Benimkisi de binlerle ifade edilebilecek hadiselerden birisidir sanırım.
12 Eylül Cuntası sonrası uzun yıllar yurtdışında kaldıktan sonra, askerlik "görevimi" yapmak üzere 30 yaşımda ülkeye dönüp asker oldum. İyi derecede dil bilgim olduğu için yurtdışı görev amacıyla girdiğim sınavda 1. oldum. Ancak "yaşlı ve zaten çok gezmiş" olduğum için, bizzat dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Fisunoğlu tarafından "yurtdışına gitmemeye ve gerideki gençlerin gitmesine" ikna edildim.
Daha sonra Kıbrıs’ta küçük bir birliğe verildim. Birlik küçük idi ve birçok asker de mescit olarak bir salonu kullanabiliyordu. İsteyen askerler, kendisi de 5 vakit namaz kılan bir astsubay ile beraber namaz kılabiliyorlardı. Ben ise kılmıyordum. Askerler arasında tek yurtdışı görmüş olan ve dil biliyor olmamdan ötürü bu birliğe yollanmıştım. Genellikle geceleri görev yapardım. Gündüz ise tatbikatlar dışında koğuşta uyurduk ( toplam 3 asker aynı görevi yürütüyorduk). Çoğu zaman ise uzun koşular (5 km) için birlikle beraber spora çıkardık.
Bir keresinde hem yorgunluk ve hem de sanırım yaş itibariyle bu koşulardan birisinde en geç ulaşan ben oldum. Komuta eden "dindar" astsubay benim namaz kılmadığımı takip etmiş olacak ki, koşuda geriye düştüğüm savıyla beni yanına çağırıp, alçak sesle " namaz kılmayan gavur sendin değil mi" diyerek ve sonrasında yavaş koştuğum gerekçesiyle bana o kadar askerin içinde 4 tokat attı, rencide etti. Kendisine "bel ağrıları problemim olduğunu ve bunun askeri hastane raporuyla tespit olunduğunu" söylememe rağmen bu aşağılık davranışa maruz kalmıştım. İstesem yapmayacağım askerlik "görevimin" ilk dayağı buydu.
Bir dönem sonra, bu kez hemen her an sarhoş gezen " H. Başçavuş" adlı, emekliliği yaklaşmış bir astsubayın aşağılamasına ve işkencesine maruz kaldım. Gene bir gece görevinden sonra, her zamanki gibi koğuşa yatmaya gitmeden evvel içtimaya çıkacaktık. Geceden sakalım uzamış, traş olmamıştım. İçtimaya 2 dakika, evet 2 dakika geç geldim. İçtima sonrası askerler dağılınca H. Başçavuş beni komutan binasının önüne çağırdı. Ben hazırolda beklerken ağza alınmayacak küfürler etti; geç kaldığımı, traş olmadığımı söyledi. Ben ise cevaben gece çalıştığımı söyleyecektim ki kenarda duran 1 metre uzunluğundaki değneği alıp acımasızca ve sadistçe bana vurmaya başladı. Ayaklarıma, kollarıma, karnıma vuruyordu. Kıpırdamak istesem daha hızlı vuruyordu. Bu işkence 5 dakika kadar sürdü.
Birlik komutan yardımcısı Üsteğmen ise pencereden seyrediyormuş. Hiç müdahale etmedi. Dayak sonrası hemen üsteğmenin yanına gidip olan biteni anlattım ve şikayetçi olduğumu söyledim. Üsteğmen önce ilgilenirmiş gibi göründü. Ağlamaya başladım, titriyordum, canım acıyordu. Zaten bel ağrılarım raporla tespitli idi. Daha sonra üsteğmen yüzünde hınzır bir gülümsemeyle " Valla seni anlıyorum; ama bu astsubayın emekliliği zaten gelmiş, hiç şikayet etme, ben alamam şikayetini, hiç bir şey yapmazlar" şeklinde cevap verdi.
İşte yıllarca yurt dışında yaşayıp da geriye döndüğüm " askerlik görevimi" yapmak için gönüllü olarak girdiğim orduda böylesine aşağılandım. Hiç bir zaman bunları unutmayacağım ve her seferinde anlatacağım. Ordudan ve askerlik sisteminden, bu elit olduğunu düşünen güruhun yaptıklarından ülkem adına utanç duyuyorum.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker