Ben askerliğimi 2010 yılında dövizli olarak Burdur'da yaptım.
Bu günlerdeki haberleri okuyunca iyice sinirleniyorum. Genelkurmay, "orduda yetişmiş, eğitimli kişilerden yeterince yararlanamıyoruz, onları daha uzun süre askerde tutmak istiyoruz" demiş. Ya siz değil misiniz, benim doktoralı bilgisayar mühendisi arkadaşımı komutan çocukları için açılan internet kafenin başına koyan? Siz değil misiniz benim yüksek lisanslı inşaat mühendisi arkadaşıma çukur kazdıran? Siz değil misiniz, doktor olan arkadaşıma komutanın köpeğini verip her gün dolaştırtan? Bu insanlara daha uzun süre ihtiyacınız var elbette.
Askerlik hayatımın en sıkıntılı, kötü ve eziyet ile geçen dönemi idi. Bazı arkadaşlar topu topu 3 hafta, ne olacak allah aşkına diyebilirler. Fakat o üç hafta içinde insanlığımı kaybettim, resmen hayvan gibi hissettirildim. Bir de biz yabancı ülkelerden çok kısa süreli geldiğimiz için söylenene göre daha iyi, müsamahalı davranıldı. 6 ay ve daha uzun süre askerlik yapan kardeşlerimin çektiklerini düşünemiyorum bile.
Çocukluk yıllarından beri askerlere, askeri teçhizat ve araçlara hep ilgi duyar, TSK ile gurur duyup, askerleri severdim. Yurt dışındaki işlerime ara verip 30'lu yaşlarımın başında askerliğimi yapmak için teslim oldum. Yanlış anlaşılmasın, vatan borcum diye düşünmedim hiç bir zaman. Mecburi olarak, angarya olarak yapmamız zorunlu olan bir iş diye geldim.
İçtimanın gerçek tanımını orda öğrendim. Meğer içtima "sağlam adamı hasta eden, hasta adamın hastalığının devamını sağlayan, buz gibi havada, güneşin doğmasına saatler olmasına rağmen karanlıkta görüntüyü bozuyor diye eldiven, bere giyilmesi, yakaların kaldırılması yasak olan, insanlara saatlerce amaçsız bir şekilde esas duruşta eziyet edilen bir bekleme sanatı" imiş.
Bağırma, çağırma, ağza alınmayacak, akla gelmeyecek şekilde küfür edilip aşağılama gibi olayları arkadaşlar yazmışlar burada. O yüzden bunlardan bahsetmeyeceğim.
Beni en çok sıkıntıya sokan durumlardan bir tanesi de temizlik sıkıntısı idi. Malum, bütün gün boyunca sabahtan akşama kadar yat-kalk-sürün, koşturulduktan sonra haliyle gün sonunda hepimiz kokmaya başlıyorduk. Bir de üstüne üstlük haftada 1 kez banyo izni olması, hatta o 1 iznin de bazen 2 haftada bir verilmesi, akla hayale gelmeyecek şekilde iğrenç bir hale gelmemizi sağladı. Ben sivil yaşantısında günde 2 kez banyo alan bir insan olarak, askerlik süresi boyunca kendimden iğrenir hale geldim. Koskoca TSK en önemli varlığı olması gereken askerlerine bu şekilde bakıyor işte. Bir de dediğim gibi bizim dövizli olmamız sebebi ile şartlarımız daha iyimiş. Allah yardımcısı olsun diğer kardeşlerimin.
Askerde geçirdiğim bu kısa sürede anladım ki, meğer TSK göstermelik bir kurummuş. Komutan gelecek diye düzgün talim yapılan, yüzbaşı gelecek diye yerlerden çöp toplanan, her şeyin göstermelik olduğu bir kurum. Bir savaş olsa demek ki halimiz harap. Zira boşuna değilmiş Kıbrıs çıkarmasında bile kendi gemimizi batırmamız.
İşin en trajikomik yanlarından birisi de, bizlere birçok sunumun yapılması, askerliği övücü yüceltici, tamamen palavra filmlerin "eğitim" amaçlı izlettirilmesiydi (tabi o iğrenç koku içinde bir şey dinleyebilir, izleyebilirseniz).
Bir de üstüne konuşma yapan komutanın, "TSK dünyanın en güçlü silahlı kuvvetidir" demesi. Ya Allah aşkına, siz dalga mı geçiyorsunuz? Sanki biz mağarada yaşıyoruz, dünyadan haberimiz yok...
Neyse, daha fazla uzatmayayım. Benim bu kısa ve sıkıntılı askerlik günlerimden sonra gözümde askerliğin ve askerlerin değeri sıfıra indi. Meğer benim gurur duyduğum TSK, reklam filmlerinin, hayal gücümün bir ürünü imiş.
Hani imkanı olmayan bir ordu olsa, bir şey söylemeyeceğim. Genelkurmay yıllarca bütçeden en büyük payı almasına rağmen orduyu bu hale getirdiyse, artık o generallerin durumunu siz düşünün.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker