Hava Kuvvetlerinden emekli Binbaşıyım.
O kadar çok şahit olduğum, yaşadığım olay var ki herhalde roman olur... Bunlardan sadece birkaçını yazacağım. Bunları da dedikodu için değil, olumlu amaçlar için oluşturulduğunu düşündüğüm bu sayfalarda ülkemizin, halkımızın geleceği için sizlere aktarmak amacıyla yazıyorum.
...
1980’de Harbiye’den mezun oldum. İlk birliğim İskenderun Hava Radar Mevzi Komutanlığı. Hatırladığım kadarıyla teğmenim. Bir rahatsızlığım nedeniyle Deniz Hastanesi’nde yatıyorum. Aynı hastanede yatan birliğimden bir astsubay arkadaşla birlikte çay içmek için çay ocağına indik. Çay ocağının önünde iki asker vardı. Tabii üzerimizde pijamalar olduğu için rütbelerimiz belli değildi. Askerlerin biri bana hitaben ''Abi senin tertip kaç?'' dedi. Benim asker olduğumu sanıyordu. Astsubay arkadaşa göz kırptım. O günlerin tertiplerine göre eski bir dönemden olduğumu söyledim. Asker şaşırmıştı. "Abi neden bu kadar uzun kaldın?" diye merakla sordu. Ben "Bir subay dövdüm, o yüzden askerliğimi yaktılar", dedim. Asker, "abi eline sağlık, çok iyi yapmışsın" diye öpmek için elime sarıldı.
Astsubay arkadaş ve diğer askerler merak ve şaşkınlıkla konuşmamızı dinliyorlardı.
Ayrıldıktan sonra astsubay neden böyle yaptığımı sordu.
“İyi değerlendir” dedim. Asker kendisine sıkıntılar çektiren subaylardan birini dövdüğümü duyduğu için seviniyordu. Bunu o askerler bir an için de olsa mutlu olsunlar diye yapmıştım. O anda gelişen bir düşünceydi. Bu ne yaman bir çelişkiydi. Aslında subay döven birine, o ordunun askerinin tepki vermesi, bu davranışı tasvip etmemesi gerekirdi. Ama bizim ordumuzun gerçeği buydu...
...
Yozgat'lı bir askerimiz vardı, Hamza...Hiç unutamadığım, hatırladığımda dalıp gittiğim, bende derin izler bırakan bir Mehmetçik... Bir bacağı diğerinden birkaç santim kısaydı. Normalde askerlikten muaf olması, çürüğe ayrılması gerekirdi. Fakat Hamza vatani görevini yapmak için askerlik şubesine adeta yalvarmış, askerliğini yapamayan bir kişi olmamayı tercih etmişti. İstihkam kıt'ası askeriydi. Klima sistemlerinin bulunduğu merkezde geceleri bekliyordu. Ben nöbetçi amiri olduğumda bütün birimler gibi orayı da zaman zaman kontrol eder, gözden uzak bir ve müsait bir yer olduğu için namazımı da orada kılardım. (Ordu içinde namaz kılmak, kim olursa olsun affedilmeyecek bir eylemdir.) Geç saatlerde gittiğimde Hamza’yı uyurken gördüğüm olurdu. Tabii sabaha kadar orada kalan bir kişinin uyumaması, askeri kurallar içinde uygun olmasa da mümkün değildi. Önce Hamza’yı uyardım, yaptığının yanlış olduğunu söyledim. Daha sonra baktım ki olmayacak, burada açıkta ve her ne kadar parka ile falan uyusa da beton zeminin sağlık açısından çok zararlı olduğunu, ileride ciddi sağlık sorunları yaşayabileceğini anlattım. İstihkam kıt’ası başçavuşuna da uygun bir şekilde durumu aktarıp bir tedbir alması gerektiğini ilettim.
Ancak Hamza’nın durumu nedeniyle en uygun görev yeri de orasıydı sanırım. Tabii takdir onlara aitti. Baktım olmayacak, benim nöbetçi olduğum günlerde koğuştan yatak getirmesini, yerde yatmamasını, gece yarısından sonra yatakta yatmasını, sabah erkenden yatağı koğuşa götürmesini söyledim. Aslında risk alıyordum. Fakat Hamza beni ciddi endişeye sevkediyordu. Hamza da durumun ciddiyetini idrak edemiyordu. Ben dört günde bir nöbet tutuyordum. Diğer üç günde Hamza ne yapar bilmiyordum...Yine birgün nöbetçi amiri iken sabah erkenden çavuş koşarak ve telaşla yanıma geldi. ''Komutanım Hamza ölüyor'' diye ağlamaklı bir ses tonuyla haykırdı. Hemen koğuşa koştum. Hamzanın ağzından köpük geliyordu. Derhal ranzayla birlikte dışarıya çıkarttırdım, göğsünü açıp rahatlamasını sağlamaya çalıştım. Durumu vahimdi. Hemen aracı çağırıp hastaneye gönderdim. Radar Amanos dağlarının zirvesindeydi. İskenderun’a en az bir saat mesafe...Komutan araçla yolda karşılaşmış, telsizden bağırıyordu: "Benden izinsiz araç çıkmasın demedim mi, bu araç nereye gidiyor?" diye. Durumun acil olduğunu, geldiğinde izah edeceğimi söyledim. Komutan anlaşılan bana oldukça kızmıştı. O hışımla yanıma geldi. Kendisine durumunun çok kötü olduğunu, acilen göndermek zorunda kaldığımı söyleyince eleştirici bir üslupla, "çok abartıyorsun, birşey olmaz!" diye cevap vermişti.
Bir insanın hayatı konusunda böyle bir yaklaşımı ona yakıştıramamıştım. Bu Mehmetçikler birlik komutanı olarak ona emanetti, ben de onun namına emanete sahip olma, görevimin ve insanlığımın gereğini yapma gayreti içindeydim. Hamza’yı hastaneden acilen Adana'ya sevkettiler. Aynı gün uçak tahsis edildi ve Ankara'ya GATA’ya yatırıldı. Birkaç gün GATA’da yattı. Fakat geç kalınmıştı. Hamza'nın ölüm haberini aldığımda çok üzülmüştüm. Ne hayallerle, ideallerle geldiği asker ocağından memleketine tabutla dönmüştü. Ben hem kendimi, hem de yıllarca sistemi sorguladım. İnsan hayatı bu kadar ucuz olamaz...
...
Devre arkadaşım hizmet bölük komutanlığı yapıyordu. Erlere davranış tarzı, vicdan ile bağdaşmadığı gibi, askerlik kurallarına da uymuyordu. Ama ne var ki rütbe sahibi ve komutandı. Zaman zaman bizim yaptığımız ikazları da dinlemiyor, bildiğini okuyordu. Hangi kurumda olursa olsun, kendini sorgulanamaz gören, hesap verme endişesi taşımayan kişilerin yoldan çıkma ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Yerde sigara izmariti gördüğünde alıp çavuşa yedirdiğini şahit olan askerler anlatmıştı. Kendine göre suçlu gördüğü askeri karşıya hedef tahtası gibi dikiyor, kovboylar gibi G-3 le sağına soluna ateş ediyor. O askerin o anda yaşadığı korku ve endişeyi tahayyül etmeye çalışın.
...
Bu iki olay yaşayıp gördüklerimden sadece iki örnek. Bunlara benzer daha niceleri var. Hiçbir asker bunları dillendiremez. Çoğunluğu nasıl rahat askerlik yaptığından, komutanlarının nasıl iyi insan olduklarından bahseder. Baskı ve sindirilmişliğin acısını teskere aldıktan sonra da yüreğinde hisseder, fakat kimseyle paylaşamaz. Yüreğimi en çok inciten olay, dayak yemiş, küfür ve hakarete maruz kalmış, gururu, onuru incinmiş Mehmetçiğin ağlamasına şahit olma bahtsızlığı olmuştur. Tabii ki bütün bu olumsuz örneklere rağmen adam gibi fedakar ve kahramanca görevini yapan ordu mensupları çoktur. Askerlik sistemi değiştirilmediği sürece benzeri olaylar yaşanmaya devam edecektir.
Askerlik 12 ay mı olsun, 8 ay mı olsun tartışmaları bence boştur. Zorunlu (zorla) askerlik derhal kaldırılmalı, profesyonel askerlik sistemine geçilmelidir. Gelecekte varılacak ideal sistem budur. Her vatandaş (bence kızlar da) muhtemel topyekun mücadele için kısa süreli (45 gün yeterli) askerlik ve silah kullanma eğitimi almalı, belli aralarla (5-10 yıl) bir-iki haftalık kamplarda tazeleme eğitimine tabi tutulmalıdır. Askerlik hizmetini yapanlar kesinlikle harbe hazırlık ve silahlı eğitim dışında kullanılmamalıdır. Hizmet alanlarında o işin ücretli uzman ve işçileri çalıştırılmalıdır. Millet, evlatlarını tuvalet temizlesin, bulaşık yıkasın, komutan köpeğinin bakıcılığını yapsın, ev eşyası taşısın, inşaatlarda amelelik yapsın, orduevleri ve gazinolarda garsonluk yapsın...diye orduya teslim etmiyor. Kutsal bildiğimiz vatani görevini yapmak üzere askere uğurluyor. Hizmet alanlarında Mehmetçiği istihdam etmek, öncelikle askerliğin ruhuna ve üniformaya hakarettir. Görevde iken de hep bunları savundum. Şu anda mevcut olan sistem ülkemizin milli ihtiyaçlarına göre değil, NATO ordusu konsepti ve suni düşmanlara göre şekillendirilmiştir. Ülke güçlü olmazsa, ordunun güçlü olması hiçbir anlam ifade etmez. Koskoca Sovyetler Birliği’ni dünyanın en büyük ordusu olan Kızıl Ordu parçalanmaktan kurtaramadı. Askerliği meslek olarak seçenler, profesyonel biçimde bu görevi ifa etmeli; Mehmetçik rütbelilerin elindeki her türlü kötü muameleye açık, savunmasız konumundan kurtarılmalıdır. Türkiye’de askerlik sistemi değiştirilmediği sürece demokrasinin olgunlaşabilmesi mümkün değildir. Asteğmenlik yaptığı dönemde ezilen, süründürülen, hizaya sokulan kişilerin, generallere gereğince hükmetmesi ne derece mümkün olacaktır?
İsimsiz, bize ulaşan emekli subay