Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Paşanın Yolsuzluğunun Üstü Nasıl Kapatıldı

1985 yılı, Manisa Garnizon Orduevi’nde hizmet kısım amiri, gazino lokanta kısım amiri ve kasa subayı olarak görevlendirildim. Sınıfım bando. Bir orduevi müdürü var binbaşı rütbesinde, bir de şimdi rahmetli olmuş komutan Tuğgeneral H.C.

Komutanın aile efradı ahtapot gibiydi. Orduevinin, komutan konutunun, Yeni Foça’daki 1. Piyade Er Eğitim Komutanlığı'na ait Askeri Kamp Komutanlığı’nın üzerine çullanmışlardı adeta. Kızı, iki oğlu, eşi, gelini, dünürleri; devletin malı deniz yemeyen domuz hesabı. İş ödemeye gelince el mafiş. Yaz tahtaya başçavuşum, nah alırsın haftaya.

Aybaşı gelince hesap çıkmış 110.000 TL, o zamanın parasıyla. Eşi muhterem hanımefendi telefonda bana komutan garsonu A ismindeki gözü tok, pırıl pırıl bir askerimizle 50.000 TL gönderiyorum diyor. Akşam da evime telefon ediyor, “o sana yolladığım 50.000 TL'yi garsonumuz A'ya ver, hesabı da askeri temsil ve uğurlama-ağırlama faslından düşeceksin, komutanının emridir” diyor. Ben de ertesi günü denileni yapıyorum. Tabii ki gerçek olmayan şeyler yazılıyor; ama komutan bakıyor, “aferin güzel olmuş” diyor ve imzalıyor. Yani hiçbir şekilde başım ağrımıyor, bu iş devam edip gidiyor.

Bana küçük oğlu gelip diyor ki, “abi senden önce T.K. isimli binbaşı bir ağabeyimiz vardı, o yüzde otuz indirim uyguluyordu bize, sen de yapacaksın.”

Neyse zaman geçiyor, hesap birikiyor, bir türlü ödenmiyor. Hanımefendiye söylüyorum, “aman kardeşim, sen hallet, bize dokunma” havasında. Bu arada büyük oğlu U.'nun da düğününü yaptık orduevinde. Borç o zamanın parasıyla 817.000 TL oldu.

Tayinim çıktı, Elazığ’a gitmem için ilişik kesme zamanım geldi. Son bir hesap yaptık, Yeni Foça'daki kampın açılışında yapılan harcamaları da dahil ettik. Bir akşam bu borç için ne yapabiliriz diye acil toplantı yaptık: Komutanın eşi hanımanne, ben, komutanın kızı, büyük oğlu, garsonları A. ve emir astsubayı R. de toplantıda hazır bulundular. Ben o zaman 66.000 TL maaş alıyorum. Benim maaşımla kapanacak bir borç değil. Zaten benim borcum da değil. Ben kendi karavanımda kendi yemeğimi pişiren biriyim; zaten asker bir sülaleden geliyorum. “Beylik çeşmeden su içme” demişti atalarım. İşte bu terbiye ve görgüyle “ben devletten maaş alan bir insanım, askerin yemeğine neden ortak olayım” derdim.

Ama bilmeden öyle bir çukura girmişim ki, bu çukur meğer öyle bir bataklıkmış ki... Yarı belime kadar batmışım, kimse de yardım etmiyor. Ben bu borcun ödenmesi lazım diyorum, Emir Astsubayı R. “kardeşim len sen ne düşünüyon” diyor bana; “komutanın bana 3.000.000 TL borcu var, ben sesimi çıkarıyor muyum?” “Ama benim 15 günüm kaldı, ilişik keseceğim, bu borç orduevi kasasından açık gözüküyor, ödenmesi şart” diyorum. Emir astsubayı arkadaşım da “sen öde, sonra gel paranı benden al, ben sana söz veriyorum” diyor.

Benim içimde bir korku; az para değil. Neyse, emir astsubayı arkadaşımla son bir hesap yaptık, akşam kampta komutana imzalattık. Masada oğulları, kızı, gelini, eşi var. “Bak bir yanlışlık varsa seni yakarım” dedi bana. Sonra da “sabaha hazır ol, Manisa’ya benimle beraber geliyorsun.”

Sabah 07.00’de hazırdım. Komutanın makam aracıyla Manisa’ya geldik. Komutanı o kadar seviyorum ki, rahmetli babamla bu kadar anlaşamamıştım. Babam despot bir askerdi, komutan da tam tersi, rahmetli. Yolda bana “çıkart şapkanı, sigara yak da ver, kendin de iç” demişti. Ben gene de saygımdan içmemiştim.

Manisa’ya gelince orduevindeki Hizmet Kısım Komutanlığı odasına gittim, birikmiş hesapları aldım, rutin işleri bitirdim. Sonra akşam yapılan hesabı aldım elime ve kantin başkanlığına gittim. Daha önceden kendilerini çok iyi tanıdığım kantin başkanı ve yardımcısı olan iki binbaşım kağıtları imzalamayacaklarını söylediler. “Git babana imzalattır, benim yerime de kuş resmi yap, götür ver” dediler. “Komutanım, ben tayin oldum, ilişik keseceğim, yardımcı olun şu işlerden kurtulayım ne olur” diye yalvaran bir sesle rica ettim. Bu sefer sert konuşmaya başladılar, emredersiniz diyerek odadan çıktım.

Komutana gittim. “Binbaşı E. ve T. bu hesapları imzalamadılar, bizim yerimize kuş resmi yap, götür babana, kendisi imzalasa da ödemeyiz dediler” dedim. "Peki sen çık" dedi. Sonra iki binbaşıyı da çağırıp çok şiddetle fırçaladığını R.’den öğrendim.

Merkez Şube’den Binbaşı H. çağırdı beni. “Bak, kardeşim M, komutandan hesap sorulamayacağını biliyorsun. Seni yakacaklar, bu adamlara güven olmaz” diyerek beni ikaz etti.

Biraz sonra da komutan çağırdı beni. Ama 3-4 saat önce baba-oğul gibi aynı makam aracıyla Yeni Foça'dan Manisa'ya avdet eden sanki biz değildik. Beni esas duruşta bekletiyordu. “Bu hesap dökümünü al ve bana gerçek borçlarımızı çıkart getir” dedi. Ama çok sinirli olduğu her halinden belliydi. Gerçek borçların listesini alıp makama geldim. O kadar rahattım ki anlatamam; çünkü ben her sahteliğin peşinden asıl borçlara ait adisyon fişlerini, hesap pusulalarını, en az üç imzalı olarak (harcamayı yapan, muhasebeci ve ben) olarak imzalatıp tutanağıyla birlikte bir dosyada saklıyordum.

Komutan baktı baktı, “bana bak ulan” dedi. (O güne kadar müşfik bir baba edasıyla, kardeşim, yavrum, evladım diyen komutanım bana ilk kez ulan diyor.) “Sen benim ailemi, çoluğumu çocuğumu hırsızlıkla mı suçluyorsun? Orduevini talan etmekle mi suçluyorsun? Alçak, şerefsiz, haysiyetsiz...”

Ağzına almadık hakaret kalmadı...Bir şey söylememe gerek kalmadan zile bastı, içeri giren Emir Astsubayı R.E.'ye “Merkez Komutanlığı'na haber ver, derhal tutuklasınlar bu pezevengi” dedi. Önde ben arkamda R.E. olmak üzre odasından çıktık, sekreterliğe geçtik. Birazdan canım kadar sevdiğim, yediğim içtiğim ayrı olmayan arkadaşım Yüzbaşı S. geldi. İçki soframızda her akşam belirli arkadaşlarla otururduk; bu da seçici davranıp seçtiğim arkadaşlarımdan birisidir. Ailece de çok samimi görüşürdük. Beni aldı inzibat cipinin arkasında merkeze getirdi. Orada görevlilere dönerek “arkadaşlar biliyorsunuz Kıdemli Başçavuş M. benim kankardeşim gibidir, burada olduğu müddetçe benim misafirimdir; dışarıdan yemek getirtin, benim hesabımdan ödeyin; akşama kadar sizin yanınızda otursun, akşam nezarethaneye koyarsınız” dedi.

Nezarete indirildim; ama kapıyı açık bıraktılar. Astsubay: “Komutanım, emir ve talimat gereği nöbetçi koymak zorundayız. Siz onu postanız olarak görün ve ne isteğiniz olursa söyleyin, yardımcı olacaklar. Biz sizin herhangi bir suçunuz olduğuna asla inanmıyoruz; ama Allah kurtarsın.” dedi ve gitti. Orada 10 veya 15 dakika kaldım. Yarım gün içinde yaşamış olduklarımı hazmedemedim ve istemeyerek de olsa sarsılarak ağlamaya başladım. Ben bunları hak etmedim. Ne istedilerse onu yaptım, sonunda olana bakın yani...

Tahminen 15 dakika sonra benim canım arkadaşım Yüzbaşı S. geldi “hadi çıkıyorsun, geçmiş olsun” dedi. “Sağol” dedim ve geldiğimiz ciple orduevine gittik.

Komutan hemen benimle ilgili bir idari soruşturma başlatmış ve hatta bir soruşturma ekibi kurulmuş. Sıkı sıkı soruyorlar bana, “bu hesabı açıkla, gerçeği nedir” diye. Ben de anlatıyorum tabii ki: Yeni Foça'daki sivil bakkaliyeden komutanın kızı G'ye alınmış 50 kuruşluk ayçekirdeğinden tutun, mayoya, çoraptan tutun orduevinden komutanın evine gönderilmiş yiyecek içeceklere, kampta yiyip içtiklerinden sevgili köpekleri Konti’ye verilen dönerlere, iskenderlere, kuru pastalardan, yaş pastalara... Çoğu da azaltılmış olarak yazılmıştır. Mesela büyük oğlan U'nun düğün masrafı için komutan bana bir gece 100.000 TL çıkarıp vermişti. “Bütün param bu, her şeyi sen yapacaksın” demişti. Oysa kaç katlı olduğunu unuttuğum düğün pastası bile 33.000 TL tutmuştu. Yani özetle, bana giren girmişti peşinen.

Bütün alacaklarımı gerçeği ile döktüm ortaya. Artık karşımdaki kişi, sanki komutanım değil, bir numaralı hasmımdı. Bana "ispat eder misin?" diye soruyor Orduevi Müdürü T. Binbaşı. Ben de “derhal” diyorum: “Dosyam var, mutfakta onların konutuna giden her türlü yiyecek-içeceğin hesabının tutulduğu, benim icadım olan 'mutfaktan çıkanlar' defterim var, ayrıca bir de tutanak dosyam var”.

Düşünebiliyor musunuz? Daha önceleri de ben Keşan, Kıbrıs, Muhafız Alayı gibi yerlerde müzisyen ve mubayaacı olarak astsubay orduevi müdürü olarak, subay orduevi gazino lokanta kısım amiri olarak, kasa subayı olarak, otel kısım amiri olarak pekçok görevde bulunmuşum. Geçmişte çok iyi hizmet verdiğimi önceden öğrenen, bu garnizona atanır atanmaz beni aratıp bulduran bu komutan, benim hayatımı söndürmek üzereydi. Üstelik bana yakın gözüken her şahıs aslında benim kuyumu kazıyordu.

Mutfağa bakan, o zamanlar yeni atanan genç sivil bir aşçı var, onu çağırıp soruyorlar, o da “yok öyle bir defter” diyor. Adamı öyle bir korkutmuş ki rahmetli komutanım... “Hani mutfaktan çıkanları takip edip beraber imzaladığımız defter vardı ya” diyorum; “yanlışınız var, yok öyle bir defter” diyor yeniden.

Yavaş yavaş batağa gömüldüğümü hissediyorum. “Odamda tutanak dosyam var, izin verin alıp geleyim” diyorum. Meğer benim nezarete götürüldüğüm anda odamın kilitli kapısı kırılarak içeri girilmiş, tutanak dosyam yok edilip yerine boş olarak konmuş. İspat edemiyorum.

İlk gün böyle geçti. Orduevi Hizmet Kısım Amiri olan ben, kendi odamda gözaltındayım. Kapımda bir nöbetçi asker, çapraz karşımdaki WC'ye bile askerle gidiyorum. Odama bağlı telefonum kesilmiş, komutan emir vermiş kimseyle görüştürülmeyecek demiş. Odamın camı anında gri renk yağlıboyayla dışarıdan boyanmış, pencere çerçeveleri dışarıdan çakılmış, kimse beni göremesin ben de kimseyi göremeyeyim diye.

Bu olayı yıllarca hazmedemedim. İçimde bir yara olarak kaldı.

Sonra aklıma geldi. Bazı eşyalarımı garnizon misafirhanesinin altındaki kullanılmayan odalardan bir tanesine koymuştum. Heyete dedim, “o odada bir fermuarlı çantam var, bunu alalım, ben size ispat edeceğim”. Ama bir türlü yanaşmıyorlar. Komutanla orduevi müdürünün odası arasında devamlı koşuşturmalar var. Bana yakınmış gibi gözüküp komutana yalakalanmaya çalışıyorlar. Anladım ki beni silip atacaklar.

İkinci gün oldu soruşturma sürüyor. Fakat bir mucize oldu. Benim aklıma gelmemişti ama canım ağabeyim, o soruşturmada görevli Piyade Kıdemli Başçavuş Aydın Abi, ara verildiğinde kulağıma şunları fısıldadı: “Bak kardeşim, sen iyi bir insansın, bunlar senin suçsuz olduğuna inanıyorlar, hakkında çok geniş bir araştırma yaptılar. Yeni Foça esnafına dahi seni sordular, jandarma astsubayına sordular, Yeni Foça belediye başkanına, sağlık ocağına sordular. Yaptığın alışverişleri sordular. Faturaların mali şube tarafından incelendi, hiçbir suçun yok. Yalnız komutanın bu sene terfi sırası, tümgeneral olacak. Sicilinin temiz olması, herhangi bir olaya karışmaması gerekiyor. Onun için seni mecburen suçlu gösterecekler, çok dikkatli ol. Ege Ordu’dan mahkeme iste, savcı iste, bak göreceksin çark etmeye başlayacaklar”.

İhtiyaç molası bitti, girdik içeriye. Dediler ki: “İspat edeceğin bir şey yok. Suçlamaları kabul et, bu işi istemeyerek sehven yapmıştır diyerek konuyu kapatırız, devletin zararı da karşılanmıştır deriz, olur biter. Sen de bir an önce ilişiğini keser, Elazığ’a tayin olduğun birliğine gidersin.” “Ben ben suçlu değilim” dedim, “Ege Ordusu’ndan savcı istiyorum, çıkan her sonuca razıyım”. Hepsi bir anda sustu, ortalığı sonu ne olacağı bilinmez bir sessizlik kapladı.

Komutana haber gitmiş. Komutan bunu duyunca korkmuş ve hemen serbest bırakılmamı emretmiş. Yalnız bir ifade istiyor benden, o da yaklaşık şu: “Ben kampta yaptığım alışverişin bazılarına fiş alabiliyor bazılarına alamıyordum. Alamadıklarıma da tutanak tutuyorduk. Sonra bu iş meydana gelince tutanak tutmaya fırsat kalmadı. Açık şahsıma aittir, devletin açığı anında tarafımdan ödenecektir.”

Bir an önce kurtulup bu beladan sıyrılmak için istemeyerek de olsa hazırladıkları ifadeyi imzalamak zorunda kaldım. Biraz da tehdit ettiler: “Komutan yapılan işin doğru mu yanlış mı olduğunu bilmez, imzalar. Varsa bir sorun tahkikat açılır, suç sana patlar. Hem adamın terfisi var, şimdi iyi olmaz bu mahkeme, bırak savcı istemeyi” vs. Aracı olanların haddi hesabı yok. Alay komutanı albay geliyor: “bak kardeşim, sen hem burada hem kampta bize yaptığın müziğinle, hizmetinle, bizleri, ailemizi, çoluğumuzu, çocuğumuzu yedirip içiriyorsun. Sen ailedensin. Hatalar olur. Komutan babadır, babaların vurduğu yerde gül biter. Sen gel bu davadan vazgeç. Bak bu işten komutan 15 gün ceza yerse sen en az 3 ay içerde yatarsın.”

Yeni çocuğum olmuş, 11 aylık bebeğim var. Daha evvelinde 12 sene çocuğum olmamış, onun özlemini çekiyorum, bir an önce evime çocuğuma kavuşmak istiyorum. Bu sebeple maalesef hazırladıkları ifadeyi kabul ettim. “İhmal etmişim gibi değiştirin ama, suçlanmayı kabul etmem” dedim.

Komutan bu borcun 600.000 TL’lik bölümünü kabullendi. Geriye kalan 217.000 TL’lik bölümü bana kaldı. Elazığ’a kamyon tuttum, 175.000 TL’ye... Bir de bu borç çıkınca tek kuruş param kalmadı. Kaldıysa kefen param olsun. Ankara’ daki kız kardeşime telefon ettim. Bileziklerini satıp bana 350.000 TL para yolladı. Bu çıkartılan borcu ödedim ve bu musibetten kurtulduk.

Daha sonra ilişik kesme işlerine başladım. Personel şubeye geldiğimde görevli astsubay arkadaşım "beni iş üzerinde yakaladınız, zira sizin şahsi dosyanızı kapatıyordum, Elazığ’a yollayacağız” dedi. “Bak iyi görev yaptığından dolayı da komutan sana bu şilti vermemizi istedi. Bu yazıyı da dosyana koyuyorum”. “Üstün görev anlayışıyla yapmış olduğunuz görevinizden dolayı sizi kutluyorum, tebrik ediyorum” falan diyen bir yazı. O kadar üzüntünün üzerine bu ilaç gibi gelmişti.

Sonunda kendimi Elazığ’a attım. Oradaki Bando Komutanı Yüzbaşı H. ile evvelden, Askeri Müzik Meslek Okulu’ndan tanışıyoruz. Aramız çok çok iyiydi. Pırıl pırıl bir dost, ağabey, candan kardeş ve muhteşem komutan.

Elazığ’a varmamdan bir iki gün sonra H. Yüzbaşı bana “biraz gel benimle” dedi. Kütüphaneye çıktık, kapıyı arkasından kilitledi. Benim şahsi dosyamı açıp gösterdi: “Bak bu yaptığımız usulüne aykırı bir durum; ama ben seni yıllardır tanırım, bak kardeşim, bu dosyandaki yazı ne? Senin yalan söylemeyeceğini bildiğimden direk sana soruyorum. Oku bakalım ne oldu, anlat bana da...”

Okudum, okumaz olaydım. “Kıdemli Başçavuş M. ailem hakkında asılsız iddialarda bulunmuş, hakaret etmiştir. Yeni katıldığı birliğinde cezasını çekmek üzere kendisini 14 gün oda hapsiyle tecziye ediyorum. İmza: Tuğgeneral H.C...”

O aralar tatbikat var. Ben 14 gün arazide çadırda hapis yattım.

Bu son olay da yedirip içirdiğim, oğlunu evlendirdiğim, sülalesinin yükünü omuzladığım bir generalin teşekkürüdür. Nur içinde yat paşam, ruhuna El Fatiha....

İsimsiz, bize ulaşan astsubay

Zİyaretçİ Sayısı