Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Ben Şerefli Türk Ordusunun Şerefsiz Bir Astsubayıyım

Başlıkta da belirttiğim gibi ordumuz çok şereflidir. Beni 13 yaşında; arkadaşlarım henüz oyuncak arabalarla oynarken, silahla tanıştıracak kadar. Nasıl bir psikopatlıktır bu, ne biçim bir işkencedir? Askeri öğrencilik hayatım boyunca arkadaşlarımla beraber defalarca dayak yedik, küfür işittik, işkence gördük, egoist duyguların kurbanı olduk. Okul depolarında levyelerle dayaklar yedik, hakaretlerle ranzalarımızdan kaldırıldık, uçan tekmelerle yataklarımıza düştük. Vurdukları yerlerin acısını hissetmiyorduk, bir iki güne geçiyordu çünkü morlukları; fakat arkadaşlarımıza karşı utancımızdan yerle yeksan olan kalbimizin acıları hala taze.

Haftalarca sivil hayatın kokusunu alamadan yaşadık. Hani her çocuk hata yapardı? En saçma konular yüzünden ("ulu" komutanlarımızca ve iç hizmetçe suç sayılanlar yüzünden) hapisle tanıştık, itilerek kakılarak sıralara sokulduk. Zorla "spor" yaptık, (adına spor deniliyor; ama ya kendisi...) karda kışta o güçsüz bedenlerimizle çıplak kalarak, karlar altında koştuk, dikenler arasında sürünerek ilerledik. Sebebini bilmediğimiz şeylerden ötürü Balıkesir’in kavurucu yaz gününde saatlerce hiç kıpırdamadan ayakta bekledik. Sabahları erkenden uyandık, içerisinde sinekler olan tek tabaktan 12 kişi bir masada "reçel" yemeye zorlandık. Yemeği yemedik, dayak yedik, dayağa doyduk; sağ olsun komutanlarım! (Aç bırakmazlar geleceğin komutanlarını!)

Peki ya kamp günleri? Sabahın 5’inde "spor" için çadırlarımızdan tekmelerle uyandırıldık, hem de her Allah’ın günü. 1 dakikada üzerimizdeki kıyafetleri değiştirebilmenin hazzına vardık, emir veren "ulu" komutanlarımıza binbir türlü küfürler ederek. Buz gibi denize (deniz dediysem yanlış anlamayın lütfen, emirle belirtilen sınırların dışına çıkmadığınız; denizanalarının ve kestanelerin en bol olduğu yerde, taşların ayakları kestiği, ufacık metrekarelere yüzlerce adamın aynı anda girdiği, çamurumsu sudan bahsediyorum. Az daha ötesinin dibi kumlu ve suyu temiz neden orada yüzemediğimizi sormayı bırakın düşünemedik bile) girmek için emir verdiler henüz güneş bile doğmamıştı ki. Biz girmek istemeyince yine "vatan haini" olduk, yine şerefsiz!

5 yıl boyunca bana ve arkadaşlarıma özel branşlarımızdan (elektronik, elektrik, makine, motor, sıhhi tesisat vs.) eğitim verdiler, eğitimimiz için milyarlarca para harcadılar, yani bizi tamirci olmamız için yetiştirdiler. Henüz "öğrenim" süremiz tamamlanmamıştı ki yetiştirildiğimiz branşlardan seçim yapamayacağımızı öğrendik. Bambaşka sınıfları seçmemiz gerekiyordu. (Seçtik dediysek %75’imize istemediği sınıflar geldi, hatta listeye yazmadığımız branşlardan bile sınıf sahibi olduk). Daha sonralarda benim "istediğim" sınıfın görevinin mayın temizlemek olduğunu öğrenecektim. Ve o gün Tanrı'ya yemin ettim ‘’toprak altından bir tek bile mayın çıkartırsam Tanrı beni asla affetmesin’’ diye.

Babamın beni okula getirip de bırakıp gittiği günü hiç unutmuyorum. Hala gözlerimin önünde, sanki dün yaşandı. Keşke oraya değil de bir uçurumdan aşağı bıraksaymış o ufacık günahsız bedenimi, inanın daha hayırlısı olurmuş benim için. Çoğu rütbeli personelinki gibi benim de ailemin maddi durumu iyi değildi, bu yüzden ailem benim bu meslekte görev almamın iyi olacağını düşünmüşler kendilerince. Onların istedikleri küçük evlatlarının koskoca bir komutan olarak yetişmesi ve vatana hayırlı olmasıydı! Tek suçları buydu bu iki insanın: Vatanlarını sevmeleri.

Ben de babamın ve annemin suçlarının cezasını çekiyorum 10 yıldır. Ama hiçbir zaman affetmeyeceğim onları. Artık kıt’aya çıkmış, zorunlu hizmet denilen kölelik hayatıma başlamıştım. Onbeş yıl geçmeden hiçbir sebeple defolup gidemeyeceğim bir hayat başlamıştı benim için. Gel dediklerinde gelen, yap dediklerinde yapan, öldür dediklerinde öldürecek bir köleleri vardı artık onların! Hani 1982 TC. Anayasasının 18'inci maddesi gereği kimse zorla çalıştırılamazdı. Bakın ben 5 yıldır çalışıyorum, daha önümde koskoca bir 10 yıl var! Demek ki bu kurumun insanları kendilerini anayasadan bile üstün görüyorlar.

Atılacak veya firar edecektim, 2000 yılında kaybettiğim özgürlüğümü geri kazanabilmek için. Ama bunları yaparsam hapis cezasına çarptırılacak, devletin sarı sayfalarında vatan haini damgası yiyecektim. Okulda iken aklımızın ermediğinden, aile baskımızdan hatta mahalle baskısından dolayı ayrılamazdık. Ayrıldık diyelim ailelerimizden okulda soluduğumuz havanın parası dahi istenecekti. Hangi birimiz bırakabilir ki okulu? (Fakir ama gururlu kişilerin evlatlarıydık biz.)

Biz zaten devre olarak şanssız kişilerdik, 5 yıl "eğitim" aldık, hâlbuki 4 ayda da astsubay yetiştirebildiğini kanıtladı bu ordu. Peki, beni ve arkadaşlarımı neden 5 yıl işkence ve gözaltında tuttular?

Zorla komando kursuna gönderildik. İnsan öldürmenin inceliklerini öğrendik. Orada da işkencenin ardı arkası kesilmedi. Aylarca dağda kaldık. Ben ya bir ya da iki kere sıcak su yüzü gördüm, aç ve açıkta kaldım, itildim. Hatta dağda bile göz hapsi cezasına çarptırıldım, çünkü sarp kayalıklar üzerinde sadece gülümsediğim için sürünmem istenmişti, ben de yapmamıştım tabii ki."Ulu" komutanların egoist duyguları henüz bastırılmamıştı. Üzerlerimizde daha denenmesi gereken o kadar çok işkence metodu vardı ki...

Sınıf okullarına gönderildik. Rütbeli olmamıza rağmen hala öğrenci muamelesine maruz kaldık. Biz de her yanlışa isyan ettik. Böylece isyan etmeyi de öğrenmiş olduk. Artık eskisinden daha da çok "şerefsizdik"! Artık tüm taşlar yerine oturmuş, kıt’aya 860 tane psikopat taburu gönderilmek için hazırdı. Tekrar hatırlatayım: Ayrıca şerefsiziz de!

Göreve başladığım ilk zamanlar büyük komutanlarımdan gördüklerimi normal olarak anımsadım, kabul ettim. Böylece sizlerin evlatlarınıza "işkence" yaptım. Ama ben görevimin bu olduğunu zannediyordum. Askerler bana çay getirecek, benim botlarımı boyayacaklardı. Benim odamı temizleyecekler, temizleyemezlerse dayak yiyeceklerdi. Dövdüm o suçsuz çocukları, küfür bile ettim. Allah beni bu suçlarımdan, bu günahlarımdan ötürü affetsin istemiyorum; cezalandırsın, yaksın beni. Ama o çocuklardan helallik istiyorum. Affetsinler istiyorum.

Daha anlatacak o kadar çok yanlış gördüm ki ben bu orduda... Hala "görev" yapmaktayım, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kuruluş amacı gerçekten mükemmel; ama yanlış insanların ellerinde. Ömrümün sonuna kadar, milletimin sırtında çıban olan bu kişilerle, bu hastalıklı varlıklarla uğraşmaya ve gördüğüm yanlışları dile getirmeye devam edeceğim. İsmimi verecek kadar cesur değilim henüz, bilirsiniz az çok, harcarlar beni bu komutanlar. İşte bu kişiler asıl korkanlar, söylenenlerden rahatsız olanlar, yani suçlu olanlar.

Neyse, içimi dökebildiğim için bu gece rahat uyuyabileceğim. İsyanımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim.

İsimsiz, bize ulaşan bir astsubay

Zİyaretçİ Sayısı