297. kısa dönem er olarak Yozgat'ta askerlik yaptım.
Yüksek lisans mezunuydum, işimi yeni kurmuştum. Etrafımdaki pek çok arkadaş bir şekilde askerlikten yırtmanın yollarını araştırıyor, hatta bir kısmı da buluyordu. Aslında onların aradıkları bahanelerden ikisi bende zaten mevcut idi, yani isteseydim sağlık nedenleriyle gitmeyebilirdim. Ama bunu vatanıma, milletime ve insanıma hakaret olarak algıladığım için kendi isteğimle gittim.
Buradaki pek çok insanın rahatsız olduğu zor eğitim şartları, komutanlar tarafından kullanılan küfürlü jargon, bulaşık yıkamak, tuvalet temizlemek gibi işler beni rahatsız etmedi. Her sabah gönüllü olarak nizamiye alay binası arasındaki yolun -ki göz önünde olduğu için kimsenin istemediği yerdir malum- mıntıka temizliğini yaptım (o çamlarda ne kadar çok kozalak olduğuna inanmak gerçekten zor). İstisnalar hariç olmak üzere hemen hergün 2 saat gece, 2 saat gündüz toplam 4 saat nöbet tuttum. Haftada bir gün bütün alayın bulaşıklarını bir arkadaşımla beraber yıkadık.
Eğitimler ve spor esnasında gücümün, takatimin kalmadığı zamanlarda emirlere karşı koymaz sadece dururdum. Örneğin bütün birlik şınav çekerken bir tek ben ayakta kalmaz, bahane üretmez, çekebildiğim kadar şınav çeker, çekemediğim yerde yüzükoyun yatardım. Komutanın iradesini ve otoritesini sorgular bir pozisyona girmezdim. Bunları salak ya da yalaka olduğum için değil, askerliğin mantığı gereği böyle olması gerektiğini düşündüğüm için yapıyordum. Sağlığım elverdiği ölçüde iyi bir askerdim yani.
Bir gece kısa dönem arkadaşlarımızdan biri kusarak ranzadan düştü.
Haliyle telaşlandık ve başına toplandık. Koşarak nöbetçi subaya haber verdik, arkadaşımızı hastaneye götürmek istediğimizi söyledik. Cevap şuydu: "Bir şey olmaz, birazdan iyileşir, ben bu ordunun arabasını, benzinini böyle önemsiz işler için kullandırtmam". Her Allahın günü bir komutanın evine peynir, ekmek, kumanda pili götürmek gibi önemli işlere harcanan benzin o esnada beyin kanaması bile geçiriyor olabilecek olan bir ana kuzusu, insan evladı için harcanmadı; tasarruf yapıldı.
Aradan biraz zaman geçti. Bizim alaya askerlerden biri tarafından hediye edilmiş iki kangal yavrusu vardı, Herkül ve Zeyna. Bizim yatakhanemize ve yemekhanemize geldiğine, askerlerim ne yiyor, nerede yatıyor diye merak edip teftiş ettiğine bir tek defa bile şahit olmadığımız alay komutanı, peşine bütün subayları takarak her sabah rutin köpek ziyaretleri düzenlemeye başlamıştı. İzmirli PDRM [Psikolojik Rehberlik ve Danışmanlık Merkezi’nden gelen] bir eri bu köpeklerin yemeklerini yedirmesi, gezdirmesi, koruyup kollaması için görevlendirmişti. Yemeklerin en güzel, etli kısımları bu hayvanlar için ayrılır, etler kemiğinden sıyrılıp ufak parçalar halinde önlerine konulurdu.
İşte bu muhteşem hayvanlardan biri, bizim arkadaşın kusarak yatağından düşmesinden bir süre sonra rahatsızlandı. Alay komutanı emir verdi, bir rütbeli, şoför ve postası, komutanın sivil aracıyla hayvanı Kayseri'ye veterinere götürüp ameliyat ettirerek getirdiler.
O günden sonra alay komutanı bizi askerlik yapmış, vatan borcumuzu ödemiş saymadığını, hakkını helal etmediğini söyledi. Sonra da bütün 297. kısa dönemleri alayından s..r ettiği (ifade aynen buydu) bir süreç yaşandı.
Buradan kendisine ve nezdinde bir kısım rütbeliye söylemek istediğim şudur ki "içinizdeki az sayıda düzgün adamı bir kenara ayırarak, asıl ben size hakkımı helal etmiyor ve sizin hizmetinizi askerlik olarak saymıyorum."
İsimsiz, bize ulaşan eski asker