Ben askerliğimi 2005 yılında tamamladım. 303. kısa dönem olarak Burdur Er Eğitim Alay Komutanlığı'nda acemi birliğini ve Kıbrıs Güzelyurt Alay Komutanlığı'nda usta birliğini geçirdim.
Sitedeki yazıların çoğunu okudum. Benim hikayem biraz daha pembe olacak. En azından benim hatırladıklarım sadece güzel olanlar. Acemi birliğinden sonra Kıbrıs’a dağıtımımız yapıldı. Tümen komutanlığına teslim olduk. Üst devreler altlarına gözlerimizin önünde zulüm ediyorlardı. Çok ciddi devrecilik vardı. Bana mı rastladı bilmiyorum; fakat karşılaştığım bütün komutanlar şeker gibiydi. (Mutlaka bir-iki tane dengesiz çıkmıştır.) Hatta benim Alay Komutanlığına gitmemi öneren bir yüzbaşıyı hiç unutamam.
Alaya gittiğimde askerler beni dışladılar. Ben de pek kucaklaşmak istemedim zaten. Fakat iki tane kısa dönem bana kardeş gibi davrandı. Hatta bir tanesi bana eşofmanını verdi. “Abi, sen de senden sonrakine verirsin” demişti. Öyle de yaptım.
Alayın telsiz odasında görevliydim ve istihbarat binbaşısına bağlıydım. Her gün bana nasihatlerle dolu nutuklar çeker; fakat güzel ve akıcı Türkçesi ile kendini dinletirdi. Beni de dinlerdi. Odaya girdiğinizde mutlaka yüzünüze bakar ve ufak bir tebessümle karşılardı sizi. Kimseye sesini yükselttiğini görmedim askerliğim süresince.
Alay Komutanımız ise hepsinden öte bir baba gibiydi.
Herkese adı ile hitap ederdi. Bir gün gözlerimin önünde bir olay gerçekleşti: Parası olmadığı için telefon kartı alamayan bir askeri nöbeti sırasında ağlarken yakaladı albay. Hepimiz buz kestik. Kimbilir nasıl bir ceza verecek dedik askere. Albay askeri yanına çağırdı. O sırada ben de odasındaydım albayın. Gözlerimin önünde askere telefon kartı verdi ve her hafta annesini arayıp aramadığını kendisine rapor etmesini emretti. Eğer bir şekilde telefon edemeyecek olursa kendisinin bilgisi olması gerektiğini söyledi. Odada bir binbaşı, bir yüzbaşı ve bir-iki tane asteğmen vardık ki hepimizin gözleri doldu. Albay askerin ensesine attı elini ve “salma kendini evlat, sen askersin” dedi. O dakika bana dese ki: “Koçum, al şu kasaturayı, yardır Güney Kıbrıs’a doğru!” ben direk dağdan aşağıya veririm kendimi. Çok etkileyici ve insan bir komutandı.
Albay benden daha fazla yararlanılması gerektiğini söyleyerek beni sınır karakolundaki sıfır noktasında istihbarat çavuşu olarak görevlendirdi. İlk gittiğimde albay için fikirlerimin değişeceğini sanıyordum; fakat zamanla ne kadar stratejik bir düşünce ile beni buraya gönderdiğini anladım. Haftada bir karakol askerlerini ziyaret eden albay beni her gördüğünde yanıma gelir ve omzumu sıvazlardı.
Karakoldaki komutanlar da albaydan farklı değildiler. Ağızlarından küfür eksik olmayan astsubaylara nazaran subaylarla zaman geçirmek fırsatı bulduğumda kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyordum. Düzgün Türkçe, seviyeli sohbetler bazen askerde olduğunuzu bile unutturuyordu. Askere gitmeden önce duyduğum hikayeler resmen çürütülmüşlerdi gözümün önünde. (Tabii ki her günüm yukarıda anlattığım kadar renkli ve huzurlu geçmedi ve her komutan da benimkiler kadar pamuk olmuyor. Bana da bir-iki tane rastladı çetin ceviz. Fakat, fazla mesaimiz olmadı onlarla ya da ben hatırlamıyorum bile.)
En başta dediğim gibi; askerlikte herkesin canı sıkılmış ve boğazına kadar gelmiştir; fakat her şeye rağmen askerliğin de çok güzel anıları kalmıştır bende. Arz ederim.
Akın Burak, bize ulaşan eski asker