Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Gözyaşlarını Tutmaya Çalışarak

Askerliğimi 4 yıl önce yaptım. Acemi eğitimimi Tokat`ta, usta askerliğimi de Kıbrıs Güzelyurt`ta yaptım.

Askerliği sevmezdim o nedenle bir tane bile askerlik fotoğrafı getirmedim geriye. Zaten askere de patates yüzünden gittim. Askerlik muayenesinde tabip subay bir rahatsızlığım var mı diye sordu. Ben de düztaban olduğumu söyledim. Şöyle bir yüzüme baktı, düz zeminde çıplak ayakla yürüttü ve ayağımı muayene etti. Tam askerliğe elverişsiz (çürük) yazacak, yanındaki bir başka tabip subaya benim durumumu sordu. Aldığım cevap gurur kırıcı ve oldukça gülünçtü: “Askerde patates soyacak adama da ihtiyaç var.” Hiç sevmediğim patates başıma bir çorap örmüştü. Birkaç tane olay anlatacağım:

1- Ben karargah bölüğü askeriydim ve bölük komutanımızın adı A.’ydı, biz ona Azrail Apo derdik. Çünkü bölüğündeki askerlerin yarıdan fazlası iyi bir dayak yemiştir. Acemi eğitimini bitirmiş askerler öncelikle bizim bölükte kalırlardı. Tabur komutanımız, yeni gelen tüm askerlerle bölük komutanlarının önünde görüşür; alınan eğitime, sivil yaşamında yaptığı işe ve bölüklerin ihtiyacına göre askerlerin dağıtımını kendi yapardı.

Bu işlem 2-3 gün sürdüğü için yeni gelen askerlerin tüm eşyaları bizim koğuşlarda dururdu. Bölük komutanı nedense bu eşyaların koğuşlarda kalmasını sorun etti ve koğuş sorumlusu arkadaşa eşyaların başka yerlere konmasını emretti. Fakat bizim bölüğün bu eşyalar için fazladan yeri yoktu. Arkadaşımız emri yerine getirmek için eşyaları bizim yedek silahların bulunduğu 4-5 metrelik yere yığdı. Ertesi günün sabahında bölük komutanı Azrail Apo arkadaşa eşyaları ne yaptığını sordu. Verilen cevap karşısında çılgına döndü. Koğuşçuyu eşyaların konduğu o odada en az 10 dakika dövdü.

Dışarı çıktığında gördüğümüz, şamardan kıpkırmızı bir yüz; ovunan eller, kollar ve bacaklar; ve beni en çok yaralayanı, gözyaşlarını tutmaya çalışan ama bunu beceremeyen gururu yerle bir olmuş çaresiz bir askerdi.

Belki “sen dayak yedin mi?” diye soruyorsunuzdur. Hayır, yakamdan tutulup 1-2 dakika sağa sola sallandığım, “aha şimdi dayağı yedim” dediğim an var ama o dayaktan yemedim. Ancak başka komutandan bir yumruk yedim. Başka bölüğün yangın malzemelerinden birini yürütemediğim için.

2- Tabura rütbelilerin akşamları eğlenmesi ve güzel bir vakit geçirmesi için bir bir oda büyüklüğünde kapalı bir mekan yapılmış, bunun önüne de yaklaşık 50-60 metrekarelik bir bahçe düzenlenmiş. Yaz döneminde mevcut tabur komutanın tayini çıktı, yerine yeni tabur komutanı geldi. Yeni tabur komutanı eğlence yerini bir ay içinde yıktırdı. Çünkü orası yapılırken hiç kimseden izin alınmamış. Yani taburun içine gecekondu yapılmış da haberimiz yokmuş. Bu, milletin paralarının nereye gittiğine küçük bir örnek.

3- Tabur tatbikatlardan birine gitmişti. Ben görevli olduğumdan taburda kalmıştım.O nedenle arkadaşlarımın anlattıklarını aktarıyorum. Tatbikat sırasında silahlar bombalar roketler atılıyor. Daha sonra arazi güvenliği için patlamamış mühimmat araması yapılıyor. Atılan roketatar mermilerinden biri patlamamış. Askerlerden bir tanesi bu mermiyi buluyor, eline almaya çalışınca patlıyor ve arkadaşımız Hakkın rahmetine kavuşuyor. Olayın daha üzücü tarafı ise akşama hiçbir şey olmamış gibi davranan; şarkılı, türkülü, içkili eğlencelerini bırakmayan, insanlığını unutmuş bazı rütbeli askercikler. Hala utanıyorum onlardan.

Şimdiden teşekkür ediyorum bunu okuduğunuz için.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı