Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Komando Timi

Artık Piyade Astsubay Çavuş olmuştum (1987). Ayrıca komando. Bir ayrıcalıktı herhalde.

Tayin olduğum birliğe gittiğimde kimse yoktu. Koca alay Güneydoğu'nun birçok köy ve kasabasına dağılmış oralarda görev yapıyordu. Çok büyük bir iştahla G-3 silahıma bir şarjör daha ekleyerek, aynı Rambo filmlerindeki gibi, Mardin'deki birliğime katıldım. Bir an önce arkadaşlarım ve ağabeylerimin yanında olmalıydım. Öyle de oldu. İlk bölük komutanım yüzbaşı idi. Her gece rakı alemi ve porno kaset seyretmekten bitap düşüyordu. Bana büyük bir arazi ve 20 kişilik tim vereceğini söyledi. İsteklerim gerçekleşmişti. Çocukluk hayalim olan komandoluk... Ama ne yazık ki hayallerle gerçekler hiç birbirine benzemiyordu.

Birkaç gün timimin bana teslim edilmesini sabırsızlıkla bekledim. Bir sabah Yüzbaşı beni çağırdı, o gün timin 20 kişilik kadro ile teslim edileceğini söyledi. Yüzbaşıyla beraber gidip timle tanıştım. Gördüklerim dehşet verici idi. Sağdan soldan toplama (aşçı,temizlikçi vs.), eğitim seviyesi tamamen sıfır, hiç arazi görmemiş ve tüfeklerinin en az 12'si tutukluk yapan bir tim. Makineli tüfek ise hak getire. En cok dikkatimi çeken çocukların aşırı bitlenmesi ve vücut olarak zayıf olmasıydı. Yüzbaşı gittikten sonra timim ile tek tek tanıştım. Memleketlerinin, evlilik ve gelir durumlarının istatistiklerini çıkardım. Ondört tanesi 5 aylık askerdi ve hemen hemen hiç birinin doğru dürüst silah ve arazi deneyimi yoktu. Savaş bölgesindeki koca karargah bölüğünde geceleri sadece tek dolu şarjörle nöbet tutuluyordu. Diğerleri ise boştu. Sebebi ise 'Emir öyle' idi. Öyle ya emir emirdir. Sana ne!

Birliğime katılışımın altıncı gününde gördüm ki anne ve babalarının öpmeye dahi kıyamadığı ve bu vatan uğruna bizlere emanet ettiği bu Anadolu çocuklarının kaldığı koğuşlar tam anlamıyla bir rezaletti. Simsiyah olmus çarşaflar, leş gibi kokan battaniyeler, çok küçük bir odada elliye yakın asker...
Yemekleri ise yazmaya dilim varmıyor. Subay ve astsubayların hemen hemen her gece yaptıkları rakı ve alem eğlenceleri ise hiç durmak bilmiyordu. Porno kaset seyretmek kıdem sırasına göreydi. Astsubay çavuşsan seyretmen sabah 5'i filan bulurdu. Çocukluğumda hayran olduğum, özendiğim, 29 Ekim ve 30 Ağustos bayramlarını hiç kaçırmadığım Türk ordusu... Bir adet porno kaset ve gece alemleri arasina sıkıştırılmış bir yaşam... Bu muydu?

Daha sonra timimdeki gençleri silah ve atış eğitimine aldım. 25 metreden kola şişesini vuran hemen hemen kimse çıkmadı. İşin acı tarafı Yüzbaşımız herkes sadece üçer mermi vermişti. Şişe dibi gibi gözlükleri olan bir askerimin tüfeği tutukluk yapınca heyecanlanıp 'komutanim patlamıyor' diyerek tüfeğini bana doğrultup tetiğine basmasını ise hiç unutamıyorum. Bu timle ne kadar ve nereye kadar gidebilirdim?

Depo ağzına kadar mermi, elbise ve bot doluyken bu çocuklar bolluk içinde sefillik çekmeye neden mahkum ediliyordu? Elbiseleri tamamen renk atmış, botlar sağdan soldan patlamış. Gece alemleri hiçbir gece eksik olmayan tabur komutanı Binbaşı, onun yolunda giden Yüzbaşı ve onların en büyük yardakçısı olan Başcavuş bozuntusu bunları neden görmüyordu? Ciple geceleri meze ve rakı arattıran bu zihniyet bir portakal ya da bir mandalinayi dahi bu çocuklara neden çok görüyordu? Subay ve astsubayların yatakları pırıl pırılken, günlük banyoları da varken bu çocuklar neden bitlenmişti ve leş gibi kokuyorlardı? Gece içen herkes o kadar içiyordu ki sabahları uyanmaları dahi mümkün olmuyordu. Rütbelilerin hemen hemen hepsi tam anlamıyla zomdu. Makineli tüfeğimiz tamamen bozuktu ve 50 mermi dahi atamıyordu. Durumu Binbaşıya anlattım. Bu timle araziye çıkamayacağımı, bu timdekilerin arazide kendilerini vuracağını, PKK'ya gerek kalmayacağını söyledim. Cevap: Devletin verdiği imkanlar bu kadar. Emeklisi yaklaşan başçavuş beni bir kenara çekip 'Bana bak aslanım, sana bir abi nasihatı: Dünyayı sen mi değiştireceksin? Keyfine bak, bize uy. Gırgırına bak, paranı say. Bu ordu böyle gelmiş böyle gidiyor' demişti.

Yirmi kişilik timimle ve çalışmayan MG3'le artık arazi taramalarına başlamıştık. Harita üzerinden tarama yapıyor ve mümkün olduğu kadar geceleri yağmurlu ve sisli havalarda araziye çıkmayı yeğliyordum. Tabur komutanım harekat inisiyatifini tamamen bana bırakmıştı ve sadece dönüşte bilgi alıyordu. Tabii sabah kalkabilmişse...

Artık dayanamıyordum. Dayanılacak gibi de değildi. Kış ortasında timimde patlak botlar ve yazlık elbiseler vardı. Pançolar ise sürekli yağmur ve soğuk geçiriyordu. Artık kendi bildiğimi yapmak ve herşeyi göze almak zorundaydım. Bir operasyon dönüşü, ilk yaptığım iş bu çocuklara bir banyo yeri ayarlamak oldu. Para toplayıp şehirden soba aldık. Artık suyu üstünde ısıtacak bir sobaları ve doya doya banyo yapacak bir yerleri vardı. İkinci iş ise daha hayati bir önem taşıyordu. Depoyu başçavuştan ele geçirmeliydik. Hemen depo çavuşunu ayarladım. Kendi depomuzdan tim olarak 5 LAW, 2000 adet mermi ve 20 el bombası çalmıştık. Evet, çalmıştık. Çünkü yapacak başka birşeyimiz yoktu. Hayatta kalabilmek için bize verilmeyeni kendimiz alacaktık. Ya öyle ölecektik ya böyle.

Bana insiyatif verilen o büyük bölgedeki yerlere bunları gömdük. Her operasyonda bunları alarak uzak ve sarp daglarda yaptırdığım gizli atış talimleri ile iki ayda timimi tutulamaz ve vurduğunu kaçırmayan bir hale getirdim. Kahve tabaklarını 25 metreye koyuyordum. Şişe dibi gibi gözlükleri olan bu canavarlar tabağı tek atışta paramparça ediyorlardı. El bombalarını hep istediğim hedefe düşürüyorlar, LAW'la ise hiç ıskalamıyorlardı.

Maalesef bunun bedeli çok ağır olacaktı. Depo sayımında botlar, elbiseler ve yukarıda yazdığım miktarda mermi eksik çıktı. Depocu çavuş dayanamamış ve ne olduğunu söylemişti. Karargahta duyduğum hakaret resmen bir skandal niteliğindeydi. Timi adam etmenin, sahiplenmenin bedeli çok ağır olmuştu. İşittiğim lafları burada yazmaya dilim varmıyor.

Daha yazılacak çok şey var ama kısacası Anadolu'nun bu aslan parçası evlatlarıyla terhisleri geldiğinde birbirimize sarılıp hüngür hüngür ağlayarak vedalaştık. Öyle olmuslardı ki o arazideki sarp kayalıklar ve dağlar onlara artık futbol sahası gibi geliyordu. Aşılamaz denilen yerlere keçi gibi tırmanıyor, aşıyorlardı. Onları ne yağmur ne çamur; ne soğuk ne de yemeksizlik etkiliyordu. Tam anlamıyla taş gibi olmuşlardı. Bana arazide asla 'komutanım' demediler, dedirtmedim. Araya hiç mesafe koymadım. Hepsi evlerine sağ salim döndü. 3 yıl boyunca değişen tim elemanları hep ağlayarak terhis oldular. 'Ağlamayın, beni de ağlatmayın. Evinize başınız dik gidin. Anne babalarınıza, yakınlarınıza, arkadaşlarınıza, askere geleceklere, içki ve porno alemlerini değil, savaşçı olarak geçirdiğiniz günleri ve o ruhu anlatın' dedim. İlk timimi 27 yıl sonra bile hep ağlayarak anarım. Peki geride bıraktığınız bu astsubayınıza ne oldu? Ne mi oldu? 1992 senesinde orduya daha fazla dayanamayıp firar etti. Şu anda yurtdışında işadami. 12 tane TIR'ı ve 28 çalışanı var.

İsimsiz, bize ulaşan eski astsubay

Zİyaretçİ Sayısı