Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Komutan Marketten Ne Alsa Beleş

Askerliğimi Lüleburgaz'da yaptım, sene 1997-1998.

Lüleburgaz'da orduevinin, merkez komutanlığının ve lojmanların birarada olduğu bir askeri alan vardı. Şehrin içinde. Buranın içerisinde "merkez kantin" adı altında bir büyük alışveriş noktası vardı. Gıda, kırtasiye, pasta, tekstil, züccaciye eşyası vs. her çeşit ihtiyaç maddesinin satıldığı bir market. Buranın sorumluluğu ve hizmetleri 1 yüzbaşı, 3 astsubay , 25-30 civarı askerle karşılanırdı. Beni de buraya seçtiler. Ben sivilde toptan gıda ve bakliyat işi yapardım.

Tam benim gittiğim günlerde Konya'dan bir tuğgeneral gelmişti tugay komutanlığının başına. Kendisi "orduya sadakat şerefimizdir", zihniyetinin hızlı temsilcilerinden, Çevik Bir'in has adamı. Arada bir askeri toplar; dindar insanları vatan haini, memleket düşmanı, Atatürk düşmanı addeden konuşmalar yapar; sayar, söver; bununla da gurur duyar, kasılır giderdi. O zamanlar onun yaptığını şöyle yorumlamıştım: Hani birine kızarsın, yüzüne direk bir şey söyleyemezsin de ortaya söylersin, onun gibi bir şey... Kurmay başkanı vardı, ikinci adam. Milliyetçi birisi, Allah diyen, şehit diyen türden. Bizlere de çok yakın davranırdı. Ben herhalde ona söylüyor diye düşünürdüm.

Gelelim asıl hikayeye.

Bu tugay komutanının bir eşi vardı. Kontrol için markete geldiğinde, emir astsubayı (tugay komutanının emir başçavuşu), bizim yüzbaşı ve o anki astsubaylar takılırlardı bu kadının peşine. Komutandan o kadar korkmazlar. Birgün yine böyle geldi. Gezerken reyonları bakliyat reyonunun önünde durdu. Ben de reyondayım. "Duru bulgur niye yok" diye sordu.(Duru bulgur Konya'da üretilen, altın sarısı renginde kaliteli bir bulgur markası.) Sordu da bizimkiler soruyu anlayamadılar. Herkes birbirine bakarken astsubaylardan biri atlayıp "hemen aldıralım efendim" deyiverdi. Bunlar toplu fırçayı yediler. Komutanın eşi gezdi gitti.

Gider gitmez rahat bir nefes aldılar. Kritiğe başladılar. Bu arada biri soruverdi: "Yahu biz ne aldıracağız?" Bir sessizlik ve atmasyonlar başladı. En sonunda dürüm bulgurunda karar kıldılar. Duru bulgur oldu dürüm bulgur. Bende oraya geleli bir hafta olmuş. Biraz da ortama uzaktayım ama duyabiliyorum. Düzelteyim dedim, ama cesaret edemedim. Sonra bir ara astsubaya söylerim diye düşündüm.

Mübayaa astsubayı baktım bana işaret ediyor. Hemen yanlarına yanaştım . "Buyrun komutanım" dedim. "Sen sivilde bakliyatçı idin değil mi", diye sordular. "Evet komutanım!" "Dürüm bulgurunu nerden buluruz?" Dedim ki: "komutanım, herhalde demin komutanın (tugay komutanının eşini kastediyorum) sorduğu bulguru soruyorsunuz." Yüzbaşı düzeltti. "Komutanın eşi hamfendi." Evet komutanım!" Neyse, aradıklarının dürüm bulguru olmadığını, duru bulgur olduğunu söyledim. Çok sevindiler. Bana 3 günlük izin çıkardılar. Ben gittim, 2 gün evde yattım. Son gün 5 kilo bulgur aldım geldim. Görev başarıldı. Herkes mutlu mesut.

Bir de aynı komutan eşi iç çamaşırı reyonunda istediği marka don ve sütyeni bulamayınca bir askeri İstanbul'dan istenilen marka don ve sütyenlerden almak için görevlendirdik. Gitti, aldı, geldi. Bunları niye kendileri dışarıdan almazlar demeyin. Komutan marketten ne alsa beleş.

Bana garip gelen bir şey de komutan eşi askeri otobüse binince rütbeli rütbesiz, çoluk çocuk herkes ayağa kalkardı. Yalakalık diz boyu. Kim asker kim değil, belli değil. Bırakın eşleri , çocukların arasında bile rütbeler konuşurdu. Vah vatanım vah. İnşallah düzelir.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı