Emekli bir subayın otokritiğidir.
"Trakya’da bir tatbikat için araziye çıktık. Ben o dönem teğmendim. Bir erin yaptığı hata üzerine bölük komutanı yüzbaşım, eri falaka ile cezalandırdı. Askeri çıplak ayağı ile ıslatılmış toprağa bastırıyor, su ile yumuşayıp börtmüş ayaklarını falakada başka erlere tutturarak altına kalın bir sopayla vuruyor, kendisi yorulunca kıpkırmızı olmuş ayaklarına tuz bastırıyor, sırayla su, dayak, tuz ile devam ediyordu. Askerin feryat figanı dayanılmaz bir hal aldı. Bölük komutanım adeta sadistçe bir zevk alarak işkenceye devam ettikçe benim psikolojim altüst oldu. Mani olmak istiyordum, ama ast-üst ilişkisinde ne yapacağımı bilemiyordum. Nefes alışlarım sıklaştı, gözüm karardı, nasıl oldu bilmiyorum sıkıntıdan hüngür hüngür ağlamaya başladım."
Şu anda kaç pimi çekilmiş bomba dolaşıyor?
Dört ana kuzusunun pisi pisine şehit olmasına sebep olan bir teğmenin ceza verme yöntemi bütün milletimizi derinden üzdü. [haber için: http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/08/4-askeri-olduren-tegmen-tutukland.html] Teğmenin cezalandırılması yüreklerdeki acıyı dindirmeyecektir. Bu son hadise Türk Silahlı Kuvvetleri'nde artık bazı şeylerin konuşulmaktan öte, düzeltilmesini zorunlu kılmaktadır. Vatan ve asker sevgisi ile gördüğü yanlışlara bile ses çıkarmayan asil milletin artık böyle olayların tekrarına sabrı kalmamıştır.
En başta şu sorunun cevabının doğru verilmesi gereklidir. Bu son olay, TSK personelindeki komutanlık algısı ile uyumlu mudur, yoksa hiç beklenmeyen sürpriz ve üzücü bir ferdi olay mıdır? B şıkkı demeyi emekli bir subay olarak çok isterdim ama, maalesef diyemiyorum. Muhittin Füsunoğlu, Hakkı Akansel, Sabri Yirmibeşoğlu gibi komutanlar TSK'daki komutanlık olgusunun seçkin örnekleri olmuştur. Kendisine 'Matkap' diye lakap takılmasından hoşlanan ve bununla gurur duyan bir komutan. Her hangi bir şeye kızdığında subaylara ve astsubaylara dahi küfür eden, asasıyla albayları bile dürtükleyen; sekiz, onsekiz, yirmisekiz -ağzından hangisi çıkarsa o kadar-gün hapseden komutan tipi yıllarca örnek komutan tipi oldu. Genç nesil bunlarla yetişti.
Çorlu’da tayin olduğum birliğe gittiğim ilk gün, bölüğümün çavuşu yanıma gelerek bana şunu söyledi: "Komutanım göreve başlamadan önce size bölüğünüzle ilgili çok önemli bir bilgi vermek istiyorum. Sizden önceki tayin olup giden komutanımız çok küfürbaz birisi idi. Sinirlenince ana, avrat, din, iman dinlemezdi. Bölükte birkaç kez büyük olaylar çok ucuz atlatıldı. Sinir krizi geçirip intihara kalkışan arkadaşlarımız oldu. Çavuşlar mani oldu. Onun tayini çıkıp, sizin de eski birliğinizden astları ve üstleri tarafından çok sevilen bir komutan olduğunuz bilgisi gelince bölük sabırla bu günleri bekledi. Yalnız komutanım, teğmenimiz ve astsubaylarımızdan bazıları da eski komutanımızdan gördüklerini yapmaya devam ediyorlar. Bölük en başta buna son verilmesini sabırla bekliyor."
Bölüğüme yaptığım ilk tanışma konuşmasında prensiplerimi, hassasiyetlerimi anlatırken lafın arasında bölüğümde küfür istemediğimi, küfreden kimsenin haklı dahi olsa benim karşımda haksız olacağını ve rütbesi ne olursa olsun bu konuda herkese aynı muameleyi yapacağımı söylediğimde bazı çocukların esas duruşta beni dinlerken, gözpınarlarından yaşlar aktığını gördüm. Bu gözyaşları yaşadıkları sıkıntılı günlerden sonra sevinç gözyaşlarıydı. Bu hadiseyi şunun için anlattım: genç subay ve astsubaylar için komutanları idoldür, onlar kişiliklerinin oluşmasında etkili olur, davranış tarzlarına örnek olur.
Emekli bir subay olarak bütün samimiyetimle Harp Okulundan her subayın vatan sevgisiyle dopdolu olarak mezun olduğuna kefil olabilirim. Ama aynı şeyi, millet ve insan sevgisi için gönül rahatlığı ile söyleyemem.
Yine gençliğimden bir hatıramı anlatayım. Trakya’da bir tatbikat için araziye çıktık. Ben teğmendim. Bir erin yaptığı bir hatayı Bölük Komutanı Yüzbaşım falaka ile cezalandırdı. Askeri çıplak ayağı ile ıslatılmış toprağa bastırıyor. Su ile yumuşayıp börtmüş ayaklarını falakada başka erlere tutturarak, altına kalın bir sopayla vuruyor. Kendisi yorulunca kıpkırmızı olmuş ayaklarına tuz bastırıyor, sırayla su, dayak, tuz devam ediyordu. Askerin feryat figanı dayanılmaz bir hal aldı. Bölük komutanım adeta sadistçe bir zevk alarak işkenceye devam ettikçe benim psikolojim altüst oldu. Mani olmak istiyordum, ama ast-üst ilişkisinde ne yapacağımı bilemiyordum. Nefes alışlarım sıklaştı, gözüm karardı, nasıl oldu bilmiyorum sıkıntıdan hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bölük komutanımın bütün zevki kaçtı, askeri bıraktı. Bana "Sen ne yufka yüreklisin" diye kendince nasihat etti. Vatani vazife için gelen Mehmetçiğe sopa atılmasına hiçbir zaman razı olamadım. Ani sinirle babanın da oğlunu dövdüğü olur. Bu bir dereceye kadar mazur görülebilir ama saatlerce zevk alırcasına işkence yapmak sadizmin daniskasıdır. Bir üstün astlarının hangi suçlarına hangi cezaları verebileceğinin bir sınırı olmalıdır. Dört kişi şehit olmasa, bu olaydaki cezalandırma şekli hakkında herhangi bir işlem yapılır mıydı? Hâlbuki cezalandırmada sınırları olmayan bir teğmen benzer olaylara her zaman sebep olabilir.
Şimdi olay olduktan sonra teğmenin psikolojik durumu konuşuluyor. Peki o teğmenin komutanlarının onun psikolojisini gözetmekte hiç mi sorumluluğu yok? Kışlalarda insan psikolojisinin neden hiç önemi yok? Her sene Silahlı Kuvvetler'de (terör dışında) ne kadar intihar, öldürme, yaralama, kaza vakaları oluyor, bunları önleme ve azaltma için insan psikolojisi adına ne tedbirler alınıyor?
İnsan sevgisinin ön planda olmadığı yerde, insan psikolojisinin de yeri olmuyor. Harp Okulunda bir dersimizin adı Askeri Psikoloji idi. Amerikan kitaplarından tercüme olduğu buram buram kokan ve dersin hocasının tamamen ezbere anlatım yaptığı bu dersin adı öğrenciler arasında kısaltmasından dolayı As.Pis, okunuşu askeri pislik idi. Daha öğrenci iken psikoloji dersine bakış böyle idi. Halbuki psikolojiye olan ilgimden dolayı bu derste öğrendiğim Sosyometri testini bütün askerlik hayatım boyunca uyguladım. Benden başka yapan da görmedim. Sosyometri testi; personele terhis olup gittiğinde köyünün kahvesinde askerlik hatıralarını anlatırken birlik ve buradaki ast ve üstleri için söyleyeceklerini kimliğini belirtmeden boş bir kağıda yazdırma işi idi. Çok faydasını gördüm. Hatta bir Anadolu çocuğunun yazdığı ve benim 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şu tabiri hiç unutamıyorum: "Tabur Komutanımız gelininde hata görmeye kendini mecbur hisseden kaynana gibi davranıyor, karargah bölüğünün üstüne çok gidiyor."
İnsan psikolojisi ile Silahlı Kuvvetlerimizin mevcut yapısı içindeki uyumsuzluğu daha 17 yaşında, Kuleli Askeri Lisesi son sınıf öğrencisi iken fark ettim. Malumunuz içtimalarda komutan "Merhaba asker!" der, alacağı cevap bellidir: "Sağol!" "Nasılsınız?" der, cevap yine bellidir: "Sağol!" Okul mezuniyet albümüne konulması için çizdiğim bir karikatürde bunu işledim. Bölük içtima etmiş ama hepsi yaralı. Kiminin kafası sargılı, kiminin kolu, ayağı, kimisi sedye ile ve tekerlekli sandalye ile gelmiş. Bölük komutanı sesleniyor: "Bölük Merhaba!" Cevap: "Sağol!" Soru: "Nasılsınız?" Cevap yine ve mecburen: "Sağol!" Bu karikatürüm kara mizah görülerek albüme konulmadı.
İnsan psikolojisi konusu Silahlı Kuvvetler'de tekrar ele alınmalıdır. Daha öğrenci seçiminde neler olduğu açıklansa şu anda milletin çoğunu üzecek kriterler yerine, insan psikolojisine önem veren, sağlam şahsiyetli insanları arayan kriterler konulmalıdır. Silahlı Kuvvetler mensubu olmanın cazibesi artırılarak, müracaat sayısı yükseltilmelidir. Okul ve kıta hayatında subay ve astsubayların psikolojisini yakından takip edecek hassasiyette teşkilat, kadro ve zihniyet yapısı kurulmalıdır. Silahlı kuvvetlerin şeref ve itibarına leke düşürecek kimseler, hangi rütbe ve makamda olursa olsun takip ve kontrol edilerek gerekli işlemler yapılmalıdır.
Vatanını çok seven(!) ama milletiyle mesafeli vatan kurtarıcılarının beslendikleri bu paranoyak ortamın son bulması da alınacak bu tedbirlere bağlıdır. Sineklerle tek tek uğraşmak yerine bataklığı kurutma örneğinde olduğu gibi, milletin Silahlı Kuvvetlerden memnuniyetsizliğine sebep olan fiillere kaynak teşkil eden bu bataklığın birçok sorunun kökten çözümü olacaktır.
Bu yazımı gönül isterdi ki, direkt olarak Sayın Genelkurmay Başkanıma göndereydim. Fakat daha önce gönderdiğim hiçbir yazı, teklif ve tenkide aldık diye bile cevap alamadım.
Bu sebeple insanlar bugünkü teknolojinin sağladığı imkânlar, basın ve yayın ile duygu ve fikirlerini paylaştıkları çok geniş bir platform oluşturabiliyor ve bu ilgili kuruluşa gönderilen bir yazının dipsiz bir kuyuya düşme etkisine göre dağdan inen bir çığ tesiri yapıyor.
Saygılar sunarım.
Elvan Küçük, bize ulaşan emekli subay