Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Dikimevi'nde Şahit Olduklarım

Ben erkek değil bayanım. Ankara Cebeci Dikimevi’nden sürgüne gönderilen işçilerden bir tanesiyim. Askerlik yapmadım fakat 19 yıl 9 ay 19 gün çalıştım. İşe başlama tarihim Ekim 1977, işten çıkış tarihim ise Temmuz 1997. İşe başladığımda büyük oğlum 50 günlüktü. Aynı gün ben oğluma askerlik yaptırmamaya karar verdim. Halbuki işe başladığım güne kadar askerlik gözümde kutsal bir görev, TSK da peygamber ocağı idi.

Bizlerin gözü önünde o fidan gibi 20 yaşındaki ana kuzularına yapılanlar cahiliye dönemindeki kölelere bile yapılmıyordur. Ben bunlardan kısa olan birkaç olayı sizlerle paylaşmak istedim:

Başçavuş A.R. her sabah askerlere eğitim yaptırıyordu. Tam 3 ay boyunca bir askeri her gün bir saat koşturarak dövdü. Tabii siviller olarak bizler de aynen askerler gibiyiz, gık çıkarabilirmek mümkün değil. Fakat benim birgün sabrım taştı. Artık ne olursa olsun o çocuğa yapılan zulme daha fazla sessiz kalamazdım. Hemen idareciye gittim ve dedim ki “ben bayanları toplayacağım ve albayın, yani müdürün odasını basacağız. Yeter, bir yavruya bu kadar zulüm yapılır mı? Bizler anayız, daha fazla dayanamayacağız.” Bunu duyan bütün bayanlar benden caseret alarak bağırmaya başladılar. Hatta ben de dahil bazılarımız fenalık geçirdik. İdarecimiz hemen albaya gitti ve ondan sonra o başçavuş bizim gözümüzün önünde kimseyi dövmedi.


Başka bir olay: Bir Ramazan’da bazı erler oruç tutuyorlardı. Bunlara iftar verilmediği gibi sahur da verilmiyormuş. Haydi iftarda bir yolunu bulup yiyorlarmış fakat sahurda yemek kesinlikle yasakmış. Bizler bunu duyunca hemen aramızda para topladık, yakındaki bir lokantaya sahurda yemek getirmelerını söyledik. Ama bunu yaparken ne zorluklar çektik! Para cezasından tutun da her türlü hakarete varıncaya kadar bir sürü şeye maruz kaldık. Sonunda başardık ama ne kadar mücadele ettiğimizi de ancak bizler biliriz .

3. olay: Bir askere oda hapsi cezası vermişler. Sonra üç gün o yavruyu güya unutmuşlar ve çocuğa ne yiyecek ne de içecek verilmiş. Bu durumdan bizi asker arkadaşları haberdar ettiler. Askerın ailesi telefonla arıyormuş gibi yaptık, oğlumuzun nerde olduğunu sorduk ve onunla muhakkak konuşmamız gerektiğini söyledik. Askeri hemen serbest bıraktılar. Güya ancak biz arayınca akıllarına gelmiş. Biz duymasak veya arkadaşları bize haber vermese ne olacağını sizlerin takdirine bırakıyorum.

Son olarak bir olayı daha anlatayım: Birgün öğlen yemek paydosundaydık. Dışarı bakmaya cesaretimiz yoktu. Askerlere içtima, şu, bu diyerek yapılan zulümlere artık tahammül edemiyorduk. Öylesine 5. kattan dışarı baktım, bir de ne göreyim! İçtimadaki askerler elbiselerini soyunuyorlar. Kış. Nasıl soğuk, insanın kanı donuyor. Hepsi atlet külot soyundular. Sonra, komutan bir askeri dövmeye başladı, ama nasıl dövüyor! Altındaki külodu çıkarmasını istiyor. Meğer çocuğun külodu sivilmiş, resmi değilmiş. Ağzı burnu kanlar içinde kaldı. Ben gene dayanamadım, cama vurdum. Komutan döndü el kol hareketi yaptı. Ben de ona aynı hareketleri yaptım. Neyse ki bütün askerler benim müdahalemden sonra üstlerini giydiler.

Peki bu asker neden sivil külot giymiş olabilir? Cevabını ben vereyim: Çünkü askerlere verilen bütün elbiseler, iç çamaşırları ve botlar daha giyilmeden sökülmüştür de ondan. O kadar çürük iplikler ve adi malzeme kullanılıyor ki asker elbiseleri daha elinize almadan parçalanıyor.

Bir iki örnek de devletin malı deniz, yemeyen domuz zihniyeti hakkında yazayım. 20 yıla yakın çalışmış olduğum kurumda bu zihniyetten yola çıkarak nasıl tüyü bitmemiş yetimlerin hakkının har vurup harman savrulduğuna ve birilerinin ceplerini nasıl doldurduklarına çok açık bir şekilde şahit oldum.

Aylardan Ağustos. Zaten güneşten pişiyoruz bir de kışın yanmayan kaloriferler yazın ortasında yanıyor. Bir yanlışlık olduğunu sanarak kazan dairesini aradık ve söndürmelerini istedik. Cevap: “İstihkak fazlası olduğu için yakmamızı emrettiler.” Eğer yakmazlarsa istihkak kesilirmiş.

Benim çalıştığım yer levazımdı. Gelelim benim çalıştığım süre boyunca görev yapan müdürlerden sonuncusuna. Bu müdürün bizim işyerine yeni tayini çıkmıştı ama daha gelmeden belli bir kesim onu göklere çıkardılar. Çok dürüstmüş, şöyleymiş, böyleymiş. Bizler de seviniyorduk, geçmişteki müdürlerimizden memnun değildik.

Ancak bu müdürün zamanında tam 2 yıl boyunca hergün, her grupta onar takım kayıtdışı elbise dikildi. Sadece er elbisesi diken grup sayısı 6 veya 7’ydi. Diğer subay elbisesi gruplarında da aynısını yapıyorlardı. Birgün bağırdım, “Biz bunları kimin için dikiyoruz? Ben dikmiyorum” dedim ve elimdeki işi bıraktım.

Kayıtdışı olanlar özel itina ile dikiliyordu. Bizler de parça başı çalışıyorduk. Devletin malzemesi ve bizim emeğimiz kimlere gitti Allah bilir, ama biz de biliyorduk. O günden sonra bu iş hemen kesildi. Bir daha da dikmedik. Bana idarecimiz tarafından bir açıklama yapıldı, efendim bunlar Bosna Hersek’e gidiyormuş. Ben buna inanmadığımı söyledim ve Bosna’ya niye devletin malını ve ve bizim emeğimizi çalarak mal gönderme ihtıyacını duyduklarını sordum. Cevap veremediler.

Herhalde benim sürgün edilmemin sebebi biraz da olsa anlaşılmıştır.

İsimsiz, bize ulaşan eski sivil memur

Zİyaretçİ Sayısı