1997/2 İskenderun'daki acemi birliğime, öğle vakti 12-1 gibi teslim oldum. İstanbul'dan 16 saatlik otobüs yolculuğuyla varmıştım İskenderun'a. Aptalca, vurdumduymazlıkla, şefkatsizlikle, eziyet ve aşağılamalar ile ancak gece 1 gibi yatakhaneye varmıştım ve yorgundum. Herkese yatak numarası ve numaraya göre dolap verilmişti. Yatağı buldum, dolabımı da buldum; ama içinde başkalarına ait eşyalar vardı.
Dolaba yakın yatakta biri, kulağında walkman yatıyor. Bir iki seslendim, cevap yok. Ben kulaklıktan gelen şarkıyı duyabiliyorsam onun beni duyması imkansız. Elimle askerin omuzuna hafifçe dokunmamla kendimi koğuşun dışındaki koridorda bulmam bir oldu. Binadaki bütün eğitim onbaşı ve çavuşlar gırtlağıma yapışmış, bana küfürler sayıyorlar. Bütün bunları bedenimin dışına çıkmış ruhumla izliyorum.
Birden ruhum bedenime geri döndü. Gırtlağıma ilk yapışan yataktaki kişinin gırtlağına ben de yapıştım ve onu ittim. Birden etrafım açıldı. Bir-iki saniyelik suskunluk... Sonra hep beraber çullandılar. Ellerimi, kollarımı tutup boynumdan aşağı vuruyorlar. Ama o kadar aptalca ki bu kadar insanın tek kişiye vurmaya çalışması... Sanki 5 kişinin bir fincanı beraber dökmeden taşıması gibi... Herhalde birbirlerinin ellerine vurdular çoğunlukla.
Sonra bir ses duydum: "No'luuyoo lannn!" Çullananlar cevaplıyor: "Götü kalkmış komutanım". Komutan: "Çıkın koridordan, ne s.k yiyorsanız içerde yiyin".
İçeri sürüklediler. (Ruhum gene bedenimden çıktı, seyrediyorum bedenime yaptıklarını.) Psikolojik baskı yapıyorlar ufak beyinlerine göre: "Burası askeriye! Sen asker, biz komutanız. Ya adam gibi dinleyeceksin ve yapacaksın ya da cehennemde yaşayacaksın. Askerliğini bitirmeyiz!"
Arada da öteki onbaşı ve çavuşlar tekme atıp sanki söylenenleri onaylıyorlar ayaklarıyla. Beyinsizler!
Hiçbir şey demedim, bıraktılar beni yerde. "Asker kalk!" Kalkmadım. "Asker kalk!" Kalkmadım. Hala yerdeyim, algılamaya çalışıyorum olanları.
Olayı çıkaran dengesiz bizim eğitim çavuşumuzmuş meğer. Saat 3 olmuş. O saatte bana 3-5 çizme nöbeti tutturdu koridorda. Neymiş? Çizmeler yürüyormuş!
Ağer acemi birliğimdeki ilk günü, arada sırada yapılan hakaretleri, yeni gelen askerlerin dayak yemelerini, (genelde saf, anadolulu, köylü, doğulu askerleri dövüyorlar) askerin askeri hizmetçi gibi kullanmasını, aptalca verilen cezaları saymazsak iyiydi acemi birliğim.
Acemilik sonunda dağıtılacağımız gün (yani saatler kala otobüslere binmeye) bir komutan toplandığımız yere geldi. Albay veya binbaşıydı galiba, tam hatırlamıyorum. Başımızdaki bütün eğitim uzman çavuşu, çavuş ve onbaşıyı uzaklaştırdı yanımızdan. Bize dönüp şöyle dedi: "Askerler, birazdan otobüslere binip gideceksiniz. Size soruyorum, burada başınıza kötü bir şeyler geldi mi? Dayak yediniz mi veya gördünüz mü birinin dayak yediğini? Şikâyetiniz var mı?Korkmadan söyleyin, söyleyeceğiniz şikâyetlerden dolayı hiçbir şey başınıza gelmeyecek!"
Bir an durup düşündüm bana yapılanı ve başkalarına yapılanları ve "söylemeye değmez" dedim. Sustum. Oradan çıkmayı o kadar çok istiyordum ki üstüne milyon verseler ben de cebimdekileri çıkarır o milyonların üstüne koyar, gene de durmazdım orada.
Askeriye her şeyiyle bambaşka bir yer. Askere gitmeden evvel 20'ye yakın ülkede bulunmuş biri olarak diyebilirim ki askeriyeyi tarif edecek veya karşılaştıracak ne bir Arap ülkesi ne de bir Afrika kültürü gördüm.
Usta birliğim Gölcük'te, donanmadaydı. Ufak bir teknede yedi asker bir astsubay fazla zorlanmadan geçinip gittik. Ama astsubayımızın namaz kılıyor olması ve hanımının kapalı olması onu bayağı sıkıntıya soktu.
Askerlik kanununun ve sisteminin kökünden değişmesi gerekiyor.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker