Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Bir Çatışma Hikayesi

Ben 1994 Kasım ayında askere gittim. "Vatan Borcu" vicdani sömürüsüyle biraraya getirilmiş, herbiri bir esir kampından farksız birliklerden birine ait nizamiye kapısından içeri girmemle beraber, aslında o güne kadar var olduğunu düşündüğüm hakkın, hukukun, en önemlisi, insan onurunun nasıl ayaklar altına alındığını büyük bir hayalkırıklığıyla görmeye başladım.

Vatanını canından çok seven biriyim. Onu düşmanın olası bir saldırısından sakınmak adına daha önce atalarının, dedelerinin, babalarının, o şanlı ecdadın yaptığı gibi heyacanla koşarak davul zurnayla gelinen bu yerde karşılaşılan kötü muamelenin, insan haysiyet ve onurunu ayaklar altına alacak şekilde sarfedilen hakaretin ve küfürün yüreklere saldığı kandırılmışlık duygusunu, öfkeyi, çaresizliği ve umutsuzluğu bazen gizlice ağlayarak hafifletmeye çalıştığımı hatırlıyorum.

İlk günlerdeki şoku atlatamayan bazı arkadaşlar bunalıma girmişti. Bir arkadaşın çok ciddi bir şekilde kendine zarar vererek çürüğe ayrılmaya çalıştığı, bir diğerinin firar etme girişimlerinde bulunduğu, bir diğerinin ise intiharı bile düşünecek kadar ileri gidebildiği psikolojik bir yıpranmışlık vardı. Evet Cenab-ı Hak kuluna kaldıracağından fazla yük yüklemez. Her şeye alıştığımız gibi buna da alıştık.

Sonrasında Güneydoğu macerası. Orada dağlarda bazı şeyler farklıydı. Dolu silahların arasında gezenler kıtalardaki kadar agresif olamıyorlardı. Elbette iyi komutanlar da vardı, gerçekten askerini düşünen onlar için üzülen...

Bu bağlamda yazımı bende derin izler bırakan bir anımla bitirmek istiyorum. Tabur olarak üs kurduğumuz tepeden her gece bir taraflara gidip timler halinde pusu atıyorduk. Yine her zaman gittiğimiz, üs bölgesinden yaklaşık 8-10 km ötedeki bir bölgede 2 tim halinde pusu düzeninde beklerken gece saat 1 sularında silahlar patlamaya başladı. Bir anda ortalık cehenneme dönmüştü. Üstümüze yağan izli mermileri, roketleri, patlayan havanları anlatamam, korkunçtu. Yaşayanlar bilecektir.

Kafa kaldırtmayan yoğun ateş altında yakına sızan teröristler 2 arkadaşımızı şehit ettiler o gece. Fazla ayrıntıya girmeyeceğim. O geceyi ilginç kılan, telsizle helikopter desteği isteyen teğmenin bağrışları, gelmeyen destek sonrasında telsizin diğer ucundaki üstlerine ettiği küfürler ve ancak gün ışıdıktan sonra gelebilen helikopterler... (Helikopterler askerden daha değerli oldukları için riske edilemezler). O teğmenimiz daha sonra izne ayrıldı ve bir daha geri dönmedi. Duyduğumuza göre askerlik mesleğini yakıp Almanya'daki ailesinin yanına gitmiş.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı