılması için yemekhaneye emir veren dürüst biriydi. O.D.S. tugaya geldiğinde ilk işi tugayın içinde yer alan büyükçe camiyi yıkmak oldu. Oruç tutmanın ve namaz kılmanın yasak olduğunu binlerce askerin olduğu bir pazartesi sabah içtimasında bizzat söyledi.

Birgün herkesi kaldırdılar ve Sultanbeyli’ye gittik. Meydanın ortasına bir Atatürk heykeli diktik. Biz de sağda solda nöbet tuttuk ama enteresan olan şuydu: Komutanımız herhangi gerici bir saldırıda ateş etmemizi istemişti. Zaten benim zamanımda bir çok subay ve astsubay irticacı diye ordudan atılıyordu. Benim de iki komutanım (astsubay) atıldı.

Bir Ülke Nasıl Adam Edilir

2000 Yılı, 15 Temmuz-15 Ağustos, bedelli, Emirdağ-Afyon.

Genç bir üsteğmenle tanışıyoruz. Son derece modern bir kafaya sahip olduğunu, profesyonel askerliğe inandığını öğreniyoruz. Birgün Tabur Komutanlığı'nın bulunduğu binanın arkasındaki çakıl döşenmiş alanda uzun dönem askerlik yapan askerlerin dizildiğini ve hazırolda sessizce beklediklerini görüyoruz. Bir asker yerde sürünüyor. Yaklaşıyoruz olay yerine, sürünme hala devam ediyor. Bekledik ne zaman bitecek diye; ama hala sürünüyor. Yorulduğu ara verdiği her seferde bahsettiğimiz üsteğmen bağırarak devam etmesini istiyor. Biz bedelliler homurdanmaya, ses çıkarmaya başlıyoruz; ama bizi hiç kaale almıyor. Bir grup asker de bizim alana girmemizi engelliyor.

Bu böyle uzun bir süre devam etti. Yüzlerce bedelli birikti oraya. Artık çocukcağız kan ter içinde kalmış, elbisesi parçalanmıştı ki kalabalığın arttığını gören komutan askere ayağa kalkamadan sürüne sürüne barakalara gitmesini emretti.

Her Masaya Bir Er Tahsis Edilmiş

Tanık olduğum bir askerlik hikayesi, bir askerin hikayesi...

Ankara'da yeni adı GEST, eski adı JEST olan bir askeri bölge var, İstanbul yolu üzerinde. Buraya standart er dışındakiler, yani askeri kartı olanlar gelip restoranından yemek yiyebiliyor, pastanesinden veya büfesinden alışveriş yapabiliyor, havuzlu spor imkanlarından yararlanabiliyor. Problem bu imkanlardan yararlanmaları değil. Gerçi büfesinde satılan kutu kolanın toptan marketlerden bile çok daha ucuz olması düşündürücü gelebilir, ama problemimiz o değil.

Bu alanda piknik alanları mevcut. Tanık olduğum ve devam eden olay şu: Piknik alanları rezerve ediliyor. Ailesi ve yakınları ile örneğin bir astsubay gidip bu alanlarda piknik yapabiliyor. Buraya kadar her şey normal gözükebilir. Anormallik her masaya bir standart erin tahsis edilmiş olması. Erin görevi mangalları yakmak, etleri pişirmek ve servis etmek. İşini ve belki de eşini ve çocuklarını askerlik görevi için geride bırakmış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını askerde mangal yakıcı olarak görmek izah edilemez.

İsimsiz, bize ulaşan vatandaş

Sıradan Dayak

Usta birliği olarak Tekirdağ ili Hayrabolu ilçesindeki Sait Akbaytugan Kışlası’na gittim.

Burada tüm kısa dönemler bölüklere dağıtıldı. Ben Tank Taburu Karargah Bölüğü’ne düştüm. Uzun dönem asker arkadaşlarla daha içli dışlıydık. Burada insanlık dışı iki uygulama gördüm.

Birincisi, karargah bölük astsubayı E.K., Aydın-Çineli bir asker arkadaşı cop ile ellerine ve bacaklarına vurmak suretiyle dövmüştür.

İkincisi, o dönem karargah bölüğü keşif takımı komutanı olan Başçavuş B. en alt tertip uzun dönem askerleri, en üst tertip askerlere devrecilik yaptırarak dövdürmüştür. Bu olay başçavuşun gözleri önünde olmuştur. Ancak başçavuş bu olaya engel olmamıştır.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ben Ölecek miyim? Ölmek İstemiyorum

Ben Osman Ünal. Askerliğim biteli 10 yıla yaklaştı ama unutulması imkansız çok şeyler yaşadım ve gördüm. Benim askerliğim hep şiddet ve kan dolu anılarla geçti.

20 Ağustos 2000 tarihinden başlayarak önce Isparta Eğirdir Çavuş Talimgah'ta acemiliğimi, sonra Siirt 3. Dağ Komando Tugayı 1. Tabur'da ustalığımı yaptım. Aileme Siirt çıktığını bildirdiğimde "nasip oğlum" dediler.

Dağlara çıkardık. Operasyon olduğu zaman bize nereye gittiğimizi söylemezlerdi. Büyük operasyonlar olduğunda genelde kamyonlar ve land'larla, ama acil durumlarda ve operasyon gerektirdiğinde Skorski tipi personel taşıyıcısı helikopterlerle giderdik.

Bir akşam yatağımızdan apar topar kaldırıldık. Acil anonsu ile hazırlandık, helikopterlere bindik, ineceğimiz yere geldiğimizde helikopter çat çut diye (sanki taş atılıyor gibi) sesler çıkarıyordu. Sonradan anladık ki teröristler bize ateş açıyorlardı. Kapı açılıp inmeye başladığımızda, her yer cehennem gibi idi. Makineli atışı, roket atışı; göz gözü görmüyor.

Ben 20 uzun manevralı adım sonunda kendimi yere attım. Herkes bir yerlere ateş ediyordu.

Bir Ölüm Hikayesi

Ben 1985/2 tertip jandarma komando er olarak usta birliğimi Türkiye’nin sayılı rütbeli eğitim birliği olan İzmir Eski Foça’da yaptım.

25 km tekamül koşusu sonunda böbrek yetmezliğinden ölen askerin sorumlusu, eğitim tugayının revir doktoru, Eski Foça Deniz Komutanlığı’nın revir doktoru ve revir başçavuşudur. Aradan tam 6 yıl geçti ve ben hala vicdan azabı ile yaşıyorum.

Eğer o askere zamanında müdahale edilseydi, “numara yapıyorsun lan p.ç kal ayağa” denmeseydi (ki numara yapacak bir şey yoktu, koşunun sonunda bayılmıştı), doktorlar “numara yapıyor, bağlayın serumu gitsin" demeseydi, Deniz Komutanlığı’nın doktorları yeşil yeşil istifra eden adama amonyak koklatıp ayıltmaya çalışmasalardı, bir gece bekletip ancak ondan sonra tam teşekküllü Hatay Askeri Hastanesi’ne göndermeselerdi o asker koşusu bittikten sonra haftasonu çarşı mükafatını alıp çok uzaktan gelen nişanlısını görecekti ve hasret giderecekti. Annesi ağlamayacaktı, babası yüreğine taş basmayacaktı, biz erler ağlamayacaktık.

Sonra ne oldu? Aynen şu oldu: Ölüm sebebi yerine eğitim zayiatı yazıldı. Aslında böbrek yetmezliği olduğunu onbir defa vizite alarak revire çıkıp beyan ettiğini, doktorun her seferinde “eğitimden kaçmaya çalışıyorsun, numara yapma” diyerek geri çevirdiğini sonradan öğrendik.

Sonuç itibari ile hiç yoktan yere ölen bir asker ve ardında bıraktığı acılı bir sevgili, aile ve bizler… Allah rahmet eylesin.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Diyetisyenlerin Kalori Hesabı

Askerliğimi Tuzla Piyade Okulu’nda yaptım.

Akşama kadar koşup sürünmemize rağmen bir avuç yemek veriyorlardı. Yemekler de bir garipti: Sabah verilen çorba kasesini ters çevirdiğinizde çorba birkaç saniye sonra kalıp olarak kaseden düşerdi. Açlıktan ölüyorduk, kantinde de doğru dürüst birşey yok, olsa da gidecek zaman yok.

Birgün subay bir sıkıntımız olup olmadığını sordu. "Yemekler çok az, doymuyoruz" dedik. Yüzünde alaycı bir ifade ile "diyetisyenler yemeklerin kalori hesabını yapıyorlar" dedi.

İşin ilginç tarafı, birliğin içerisinde arabayla dolaşarak lahmacun satan bir adam vardı. Sonradan öğrendik ki bu adam emekli bir rütbeli. Öğlen yemeğinden hemen önce eğitim alanına geliyor ve "Çocuklar, bugün menüde mercimek var haberiniz ola" diyerek zavallı aç çocuklara lahmacunları iki dakikada satıp bitiriyordu.

Ben aç kalmak pahasına da olsa onların bu düzenine alet olmamak için asla ondan lahmacun almadım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Eşlerin Rütbe İktidarı

Ben başımdan geçen ve beni çok etkileyen bir olayı yazacağım. İstanbul Zeytinburnu’ndaki Fatma Süslügil İlköğretim Okulu’nda gerçekleşti bu olay.

Oğlumu hergün okula getirip götürüyordum. O gün oğlumun çıkmasını diğer veliler ile birlikte duvar kenarında bekliyordum. Okulun bahçesinde her zaman olduğu gibi bir araç ve başında bekleyen sonradan asker olduklarını öğrendiğim düzgün giyimli iki kişi vardı. Aracın etrafında da henüz birinci sınıf olan ve koşuşarak oynayan öğrenciler. Sivil giyimli bu askerler okulumuzda görev yapan komutan eşi bir bayanı almak için sabah akşam gelip gidiyorlardı.

O gün askerlerde bir telaş vardı. Araca bindiler ve hiç arkalarına bakmadan aracı geri geri hareket ettirdiler. Orada oturan velilerden bir bayan çocukların ezileceğini düşünerek askerlere "dikkat edin çocuklar var!” diye bağırdı. Askerlerin olaydan dolayı moralleri bozuldu ve aracı durdurup indiler. O bağıran bayanın yanına gelerek "hep sizlerin yüzünden oluyor” gibi saçmasapan bir şeyler söylediler. O bağıran bayan da "ben asker eşiyim, böyle konuşmayın. Ayrıca okul bahçesine araç mı girer?" diyerek karşılık verdi.

Komutan eşi olan öğretmen okul kapısında görününce askerler hemen onun yanına gitti. Olayı hararetli hararetli anlatıp bizleri gösterdiler. Komutan eşi kadın da bize bakıp yüzünü astı ve yanımıza geldi. Askerleri ikaz eden bayana gelerek “benim kim olduğumu biliyorsun, devletin bu aracı bana verdiğini de biliyorsun. Senin eşinin adı ne, söyle bakayım” dedi.

İmam Hatipliydim, El Üstünde Tutuldum

1994-96 yılları arasında askerliğimi Kütahya’da Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda uzun dönem çavuş olarak yaptım.

İmam-Hatip Lisesi mezunuydum ve sivilde de resmi imam olarak görev yapıyordum. Komutanlarım olan (hatta beni tanıyıp komutanım olmayan) tüm subay ve astsubaylardan hem sevgi hem de hoca olmamdan ötürü saygı gördüm. Bütün arkadaşlarım buna şahitti, beni kıskananlar bile oluyordu. Ramazanda oruç tutanlar için sahur yemeği de çıkıyordu, tugay komutanından izin almak ve başkalarını rahatsız etmemek şartıyla boş bir koğuşta teravih namazını da kıldırıyordum.

Şunu da hemen ilave edeyim. Tabur komutanımızın biri erkek diğeri kız ilköğretimde okuyan iki çocuğu vardı. Okullar tatil olunca beni çağırdı ve mesaiden sonra çocukları lojmandan getirip eğitim sahasındaki dinlenme lokalinde günde 1 saat kadar onlara bazı duaları öğretmemi söyledi. Ben de bir ay boyunca çocuklara gerekli duaları öğrettim. Dersten sonra da ben, komutanım, orada olan diğer komutanlar ve eşleri çay içip tabiri caizse geyik muhabbeti yapıyorduk.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Ameliyatla Vatan Haini Oldum

Yıl 2002, Konya İl Jandarma Komutanlığı.

Tezkereme 4 ay gibi bir zaman var. Yazıcılık yapıyorum. Binbaşı U.K.'na durumumu anlatarak masrafları kendime ait olmak üzere özel bir doktorda ameliyat geçirdim. Kısa bir süre sonra Alay Komutanı Yarbay C.Y. tarafından Karapınar İlçe Jandarma Komutanlığı'na gönderildiğimi öğrendim. Korumalığını yapan ve askerlikten sonra intihar eden rahmetli arkadaşımdan alay komutanının berberde olduğu bilgisini aldım. Misafirhanedeki berber koltuğunda yakaladığım alay komutanı ile aramızda şu diyalog geçti:

-Komutanım, Karapınar İlçe Jandarma Komutanlığı’na dağıtımım yapılmış, suçumu/sebebini öğrenmek istiyorum.
-Ben senin dağıtımını yaptım, git birliğine teslim ol.
-Komutanım, bu zamana kadar hiçbir görevi aksatmadım. Verilen bütün görevleri layıkıyla yerine getirdim. Bu dağıtımı hak edecek hiçbir şey yapmadım.
-Kaldırma beni ayağa! Senin dağıtımın yapıldı artık.
-Komutanım, bu durumu düzeltebilecek bir kişi varsa o da sizsiniz...
-Sen vatan hainisin, defol git! Benim devletin parasını harcayanlarla işim olmaz.

Bu son dedikleri üzerine söyleyecek sözüm kalmamıştı.

Anlaşılmıştı, askeri hastaneye gittiğimi düşünüyordu. Zaten koruması rahmetli arkadaşım da sebebin bu olduğunu söylemişti. Oysa ben kendi paramla tedavi olmuştum. Sormamıştı ki.

Sarıkamış Askeri Cezaevi

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 1994-2004 arası görevde bulundum. Burda anlatılan olayların her türlüsünü ve anlatmama yerinizin yetmeyeceği daha yüzlerce aşağılık vakayı, soygunu, hırsızlığı, ahlaksızlığı, şiddeti yaşamış biriyim. Bunlara karışmayanları tenzih ederim.

Sizlere Sarıkamış Askeri Cezaevi'nden biraz bahsetmek istedim. Yıl 2002.

Herhangi bir küçük sebepten (suçtan) dolayı tutuklanan bir asker cezaevi kapısından girer. Dış kapı kapatılır kapatılmaz bütün gardiyanlar askerin üzerine çullanır ve askere temiz bir dayak çekilir. Asker içeri alınır ve subay astsubay koğuşunun kapısına saat 10-11 gibi kelepçelenir. Arada yapılan sağlık muayanesi hariç yaklaşık gece 3'e kadar aç, susuz, kelepçeli bekledikten sonra gardiyanlar askeri sorgu odasına alır. Vücut muayenesi ve giriş kaydı adı altında iç çamaşırı dahil soyundurulur ve işkence başlar. Asker, (afedersiniz) "ben bacımla birlikte oldum, anam şöyle, karım böyle, ben ibneyim" gibi size en hafiflerini söylediğim ifadeler arasında orasına burasına cop dürtülerek dövülür.

Yaklaşık 2 saat süren bir sorguyla kaydı yapılır ve koğuşa gönderilir. Hızlandırıyorum: Uyumayan asker sabah kalkar. Traş süresi 15 saniye. Yetiştireceğim diye elini yüzünü keser. Tuvalet ihtiyacı süresi 30 saniye. Üstünü başını batırır. Eller sürekli yanda bağlı, baş önde. Akşama kadar küfür ve cop. Yemek süresi 1 dakika.

Suçu nedir bilmiyor, neyi savunacak? Dilekçe desen yasak, kalem yok. Avukat tutulacak parayı gardiyana verdi; ama avukat gelmez.

Yüzkarası Beşiktepe

Yüzkarası 1: Çanakkale'ye tatbikata giderken tank-top zırhlı araçların bir çoğunu beraberimizde götürdük. Aynı zamanda bunlara yakıt ulaştırmak amacıyla tankerler de gelmişti; ama maalesef tankerlerden biri yolda giderken devamlı akıtıyordu. Hatta yakıt aktarması yapıldığında dahi mazot devamlı akıyordu. Tankeri kullanan askerler akıtan yerin altına bir kova koyuyor ve tekrar devam edip gidiyorlardı.

O tanker bir ay boyunca yolda normal giderken devamlı yakıt akıttı. Binlerce litre yakıt boşa yollara döküldü. Askersin; ama sen bunu düşünüyorsun, peki bu komutanların gözü kör mü? Nafile, bir şey de diyemiyorsun. Bu milletin malını yollara böyle saçıyorlar.

Yüzkarası 2: Takım-edevatı kontrol etmeden askerlere baskıyla araç zimmeti veriyorlar; zorla imza attırıyorlar. Komutan başka bir şoföre senin aracı veriyor. Bir astsubay bir uzman kademeci araca girdiyse nanayı yediniz. Zimmetinizdeki aracınız vidaları kaybolur, babasının malı. Ama bu durumdandan asker sorumludur, eksik vidalarını bulup takmak durumundadır. Durumu izah etmeye çalıştığınızda komutan sizi suçlar. Yani sorumluluk askere kitlenmiştir, herhangi bir şey olursa askerin başı yanar.

Yılların Birikmişlerini Attım Üzerimden

Yıl 2002, Mardin 285. kısa dönem

8 yıl geçti aradan ama başımı yastığa her koyduğumda sürekli sinirlendiğim birileri var. Psikolojimi bozdular. Nereden başlasam bilmiyorum...

Astsubay K.: Kendi devreleri arasında en düşük puana sahip biri. Rütbesi indirilmiş birkaç defa ceza almış fakat atılmamış. Biri birilerini ısırmıyor hesabı. Karargah ondan sorulur. Her türlü dümen vardır. Nöbette erotik film izler. Askerlerden erotik film bulmalarını ister. Nöbetinde eşine hava olsun diye herkesi içtimada bekletir. Nöbete eşini de getirir bazen kendini güçlü göstermek için. Canı sıkılınca birini döver, sonra revire gitmesini rapor almasını engeller. Diğer astsubayların ve kendisinin ölesiye dövdüğü erleri konuşmasınlar diye hava iznine yollar. Çay ocağından çay içer parasını ödemez. Hediyeyi sever. Şimdi nerede kimbilir. Hayat tekrar karşıma çıkarsa da hırsımı alsam biraz diyorum.

Yemekhane: Yemekleri askerler taşır. 3. kattaki yemekhaneye çıkarılırken yemekler dökülür. O merdivenden çıkarken mideniz bulanır.

Bunun Neresi Askerlik?

Bu siteyle beni 1984-1985‘lere götürdünüz; benim Kayseri Hava İndirme Tugayı’ndan başlayıp Gelibolu Ortaköy’de biten askerlik dedikleri macerama.

Ben ve benim gibileri oralara ülkemize hizmet etmek için gitmişiz. Ama ne hizmet! Yirmi yaşındasın, dayak yeyip ana avrat küfür yiyorsun; bir de “emret komutanım” diyorsun. Bunun neresi askerlik?

O dönem benim komutanım dediğim S.B. adında bir üsteğmen vardı. Kendisi Konyalıydı. Bu kadar zaman geçmiş ona olan nefretim hiç geçmedi, çünkü bir de müslüman geçinir, beş vakit namaz kılardı bu komutanımız dediğimiz adam. Günlük içtima alanına askeri servisle gelir daha içtima almadan sebepsiz olarak beni 73 arkadaşımın önünde günlük olarak döverdi. Eğitime başlayınca da bu kez uşağı çavuşlar devreye girerdi. Haftasonları nöbetçi olduğu zaman da dayak fasılları devam ederdi, neden bilmiyordum.

Bu vatansever arkadaşların sayesinde ben o dönem kendi çocuklarımı ve bütün ailemdeki gençleri askere göndermeme kararı almıştım. Şu ana kadar bunu başardım, bundan sonra da göndermeyeceğim. Türkiye’yi seviyorum.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bunların Tohumuna Para mı Verdik

Manisa Batıkışla’da 5. bölükte, 1994 Kasım-Aralık aylarında 1974/4 tertip olarak acemi birliği yaptım.

Bölük komutanı T.Ş. isimli 54 yaşında ihtiyar biriydi. Bizim uzman çavuşumuza “bu askerleri niye süründürmüyorsun” diye sordu. Uzman çavuş da “yerler çamur, yağmur yağıyor hasta olmasınlar diye, komutanım” dedi. Bunun üzerine o bölük komutanı bizim mangamızdaki tüm askerlere ana avrat küfrederek; “oğlum geberirlerse eğitim zayiatı olak düşeriz; bunların tohumuna para mı verdik” dedi. Sonra tüm askerler süründük, elbiselerimiz çamur oldu ve tamamen ıslandık. İşte Türk ordusunun geldiği nokta, sözün bittiği yerdeyiz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Badana Dayağı

Askerliğimi 1986 yılında İzmir Bornova Hacılarkırı’nda Ulaştırma Er Eğitim Taburu’nda ulaştırma çavuş olarak yaptım.

300 kişilik bölükte devre arkadaşımızla beraber sorumluluğu bize ait olan hatırladığım kadarıyla 6 koğuş vardı. Bu koğuşların temizliği ve bakımı bize aitti. Kendi paramızla deterjan ve süpürge alıp koğuşları temizlerdik. Badanayı ise yakında bulunan kireç ocaklarından çaldığımız kireçlerle yapardık. Yine de bu koğuşlar yüzünden hergün bölük başçavuşundan katıksız dayak yerdik. Bir de bu başçavuş kendisini dindar sayıp gizli gizli namaz kılardı. Hala daha unutmam birgün bizim popolarımıza söğüt dalı ile vurdu. Acıdan gözlerimizden yaş geldi. Bu anı daha dün gibi yaşıyorum.

Birgün Ordulu arkadaşımız nöbetçi, biz ise eğitimdeyken o arkadaşımızı sorumlu olduğumuz altı koğuşun altısında da dövmüş. En dramatik olan ise o devre asker az olduğu için onun sorumlu olduğu koğuşta kimse kalmıyordu. Ondan dolayı onun koğuşu tertemiz idi. Bu arkadaş her koğuşta dayak yedikten sonra başçavuş ile kendi koğuşuna gelirler. Arkadaşımız kendi koğuşunda her şeyin mükemmel olduğundan emindir. Kendi kendine der ki “burada başçavuş hiç bir hata bulamaz, dolayısıyla dayak atmak için neden yoktur.” Başçavuş koğuşta dört döner ve hiç bir hata bulamaz. Arkadaşımıza döner ve sorar: “Bu koğuşa en son ne zaman badana yaptınız?” Arkadaş “üç gün önce” der. Nevşehirli başçavuş “üç gündür badana yapılmadı mı bu koğuşa?” der ve basar dayağı bizim garip Ordulu çavuşa.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Diğer Taraftan: Subayın Erden Çektiği

Ben de subayım. Yani şu bildiğiniz şerefsiz subaylardan. Ben de yaptığım şerefsizliklerden birini anlatayım dedim. Yer Merzifon.

Bölüğümde bulunan bir asker Ankara GATA'dan 20 gün istirahatle kıtasına taburcu olmuş. Doğruca birliğine gelmesi gerekirken memleketine gitmiş. İstirahatini 4-5 gün geçirdikten sonra bir akşamüstü annesi ile birlikte gelmiş. Kadın başladı "izin ver oğlumu götüreyim" diye yalvarmaya. Ben de kendisine bunun mümkün olmadığını, oğlunun zaten normalde suç işlediğini anlatmaya çalıştım. Bunun üzerine bana kışlada kendisine yer vermemi, kendisinin de orada kalmasını teklif etti. Ben bunun da mümkün olmadığını anlatarak kendisini memleketine geri dönmeye ikna ettim. Tam gitmeye razı olmuştu ki "teyze paran var mı?" diye sordum. Bir anda ağlamaya başladı. Bende cebimde bulunan paranın tamamını (sanırım o zaman için 300 TL civarıydı) oğluna vererek "al bu parayı, anneni yolcu et garajdan, sonra birliğine gel katıl" dedim. Gece birliğe katılışını nöbetçi subay vasıtası ile takip ettim.

Ertesi gün sabah içtimaya gelirken bölük astsubayını bölüğün önünde sinirli bir halde gördüm. O da beni görünce hemen yanıma geldi ve bana "gene kime iyilik yaptın komutanım?" dedi. Ben kendisine kimseye iyilik yapmadığımı söyledim.

Göstermelik İşler

1989/1 tertip olarak yaptım askerliğimi. Acemi birlik Silvan, usta birliğim Kilis.

Önce yazıcı olarak başladım. Hergün erzak listesi tutardım ama listedekilerin hiçbirisini bulmak münkün değildi. İmzalar atılır, mesela istihkakta karper peyniri verilmiş gibi gösterilir ama ortada ne karper peynir ne de başka birşey. Her şey kağıt üzerinde.

Sonra bölük komutanının koruması oldum. Normalde bize ait 7 karakol vardı. Sınır olduğu için bizim her gece bölük komutanıyla beraber devriye çıkıp jiple bunları dolaşmamız lazımdı ama tabii ki böyle yapmıyorduk. Sadece 2 veya 3 günde bir giderdik. Bölük komutanı defterleri imzalardı. Buna karşılık hergün gelmiş gibi gösterilip mesai ücreti alınırdı.

Bir de şunu hiç anlamış değilim: bir komutan askerine küfür ediyor; sanki bizler de buna onay vermiş gibi “emredersin komutanım” çekiyoruz.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Bir Komutanın Kaynanası Kaç Şehite Bedeldir

Yer Hakkari, Sene 1997, 249. dönem asteğmen olarak Hakkari Dağ ve Tugay Komutanlığı'nda askerim.

Terörün doruk yaptığı yıllar, sürekli operasyonlar ve verilen şehitler. 7x24 saat çalışıyoruz. Hafta sonları şayet şehit veya yaralı olmazsa şehre iniyoruz. Gidilebilecek iki yer var ya öğretmenevi ya da orduevi.

Bir haftasonu cumartesi yine orduevine gidiyoruz ama o cumartesi orduevlerinde yapılan eğlencenin iptal edildiğini öğreniyoruz. Sebebini sorduğumuzda tugay komutanının kayınvalidesinin vefat ettiğini söylüyorlar. Koskoca komutanımızın (şu an hayatta değil) kayınvalidesi ölmüş, onun acısı bizim acımız tabii, ne var bunda?

Ancak önceki dönemden arkadaşlarımın anlattığına göre bir hafta sonu 16 şehit birden gelmiş ve orduevindeki eğlence iptal edilmemiş. Analar ne için doğuruyor ki zaten.

Belki de bir kayınvalidenin değeri olan şehit katsayısı daha yüksektir… Ne bileyim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı