Amasya Eryatağı, 1990 yılı, 221. kısa dönem olarak vatani görevdeyim.
Anlatacak o kadar çok hikaye var ki hangisinden başlasam, bilemiyorum. En iyisi asker yemeklerinden başlayayım.
İlk gün işlemler bittikten sonra yemekhaneye götürdüler bizi. Önümüze bir tabak yemek kondu. Kaşığımı tabağa daldırdım; ama içinde yağlı ve salçalı sudan baska bi şey yok. Çorba desen çorba değil, yemek desen yemek değil. Sonra kaşığıma bir şey geldi. İnsan tırnağı büyüklüğünde huni şeklinde bir şey ki altından parmak uzunluğunda iplikler sarkıyor. Tabakta toplam 3 tane bu garip şeyden vardı. Elime alıp sanki bir UFO görmüş gibi uzun uzun incelediğimi hatırlıyorum. Tabii ki yemedim. Sonra anladım ki önümüze konan bamya yemeğiydi. O garip şeyler de eriyip sadece tepesi kalmış bamyalardı.
Bir zaman sonra fındıklı yemek modası çıktı. Her yemeğimiz fındıklı çıkıyor. Fındıklı kurufasulye, fındıklı tavuk gibi saçmasapan yemekler. Biz de yiyoruz afiyetle. Başka bir seçeneğimiz yok ki zaten. Yıllar sonra anladım fındıklı yemeklerin kerametini. Çernobil fındıklarıydı onlar. Devlet elinde kalan radyasyonlu fındıkları tüketmek için askere yedirmeyi uygun bulmuştu. Ne güzel değil mi? Ben ki senelerce çay içmemiştim radyasyonlu diye. Ama o yıllarda fındıkları çuval çuval yedim.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker