Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Astsubayın Kuzey Irak’ta Öldürülüşü

1995 yılında Şırnak’ta tugayda askerlik yapıyordum.

Bu bahsedeceğim süreç yoğun operasyonların yapıldığı, hemen hemen her gün sıcak temasların sağlandığı bir dönemde yaşandı. Kürtçeyi iyi bildiğim için örgüt telsizlerindeki konuşmaları Türkçeye çevirmek için tercüman olarak görevlendirilmiştim. Zaman zaman tugay ve alay içerisindeki sorgulamalara da tercüman olarak katılıyordum.

Bütün gördüklerimi, yaşadıklarımı yazmaya başlasam inanın aylar alır ama ben şu anda sadece bir operasyon esnasında şehit düştüğü iddia edilen ama gerçekte kendi arkadaşları tarafından vurulan bir astsubayımızın vurulma hikayesini anlatacağım.

Yıl 1995, Şırnak. Tugay Komutanı Tuğgeneral E. S., Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı Albay K.B.

Kuzey Irak’a kapsamlı bir operasyon düzenlendi. Operasyonun adı Çelik Harekatı idi. Operasyon çok sınıflı askerlerin katılımıyla gerçekleşti. Bu operasyona bütün Güneydoğu’dan ve çeşitli sınıflardan birlikler katılmıştı: Merkezi Urfa’da bulunan ve Silopi’nin Hacılar Konaklama Tesisleri’nde konuşlanmış H. E. Paşa komutasındaki 20. Zırhlı Tugay, Kayseri Hava İndirme Tugayı, Bolu Komando Tugayı, Şırnak Tugayı, Mardin Tugayı, Güneydoğu’daki bütün korucu unsurları, Hakkari Tugayı, Deniz Kuvvetleri’nden bir tugay ve özel kuvvetlerden gelen birlikler.

Yaklaşık 50 bin asker ve 4000 korucu ile yapılan bir operasyondu.
Şırnak’ın Silopi ilçesinden ta İran sınırındaki Hakurk Vadisi’ne kadar olan sınır boyundan askerler Kuzey Irak’a girmişti.

Hakkari Dağ Komando Tugayı ve Van Seyyar Jandarma Tugayı, Hakkari bölgesinden Irak topraklarına yaklaşık 15 kilometre girdi. Biz de Şırnak Tugayı, 20. Zırhlı Tugay ve özel kuvvetlere bağlı güçlerle Habur Sınır Kapısı’ndan geçip Zaho bölgesinde konuşlandık.

Ben sürekli muhabere olduğu için PKK'nın telsizlerini dinleyip tercüme etmekle meşguldüm. E.S. Paşa’nın yanındaydım. Zaho’ya bağlı Haftanin ve Sinaht bölgesindeki stratejik olarak önemli olan Derkar köyüne yerleşmiştik. Jandarma Asayiş Komutanı H. K. Paşa’ydı ve o da yanımıza gelmişti.

Konuşlandığımız yerde komutanımız, Hayati Astsubay’dı. PKK’lıların bütün konuşmalarını ben tercüme ederdim, bir uzman çavuş yazıya dökerdi ve Hayati Astsubay’a verirdim. Hayati Astsubay da bunları tugay komutanımız olan E. S. Paşa’ya verirdi. Zaman zaman E.S. Paşa da dinleme odamıza gelir ve direk tercümeleri benden alırdı.

Konuşlandığımız alanın bir tarafı Zaho’ya, düz ovaya bakardı, ama arkasında Haftanin Dağları uzanırdı. Operasyonun ikinci günü yakın mesafede bir telsiz konuşması dinlemiştim. Örgütün yaptığı telsiz konuşmalarından yakınlık ve uzaklığı, bir de kod isimlerin hangi bölgede olduklarını az çok tahmin edebiliyorduk. Bu telsiz konuşmasının dökümünden bir keşif kolu olduklarını anlamıştım ve bunu hemen E.S. Paşa’ya söyledim. E.S. Paşa hemen Şırnak İstihbarat Şube’den Binbaşı Mevlüt ve Binbaşı Ziya ile bir değerlendirme yaptı.

Bu arada bu konuşlandığımız köyün PKK’lı olduğunu ve PKK’nın bir karargahı gibi çalıştığını biliyorduk. Hatta kimlerin PKK için çalışığını da biliyorduk. Yani köy, tekin bir köy değildi. Daha biz köyün içinde arama tarama bile yapmamıştık. Yapılan toplantı sonucunda köyün didik didik aranması kararı verildi ve Hayati astsubay komutasında benim de içinde bulunduğum 25 kişilik bir tim ile köyün bütün evlerini aramaya başladık.

Köylüler Türkçe bilmedikleri için tercüman olarak Hayati Astsubay’ın yanına verilmiştim. Bu arama ve tarama esnasında yüzlerce ton gıda maddesi yakaladık, binlerce silah ve roket mermisi bulduk. Örgütün elemanlarına verdiği örgüt kimlikleri dahil olmak üzere binlerce doküman ele geçirdik. Bu örgüt kimliklerinden birer tane alıp kendi fotoğraflarımızı bile yapıştırdık. Hatta E.S. Paşa, Mevlüt Binbaşı, Ziya Binbaşı ve Hayati Astsubay bile bu örgüt kimliklerinden birer tane alıp kendi fotoğraflarını yapıştırdılar.

Bu arada bir evde dört adet 50 kiloluk un çuvalının içinde dinar parası ve döviz bulduk. Ama ev sahibi bu paranın kendisinin olduğunu, örgütle bir irtibatının olmadığını, tam aksine ordudan tanıdığı çok insan olduğunu, zaman zaman ordu içerisinde bir kısım insanla Habur Gümrük Kapısı’nda bulunan Özel Kuvvetler Binası’nda görüştüğünü söyledi. Bir de Mete Binbaşı ismini verdi. İstenildiği takdirde Mete Binbaşı ile görüşüp teyit edebileceğimizi söyledi.

Hayati Astsubay orada bu adamın bizim adamımız olduğunu anlamıştı. Mete Binbaşı denilen şahsın da şu anda Ergenekon’dan tutuklu bulunan Levent Göktaş olduğunu sonradan öğrendim.

Hayati Astsubay o zaman kriptolu telsizle bir yerlerle görüştü ve adama dokumamamız emri geldi. Akşama doğru karargâhımız olarak adlandırdığımız Saddam’dan kalma okula geri döndük. Karargaha döndükten sonra E.S. Paşa odamıza girdi, Hayati Astsubay’dan sözlü olarak bilgi aldı ve çuvalların içindeki parayı neden almadığımızı sordu. Hayati Astsubay da Mete Binbaşı’nın o şahsı tanıdığını ve dokunulmaması gerektiğini söylediği için almadıklarını söyledi.

İki çuval Irak dinarı ve iki çuval Mark ve Dolar’ın adamda ne aradığını sorduğunda da ben cevap verdim. Adamın bana söylediğine göre Irak’ta henüz para yatırılacak banka bulunmuyordu ve bu paralar da tücarların paralarıydı. Adamın paraların kendisine teslim edildiğini söylediğini E.S. Paşa’ya anlattım. E.S. Paşa, Ziya ve Mevlüt Binbaşı pek ikna olmamışlardı ama Levent (Mete) Binbaşı’dan çekindikleri de hallerinden belliydi.

Akşam Hayati Astsubay beni okulun dışına çağırdı. Yanında hiç tanımadığım 4 kişi daha vardı. Bu 4 kişinin üzerinde örgüt elbiseleri vardı. Bana da bir örgüt [PKK] elbisesi verdi, derhal giymemi ve göreve gideceğimizi söyledi. E.S. Paşa, Ziya ve Mevlüt Binbaşıların da haberdar olduğunu söyledi. Ben de örgüt elbisesini giyip birlikte daha önce para bulduğumuz evin önüne gittik. Maskelerimizi giyip eve girdik.

Paranın yerini biliyorduk ve bütün aile fertlerini yan odaya koyup kapıyı üzerlerine kapattık. Zaten yapabilecekleri bir şey de yoktu. Ondan sonra para çuvallarını alıp karargaha geri döndük. Aynı gece Şırnak’tan bir helikopter geldi ve çuvallarla birlikte Ziya Binbaşı Şırnak’a geri döndü. Biz de normal bir görev yapmış gibi işlerimize geri döndük. Olayın ne olduğunu bilmiyorduk.

Ertesi günün akşam üstü Mete Binbaşı iki Land arabasıyla Derkar köyüne geldi, hiç kimse ile görüşmeden parayı aldığımız evdeki bütün aileyi Land’lara bindirip gitti. Meğerse parayı aldığımız evin sahibi sabah Zaho’ya gitmiş ve oradaki bağlantılarını kullanarak Silopi’ye geçmiş, Mete Binbaşı’ya her şeyi olduğu gibi anlatmış. Mete Binbaşı’nın gelip aileyi aldığını duyduğunda E.S. Paşa’nın yüzü sapsarı kesilmişti. Keza Ziya ve Mevlüt Binbaşılar da tedirgin olmuşlardı. Onlar en azından Mete Binbaşı’nın gelip onlara bazı şeyler sormasını bekliyorlardı, ama Mete Binbaşı hiç kimseye bir şey sormadan aileyi alıp bilinmeyen bir yere götürmüştü. Bu hengamede biz de görevlerimizi yapmaya çalışıyorduk ama neler olduğunu az çok anlamıştık.

Bu para örgütün parasıdır diye el konulmuştu ama parasını aldığımız adam Özel Kuvvetler’de görevli efsane komutan diye tanınan Mete Binbaşı’nın adamı çıkmıştı. İşin enteresan yanı bu el konulan paranın çok küçük bir kısmı kayıt altına alınmış, büyük kısmı bir kaç kişi tarafından paylaşılmıştı.

Bunu bilenler: Hiç tanımadığımız, ilk defa gördüğümüz 4 kişi, ben yani tercüman, Mevlüt Binbaşı, Ziya Binbaşı, Hayati Astsubay ve E.S. Paşa’ydı. [Ev baskınını yapan] 4 kişi buhar olmuştu. Geriye E.S. Paşa, Ziya Binbaşı, Mevlüt Binbaşı ve Hayati Astsubay kalmıştı. Ben sıradan bir askerdim ve hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi davranıyordum.

Operasyonun beşinci gününde Derkar köyüne Silopi belediyesine ait bir minibüs ile daha önce birlikte para çuvallarını aldığımız 4 kişi geldiler. Ben görmemiştim ama Hayati Astsubay’ın yardımcısı olarak görev yapan uzman çavuş bunları görmüştü.

Ziya Binbaşı’nın emri ile Zaho’da bulunan ve bir eve sıkışan örgütün üst düzeydeki bir adamına nokta operasyonu yapmak için Hayati Astsubay’ın komutasında beş kişilik bir tim oluşturulduğunu ve Zaho’ya gittiklerini öğrendik. Zaten bunlar gittikten beş altı saat sonra Hayati Astsubay’ın çıkan çatışmada şehit düştüğü haberi geldi. Ama evde ne örgüt elemanı ne de olduğuna dair bir emare bulunamamıştı. En çok merak ettigim, hiç bir çatışmanın olmadığı bir bölgede ve olmadığı bir günde Hayati Astsubay kimlerle çatıştı da şehit düştü.

Daha sonra operasyon birlikleri yavaş yavaş değiştirilmeye başlandı. Operayondaki bir kısım asker azar azar birliklerine geri döndüler. Biz de yıkanmak ve dinlenmek icin Şırnak Tugayı’na döndük. Şırnak Tugayı’nda da telsizcilik görevimi yapmaya devam ettim.

Birgün yeni yakalanmış ve örgütün tek kelime Türkçe bilmeyen bölge sorumlularından Harun adındaki teröristin sorgulanması için Şırnak Alay sorguya gönderildim. Sorgu amiri Arif Başçavuş’tu, yardımcısı da Tayfun Astsubay’dı. Bir de Kaan Uzman Çavuş vardı. Daha önce onlarla birçok sorguya katılmıştım ve aramız iyiydi.

Daha önce Kuzey Irak’ta Derkar’da karşılaştığım [beraber ev baskını yaptığımız] 4 kişi de sorgunun önündeki kamelyada mangal yapıyor ve rakı içiyorlardı. Neyse, içeri girdim ve sorgulama odasına geçtik. Sorgulama bittikten sonra Arif Başçavuş’un odasına geçtik. Kaan Uzman Çavuş ve Arif Başçavuş aldığımız sorgu notlarını düzeltip üstlerine sunmak için çalışıyorken Arif Başçavuş’a aşağıda mangal yapıp rakı içenlerin kim olduğunu sordum.

Arif Başçavuş da, “Onlar özel bir ekiptir. Sadece Tugay Komutanı (E.S. Paşa)’dan emir alırlar. Bugün geldiler, yarın tugay komutanı ile görüşüp gidecekler. Zaman zaman buraya gelirler, sadece yatmak ve yemek için. Sorgudaki yatakhanede kalırlar, kimse ile konuşmazlar” dedi.

Bu arada Şırnak sorgusunu biraz izah etmek gerekir. Üst katta yatakhaneden ve idare odasından oluşma birkaç oda ile alt katta hücrelerden ve sorgu odasından oluşur. Sorgunun önünde kamelya ve bir dinlenme odası bulunur. Bizim muhabere odası ise Tugay Komutanlığı binasında bulunurdu. Alt katta tugay sorgusu vardı ve Hayati Astsubay tugay sorgusundan sorumluydu. Yani tugay ve alay sorguları ayrıydı.

Terhis olmadan birkaç gün önce Ziya Binbaşı beni odasına çağırıp, vatan millet sevgisinden bahseden ve beni öven bir konuşma yaptı. Benim vatanseverliğimden ve yaptığım görevin hakkını verdiğimden dem vurdu. Doğrusu ben birçok kereler telsiz konuşmalarını tercüme etmem sayesinde birliklerin pusuya düşmesini engellediğimi biliyordum, ama görevdir diye böbürlenmek hiç aklıma gelmemişti. Ama Ziya Binbaşı beni takdir ediyor ve övüyordu. Bundan dolayı bana bir zarfın içinde 5000 Dolar para verdi ve ertesi gün Tugay Komutanı tarafından takdirname ile ödüllendirileceğimi söyledi.

Ertesi gün Tugay Komutanlığı odasında görev bilincimi ve vatanseverliğimi ifade eden bir takdirname ile ödüllendirildim.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı