Ben askerlik yapmadım. Fakat iki yıl Antep askeri cezaevinde tutuklu kaldım. Askeri cezaevi denince akla işkence gelir. Birçok işkence olayı var, ancak hiç unutamadığım, ölünceye kadar da unutamayacağım olaylar var.
1981 yılında Antep Askeri cezaevindeydim. Dev Yol örgütünün bir evinde çatışma çıkmıştı. Çatışmada biri ölmüş, Veysel Güney yaralı yakalanmıştı. Malatyalı idi. Yakalanması, yargılanması ve idam edilmesi 6 ay sürmüştü. Veysel’i yanımızda yaralı bir şekilde idam ettiler…
Sait Şimşek PKK’li bir sabun işçisi idi. Nizip’te yakalanmıştı. İsmini kabul etmiyor ve örgütüne ait bilgiler vermiyordu. O zaman ben de Antep sorgu merkezinde işkence altındaydım. İsmini kabul etmeyince, çocuklarını ve karısını getirdiler. Çocukları koşup babalarına sarıldı. Kadın Sait Şimşek’i göstererek, kocamdır dedi. Sait kadına, ben senin kocan değilim, yanılıyorsun yenge hanım dedi. Çocuklara da, babanız değilim dedi.
Sonbaharın son günleriydi. Hücreler soğuktu. Sorgucu polislerin sürekli çay kaynattıkları bir piknik tüpü vardı. Köşede dururdu. O gece Antep Sıkıyönetim Komutanı Tuğgeneral Ş. B. sorgu merkezine geldi. Konuşmaları duyuyordum. General, ismini bile kabul etmeyen bir örgüt üyesinin yaşamasının gerekmediğini söyledi. Sait Şimşek, duvara dayanmış ahşap bir merdivene ters asılmıştı. İnsan ayaklarından ters asılınca, süre dört beş saat oldu mu, kafaya hücum eden kan, burundan boşalır. Sait’in burnundan sürekli kan akıyordu. Sabaha yakın polisler, çay kaynattıkları piknik tüpünü Sait şimşek’in başının altına getirip koydular. Konuşmazsa kafasını yakacaklarını söylediler. Sait konuşmadı ve o anda bütün hücreler yanık insan kokmaya başladı…
Sait’in bu şekilde öldürülmesinden bir yıl sonra bu cinayeti bir yolunu bulup, savcılığa ihbar ettim. İfadeye çağrıldım. Olayı gördüğüm gibi savcılıkta anlattım. Askerler beni götürüp günlerce işkence yaptılar. İfademi geri almam için zorladılar. Ben direttim. Fakat mahkeme Sait Şimşek olayını bir kaza ile kapattı. Çünkü ifadeye çağrılan işkenceci polisler, Sait’in ölümünü merdivenden kayıp düşmeye bağlamışlardı.
1980 yılının 15 Ekiminde Diyarbakır’da yakalanmıştım. Yakalandığımda, çenemden yediğim bir dipçik darbesi yüzünden dişimin biri kökünden oynadı. İyileşmedi. Sorguda hep o noktaya işkence yaptılar. Üç aylık sorgu bittikten sonra askeri cezaevine getirildim. Yüzüm şişmiş. Aylardır diş ağrısı ve işkence yüzünden çıldırmışım. Cezaevi yönetimine dişimin çekilmesi için başvuru yaptım. İlgilenmediler. Bir yıl koridorlarda çenemi tutarak dolaştım. Alevi bir askerden edindiğimiz pense ile Çingene bir arkadaş dişimi çekmeye kalktı. Başaramadı. Diş kırıldı, kök yerinde kaldı. Bu daha kötüydü. 1981 yılının ortalarında, askeri tugayda duruşmalar başladı. Mahkemeye 43 kişi çıkmıştık. Ben de dahil 43 arkadaş, dişim çekilmediği sürece ifade vermeyeceğimizi ve kimlik tespitinde bulunmayacağımızı söyledik. Mahkeme dişimin çekilmesi için duruşmaya ara verdi. Beni tugay içindeki revire götürdüler. Askeri doktorlar uyuşturmadan, çenemi dağıtarak dişin kökünü çıkardılar. Bayılmışım. Uyandığımda koğuştaki yatağımdaydım… Bütün elbiselerim ve yüzüm kan içindeydi…
Hasan Bildirici, bize ulaşan...