2009 yılında Suriye sınırında bir karakolda kısa dönem askerlik yaptım. Günlük dörder saatten sekiz saat sınır boyu nöbet tuttuktan sonra sekiz saat de karakolda hazır kıta olarak bekliyorduk. Karakol aracının bozulması yüzünden, üst düzey subayların ziyareti münasebetiyle, bazen de bilmediğimiz nedenlerden dolayı nöbetlerimiz birleşiyor, kışın ortasında 8 saat sınır boyunda dışarıda kalmak zorunda kalıyorduk. Görevimiz uçsuz bucaksız bir çölü gözetlemekti.
Bir devlet okulunda öğretmenim. Size askerdeyken hastalanan bir insanla bir köpeğin nasıl farklı muamele gördüklerine dair bir anımı anlatacağım. Benimle birlikte askerlik görevini gerçekleştiren 3 öğretmen arkadaşım daha vardı. Öğretmen arkadaşlarımdan birisi boğaz ağrısı çekmeye başladı. Bölük merkezine gittiğinde doktor yoktu, doktor yalnızca perşembe günleri geliyormuş. En yakın sivil merkez karakola 130 km uzaklıktaydı ve çarşı iznimiz 40 günde yalnızca 1 gün idi. Bir hafta sonra arkadaşımın boğazı oldukça kötüleşmişti. Sesi kısılmış, nefes alması zorlaşmıştı. Evli ve iki çocuğu vardı. Evden karakolu aradıklarında ailesinin endişelenmesini istemediğinden bize nöbette ya da işi var dedirttiriyordu. Bu arada nöbetlere çıkmaya devam ediyordu.
Son birkaç gün durumu iyice fenalaşınca diğer arkadaşla onun yerine günde 12 saat nöbete çıkmaya başlamıştık. Nöbetten dönüşümde hasta arkadaşımı yatakta ağzını tavana dikmiş buldum, nefes alamadığını söylüyordu. Boğazına baktım o kadar şişmişti ki iki taraf adeta birbirine değiyordu. Karakol aracı 10 kilometre ötedeki bölük merkezindeydi ve karakolda üst rütbeli yalnızca biz çavuşlar vardık. Bölük merkezine acil çağrı çektik, telsizle ana kanaldan anons yaptık, ankesörlü telefondan bölük merkezindeki arkadaşları aradık.
En sonunda durumu öğrenen karakol komutanı asteğmen karakola yarım saat sonra geldi. Arkadaşımız hırıltı nefes alabiliyordu. Araca bindirdik ve bölük merkezine gittik. Doktor yoktu. Revirdeki çavuş, doktordan habersiz kimseye serum veremeyeceğini ve iğne yapamayacağını söyledi. Bölük komutanı da yoktu. Tecrübesiz asteğmen komutanın izni olmadan hastayı ilçe merkeze götüremeyeceğini söyledi. Revirdeki çavuş devremizdi, lütfedip iki tane antibiyotik verdi ve biz karakola geri döndük. Birkaç gün onun nöbetini idare etmemiz sayesinde arkadaşımız biraz daha iyi oldu. Asıl olay bundan sonra başladı.
Karakolda 50 bin liraya zimmetli eğitilmiş bir köpek vardı. (Bir er şehit olursa ailesine 20 bin lira kadar tazminat verildiğini hatırlatayım.) Askerlerin de karakol çöplüğünde bulup kazan dairesinde beslediği üç yavru köpek vardı. Bu köpekler bazen eğitimli köpekle de oynuyorlardı. Sabah nöbete çıkarken bu yavru köpeklerden birinin öldüğünü gördüm. 4 saatlik nöbetten döndüğümde ise karakolda gördüğüm manzarayı asla unutamam. Karakolda 1 doktor, 2 askeri jip; kalan iki yavru köpek ve eğitimli köpek karakolun ön bahçesinde, etrafında karakol komutanı, astsubay, doktor... Ağaca asılan ve her bir köpeğe takılan birer serum.
Öğretmendim ve insanın ne kadar kutsal olduğunu öğretiyordum. Askerlik arkadaşlarımda ne zaman görüşsek bu anıyı mutlaka hatırlıyor ve gülüyoruz.
İsimsiz bize ulaşan eski asker