Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Albay Rıdvan Özden'e Yapılan Suikast

Uçak kazasında şehit düşen eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in ekibinden olan Albay Rıdvan Özden, İstanbul’da kaçakçılık faaliyetlerinin üzerine gitti. Akaryakıt kaçakçılığında kullanılan araçların jandarmaya ait tesislerden birinde saklandığını belirledi. Olay yargıya taşındı. 1994 senesinde tayini Mardin’e çıktı. Mardin’de görev yaparken sınırda JİTEM’in PKK ile koordineli yaptığı kaçakçılık ve uyuşturucu sevkiyatını ortaya çıkardı. Bazı görevliler hakkında dava açılmasını sağladı. Kasım 1994’de Mardin’de resmi aracına kurulan pusudan kurtuldu. 12 Ağustos 1995’te iki korumasıyla birlikte öldürüldü.

Aşağıda Rıdvan Özden’in eşi Tomris Özden’le yapılan mülakatı okuyoruz:

Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşimle 1974’te tanıştım, Urfa’da. Babam orada görevliydi. Ben de bankacıydım. Eşim de ilk kurasını çekip oraya gelmiş. Böyle tanıştık eşimle, ondan kısa bir süre sonra da evlendik.

O zaman görevi neydi?

O, 1974’te üsteğmen olarak geldi. İlk olarak Urfa’da jandarma birlik komutanıydı. Ben liseyi yeni bitirmiştim, yeni bankacıydım, İş Bankası’nda. Astsubay değildi, subaydı.
(---)
Nerede evlendiniz?

Düğün Urfa’da oldu. Eşim çok iyi bir insandı ama duygusal anlamda biraz... Geçmiş zaman. Çok modern bir insandı eşim, çok iyi bir insan, aşık olduğum insan. Kayınvalidem ve ev işleri iyi gidiyordu. Derken işte hamilelik, derken asker aileleriyle şeyler. Çok iyiydi ama bir şeyler ters gidiyordu. Yani ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Ben en basitinden üniversite okumak istiyordum, çalışmak istiyordum. Ama o beni edilgenliğe mahkum ediyor; asker camialarında kısır yapan, pasta çörek yapan, komutan hanımlarının elini öpen bir kadın olmamı istiyordu. Çünkü çok güçlü bir adam, çalışkan, paşa olacak. Ben bunları yapmıyordum.
(...)
Babam farklı biriydi, bize verilen eğitim farklıydı. Birey olmayı öğrendik ailede. (...) Babam böyle gelenekçi bir aileyle evlenmeme karşı çıktı. Bunlarla karşılacaksın, üzülecek olan sensin dedi. (...) Ama ben eşimi seviyordum. Ben bunların hepsini yaşarken aileme hiçbir şey söylemedim. Anlatmadım “bana bunları yaptılar, bunları yaşadım” diye. Hiçbiri bilmiyor.
(...)
Kocam eve gelip çocuklara kızardı: “Niye ekmek beğenmiyorsunuz? Orda Kürt çocukları kuru ekmek topluyorlar, biliyor musunuz?” derdi. İnsanlara “sen git de gör zavallı Kürt çocuklarını” derdi.

Ev yakma olayları olmuş. Ben Mardin’e gittim. Hep yaktılar. Orada kimbilir neler yaptılar, tam bilmiyorum; ama bunalıma girdi adamcağız. Benim kendimi aşan bir insan olduğumu bildiği için uslu durmayacağımı biliyordu. Bilinçli olarak gittim oraya, ortalıkta dolaşmaya başladım. Kocam alay komutanı, paşa olacak. Jitem orada, çete orada...

Çok bunaldı askerde. (...) O da üzülüyordu. Onun da yaptığı görev bir yaşam biçimiydi. Bir insan ölüyordu, o gece yarıları kabus görüyordu. Öyle bir adam. Çok vicdanlı. Çok üzülüyordu tabii ki de...

Ölüm süreci nasıl yaşandı?

85 süreci, 92 süreci, Özal süreci, biliyorsunuz... Özal’ın öldürülüş süreci, Eşref Paşa’nın öldürülüş süreci, JİTEM’in ortaya çıkış süreci... JİTEM, iç güvenliği korumak için dışa karşı kurulmuştu. Kuran insanlar çok değerli kişilerdi, Eşref Bitlis Paşa gibi. (...) Ama sistem rant yemeye başlayınca [JİTEM] çeteleşmeye başladı. Çeteleşme de bu Mehmet Ağar ile başladı. Yani askeriyeye karşı alternatif bir istihbarat yerleştirdi; emniyet biriminin içine özel timi soktu. Tansu Çiller’le öbür tarafa kucak açınca, İsrail’e giden giden silahların ticaretini yapan adamlarla içli dışlı olunca en başta kendileri çeteleşti. İş yaptıkları çevre çeteleşti. “Aman” dediler; “ne güzelmiş: Öldür Kürdü, soy cebini, eti senin kemiği benim!” Onu al, bunu sat; silah kaçakçılığı yap; güçlüleri koru, zayıfları öldür.

Böyle bir karmaşanın içinde Mardin’de görev yapması büyük şanssızlık oldu eşimin.

[Her yeri] çeteler sarmıştı, devletin çeteleri. Derin devlet diyorlar ya, [oysa bu çeteler] gerçek devletti. Emniyetten Mehmet Ağar’ın takımları kuşattılar ortalığı. Derken bu insanlar duyguları ve düşünceleri sağlıklı olan subayları, herkesi öldürdüler. (...) Bu süreçte de eşim ne yapabilir ki? “Bırakıcam” demişti; ama mesleği bırakmak da çözüm değil.
(...)
Kayıtlarda öldü diye mi geçiyor? Resmi kayıtlarda ne diye geçmiş?

“Öldürüldü, PKK ile çatışmada öldürüldü” diye geçiyor. [92-94’te] derin devlet ele aldı idareyi. Kürtleri, işadamlarını, kim varsa herkesi öldürdüler. Bu arada karşı subayları da öldürdüler. Durup dururken ölmedi herhalde o subaylar.

[Kocam İstanbul’a] yollandı. İl Jandarma Alay komutanıydı. [Başında Veli Küçük Paşa’nın olduğu Kocaeli çetesi] Türkiye’nin rantını yemeye başlayınca herkes birbirini öldürmeye başladı. (...) Çeteler, mafya, askerler, medya bunlar bir yumak oldu. (...) Kimseler karışmadan, Avrupa duymadan bunlar yediler, yediler... En sonunda PKK’yı da kattılar. PKK’yı kullandılar bu işlerde itirafçı olarak. E bunlar da haraç kesmeye başladı Yüksekova’da. Çatır çatır kendi halkını öldürmeye başladı. Korucuların eline verdiler, itirafçıların eline... Yani hep rant hep rant oradaki.
(...)
Rıdvan bunların hiçbirine karışmayınca, hepsine uzak durunca, bunların rantına dokununca öldürdüler adamı. [Eşref Paşa’nın öldürülmesinden on gün sonra] Kuzey Irak’a yolladılar Rıdvan’ı, 93’te. Çünkü burada [İstanbul'da] rantını yiyecek birileri. Ağlaya ağlaya gitti, arkasına baka baka. Orada temizleyecekler...
(...)
Haberi size nasıl ulaşmıştı?

“Eşiniz elim bir trafik kazası sonucu öldü.” “Nerede öldü?” Çıt yok. Kayıp. “PKK kaybetti” diyorlar. Ben olayın üstüne düşünce Milli Savunma Bakanı hemen: “O kadın terörist, gözaltına alın onu...”

Bekliyor muydunuz?

Şimdi o oraya yollandı. Burada Söylemezler Çetesi görev başında. Kıyametler kopuyor: tecavüz, silah kaçakçılığı, kız kaçırma... Ortamı boş bulmuşlar. Rıdvan’ı da atmışlar oraya. Oh, silahları ye, ye, ye! Sonunda yakalanıyorlar, herkes yerinden uzaklaştırıldı. Eşim Mardin’e gitti. Altıncı ayında buna suikast düzenlediler, ölmedi. Ben koşa koşa yanına gittim. Dedi ki: "Beni öldürecekler. Köy yakıyorlar, köy yaktılar. ‘İçini boşaltın, çocuk var’ dedim. Dinlemediler. Tugay komutanı adamları yaktı, gaz döktüler. Çocuk yandı.”

Delirmişti. 13 yaşında çocuğu yakmışlar. Ondan sonra kafayı ye. Orada çocuklar yanıyor, orada çocuklar ölüyor. O arada bunu DGM’ye aldılar. Hepsini tutukluyorlar. Rıdvan’a da dava açılmış İl Jandarma Alay Komutanı olarak görevi ihmalden.

Neyse, Rıdvan Mayıs’ta [1995] beraat etti. Beraat eder etmez bu olayı deşifre edecek diye öldürdüler. On beş gün öncesinde bana “beni öldürecekler, beş kuruş paramız yok, köydeki evi satarsın artık” demişti.

Devlet tören yaptı mı?

Hayır. Yani yapıldı tören de madalyasını vermediler. Bir Cem Ersever’inkini bir de onunkini vermediler. (...)

Şimdi sokağa çıkmıyorum, hani belki taksi çarptırırlar bir şeyler bir şeyler... Hep kapandım eve.

Tomris Özden, öldürülen Albay Rıdvan Özden’in eşi

Mülakat, "Ben Öldüm Beni Sen Anlat: Savaşın Tanıkları Anlatıyor" isimli kitaptan, 2006.

Zİyaretçİ Sayısı