Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Bir Astsubayın Anıları

1988 ve devamında Erzincan’da batarya astsubayı idim. Botları kullanılmaz hale gelen askerlere bazen bot dağıtırdım. Dağıttığım botların bazen birkaç saat içerisinde bazen de birkaç gün içerisinde topuklarının koptuğunu çok defa gözlemledim. Asker botunu gösterir, utangaç bir şekilde benden cevap beklercesine yüzüme bakardi ve ben ondan daha utangaç yere bakar, botlara bakar, cevap veremez ve bu botların nasıl böyle kalitesiz olduğuna kafa yorardım. İhale, rüşvet karşılığı Ankara'daki "dost" firmalara verilir. Bu firmalar da verilen rüşveti, maliyetten kısarak ve kaliteyi düşürerek telafi etmeye çalışırdı herhalde.

Yine Erzincan'da iken bir asker vardı. İstanbul'dan gelmişti. Askere gelmeden önce kız kaçırmış. Kız kaçırdığı için kız tarafı hem damadı hem kızı reddetmiş, konuşmuyorlar. Erkek tarafı da evliliğe karşı oldukları için oğlanı reddediyor ve konuşmuyorlar. Askere gelirken eşini ancak bir arkadaşına bırakabildiğini bana kendisi söylemişti.

Askerin aldığı aylık maaş bilindiği üzere bir paket sigara parasıdır. Ben batarya astsubayı olarak gelen tüm mektupları okumakla yükümlü idim. Bizim yazıcı mektupları açar, üzerine "er mektubu okunmuştur" kaşesini vurur, bana getirir, ben de mektupları okur ve zarfın üzerini imzalardım. Bu askerin eşinden de mektup gelirdi. Bir defasında yine eşinden gelen mektubu okuyordum. Kişiye özel şeyleri (beraber olduklarındaki hatıralar) anlatmaya baslamıştı mektubunda. Düşündüm, bu kadın bu mektubu benim okuduğumu bilse ne kadar utanırdı. Mektubu okumayı yarıda kestim, "er mektubu okunmuştur" damgasının üzerini imzaladım ve diğer mektuplara başladım. Yazıcıya söyledim, bu askerin mektuplarını bana açmadan getireceksin diye. Çünkü yazıcının da okuma ihtimali vardı. Sonra bu askere gittim. Kendisine gelen mektupların açılmayacağını, eğer açık gelirse hemen bana haber vermesini söyledim. Teşekkür etti. Hem kendisinin hem de eşinin paraya ihtiyacı vardi. Kendisine kendi cebimden bir miktar da harçlık verdim.

Tatvan:

Tatvan'a hava atış tatbikatına gidecektik. Ben altı askerle beraber bir hafta önce gidecektim. Trenle Tatvan’a, tatbikat yerine vardık. Kumanyamız sadece yol içindi. Tatvan'a vardığımızda oradaki tabur komutanına bizim tabur komutanının selamını söyleyecektim ve yemeklerimizi bizim tabur gelinceye kadar yani beş gün boyunca oradaki taburdan karşılayacaktım. Gittim tabur komutanımın selamını ilettim ve bana dediklerini anlattım. Askerlerime yemek vermeyi reddetti.

“Ben askerimin hakkını nasıl senin askerlerine yediririm?” diyordu. “150-200 kişilik bir tabur altı kişiye yemek veremez mi? Ben yemek istemiyorum, askerlerime yemek verin yeter. Tabur komutanım bana sizin taburunuzda yemek yiyeceğimizi söyledi” dedim.

Bu konuşmalara rağmen askerlerime yemek vermediler. Askerlerime karşı çok mahcup oldum. Tatvan'a gittim. Cebimden yiyecek ve ekmek aldım. Askerlerimi 5 gün boyunca doyurdum. Diğer tüm askerler 3 öğün sıcak yemek yerken benim askerlerim bakardı ve sadece peynir ekmekle idare ederlerdi. Askerlerimin durumunu düşününce hala ağlayasım gelir.

İsimsiz, bize ulaşan astsubay

Zİyaretçİ Sayısı