2003 yılının Ağustos ayında acemi birliği olarak Narlıdere İstihkam Okulu Operatör Bölüğü'ne teslim oldum. Askerlikle ilgili çok pozitif ve hevesli biriydim. Hatta acemi er eğiten çavuşlar "Tosun (soyadım), sanki savaştaymışsın gibi yapıyorsun" diyorlardı.
Bize hangi yayınların serbest, hangilerinin yasak olduğu ile ilgili herhangi bir tebliğde bulunulmamıştı. Bir cumartesi günü çarşı dönüşü Sızıntı dergisini gördüm. Kapak konusu ilgimi çekti. Ertesi gün pazardı ve istirahat verilirdi genelde. Boş oturmaktansa okuyayım diyerek aldım dergiyi. Çünkü herkes istediği yayını okuyordu. Öyle gizlemeye de çalışmadım, elimdeki poşette getirdim. Nizamiyede M. Başçavuş dergiyi gördü, "bu tarz yayınlar bölük komutanının izniyle okunuyor, ben imzalatıp pazartesi sana vereyim" dedi. Ben de "emredersiniz" deyip dergiyi bıraktım. Ve tamamen unuttum.
Salı günü bölük komutanı "Ali Tosun kimse buraya gelsin" dedi. Gittim. "Silahını bir arkadaşına ver" dedi. Verdim. Yanına gittim. "Emredin komutanım" dedim. Ama merak içerisindeyim. Tabii elinde dergiyi fark edince merak kalmadı. "Bu dergi senin mi" dedi. "Evet, benim komutanım" dedim. "Niye okuyorsunuz bu yayınları" dedi. "Yasak olduğunu kimse söylemedi bana komutanım" dedim. "Yasak olduğunu bilseydim almazdım" dedim. "Oğlum" dedi, "bu dergileri gençliğimizde biz de okuduk, bunlar cahilce hareketler, bölücü dergiler bunlar" dedi. Ben de "komutanım yıllardır ben bu dergiyi okurum, vatanımızın milletimizin, devletimizin ve ordumuzun aleyhinde tek satır görmedim" dedim. Ne mezunusun sen dedi. Ben de İmam Hatipli olduğumu hemen söylememek için lise dedim. "Ne lisesi" diye ısrar etti. "Meslek lisesi" dedim. Sinirlendi. "Ne mesleği ulan" dedi. "İmam Hatip Lisesi" dedim. Dudaklarını garip bir şekle sokup kafasını salladı.
"Seni tabur komutanı görecek" dedi. Uzatmayalım, tabur komutanı da adamakıllı sorguladı. Atatürk ilke ve inkılaplarını ve Atatürkçülüğü sordu, net cevaplar aldı. Sonunda "sende gerekirse vatanı için canını seve seve verecek bir mehmetçik görüyorum, senin için düşüneceğim Tosun" dedi ve gönderdi beni... Herhalde ceza almayacağım diye rahatladım. Ceza almaktan korkuyorum, zira Disko [disiplin koğuşu] dedikleri bir yer var, dayak işkence ne ararsan var diye anlatılıyor, duyuyoruz. Ben yeniden bölüğe katılmak için hazırlanırken benim kısım çavuşum Volkan Tayfur geldi. "Tosun, boşuna hazırlanma, gidiyorsun" dedi. "Nereye" dedim. "Diskoya" dedi. İçim cız etti. Volkan Çavuş iyi bir adamdı. Bana, "sen oraya gidecek en son adamsın bu bölükte, ama gidiyorsun" dedi.
Gittim. 7 gün içeride yattım. Spor adı altında gördüğümüz işkenceler, yediğimiz dayaklar... Öyle dövüyorlar ki hayvana vuramazsınız bu şekilde. Sanki dünyanın en utanç verici, en aşağılık suçlarını işlemişiz. Ranzalara çarpa çarpa... En küçük hatada, en küçük sürçmede yediğiniz dayağın haddi hesabı yok. Gardiyan olacak şerefsiz yorulunca bırakıyor dövmeyi.
7 gün 7 yıl oldu benim için. Askerden, askerlikten, Türkiye'den, devletten nefret ettim orada... Orası devlete düşman üretme merkezi bence. Çıktığımda her yerim mosmordu. İstirahat adı altında buz gibi taşların üstünde oturmuştuk. Oturaklarım ağrıyordu. Şu anda hala böğürlerim üşür. Yaz günü bile...
Çıktık. Revire gideceğiz; ama önce bölük komutanı görecekmiş bizi. Suratında düşman askerini esir almış komutan edasıyla karşıladı beni... Pis ve iğrenç bir sırıtışla "Nasıldı içerisi iyi davrandılar mı size" dedi. Bana göre onun böyle bir ortamda asla söylemeye cesaret edemeyeceği bir cevap verdim: "Ben", dedim, "Yunan askeri olsaydım da elinize esir düşseydim, Cenevre sözleşmelerinden dolayı bu kadar zulmedemezdiniz."
Olay bu. Bölük Komutanının adı B.Z. O zaman yüzbaşıydı, şimdi kimbilir ne?
Bu iş ona ahirette çok pahalıya patlayacak. Dünyada patladı belki haberi yok. Hakkımı katiyyen helal etmiyorum. O benim ordumuzla ilgili olumlu duygularımı mahvetti. İki dünyada da yakası bir araya gelmesin. Gün yüzü görmesin.
Ali Tosun, bize ulaşan eski asker