Yıl 1998. İstanbul Cevizli 2. Zırhlı Tugay Komutanı Orgeneral D. S. tugayı denetliyor.
Ramazan arefesi şunları diyor: "Hiç kimse için sahurda yemek çıkmayacak, tabii iftar da. Hiç kimseye oruç tuttuğu için ayrıcalık yapılmayacak. Yemek saatinde tüm askerler yemekhanelere girecek. Nöbetçi subay ve astsubaylar tüm askerlerin tüm öğünlerde yemekhanalere eksiksiz girmelerine azami gayret gösterecek. Hiç bir şekilde bireysel yemek ayrılmayacak. Ramazan ayında tüm asker dolapları açık tutulacak. Bölük ve tabur komutanları ile bölük astsubayları dolapların kontrolunü sürekli yapacaklar. Evet, buna rağmen oruç tutmak isteyenler varsa tutabilirler."
Ne oldu biliyor musunuz? Bütün öğünlerde yemekhanelere sokulduk, bazı subay ve astsubaylar yemek yiyip yemediğimizi kontrol ettiler. Biz de ağzımıza götürüyor gibi yapıp sonra oruç tutmayan arkadaşlarımıza verirdik. Botumuzun içinde gazete kağıtlarına sarılı ekmekler saklardık. Oruçlarımızı böyle tuttuk. Ne güzel oruçtu onlar... Belki de bize hayatımızın en zevkli orucunu tutturdular bilmeden. Bilselerdi öyle yapmazlardı herhalde.
Namaz mı? O da ne? Askerde ondan bahsedilir mi hiç? Edemezsiniz! Var olan cami de depo olarak kullanıyordu. Ramazan bitti. Bayram geldi. Ne oldu biliyor musunuz? O komutan ve yalakaları bayram günü tüm askerleri tugay içtimasına topladı ve utanmadan sıkılmadan bayramlarımızı kutladılar. Bunları bize Peygamber Ocağı diye gittiğimiz askerde yaşattılar.
Ama gördük ki ne acı bir durum. Sakın ha askerde çok rahattım komutanım beni çok severdi gibi tesellilerin arkasına sığınanlara aldanmayın. Rahat olan kimler biliyor musunuz? Hani bu günlerde ayağına basılmış gibi cıyaklayanlar var ya, onlar.
Aslına bakarsanız onlar da hiçbir zaman memnun değildi; ama öyle yapmak zorunda idiler.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker