299. kısa dönem, İstanbul, Baştabya. Yıl 2004.
Askerlikteki hak ihlalleri, işkenceler, yolsuzluklar ve mantıksızlıklar saymakla bitmez. Bulunduğum bölükte kısa dönemlere komutanlar tarafından kızıldığı; "lan", "salak", "mal" gibi hitap edildiği olurdu. Ama ne kendim ne de arkadaşlarım bir kısa dönemin dayak yediğine veya çok ağır bir küfür işittiğine şahit olmadık.
Ancak uzun dönem kardeşlerimizin dayak yediğine hemen hemen her gün şahit oluyorduk. Buna dayak demek doğru olmaz. Çünkü insan annesinden babasından bile dayak yerken en azından kaçma veya korunma hareketinde bulunabilir. Ama askerde dayak yerken bırakın korunmayı esas duruşunuzu bile bozmak dayağın artması için bir gerekçe ise bu düpedüz işkencedir.
Ben askerliğimde bir tokatın insan yanağı üzerinde ne kadar kuvvetli bir ses çıkarabileceğine şahit oldum. Çift gün çarşı izni istemek için bölük başçavuşunun odasına girmiştim. O sırada benim arkamdan iki uzun dönem girdi, kapı önünde beklemeye başladılar. Sonradan öğrendiğime göre biri alt devre, diğeri üst devre imiş. Başçavuş bana "sen bekle" dedi ve ayağa kalkıp arkamdaki askerlerin önünde durdu. Diyalog şöyle gerçekleşti:
Başçavuş: Sen nöbette bu adamı dövmüşsün doğru mu?
Üst devre: Hayır komutanım.
Başçavuş: Sen anlat ne oldu?
Alt devre: Komutanım, "ben uyuyacağım, sen devriye gelirse beni uyandır" dedi. Ben de kabul etmedim. Boğazımı sıktı, kızardı böyle.
Başçavuş: Tamam, sen çık. (Alt devre odadan çıktı)
ŞAK! ŞAK! ŞAK!
Bu sesler birer saniye aralıklarla 10-15 kere geldi ancak o kadar yüksekti ki ilkinden itibaren kulağım ciddi ciddi çınlamaya başladı. Korkudan arkamı dönüp bakamadım. Ardından asker "Komutanım ne olur mahkemeye vermeyin" diye ağlamaya başladı ve komutan askeri ana avrat küfrederek kovdu. Sanırım bu dayak mahkemeye vermeyişin bedeliydi. Çünkü sonradan asker hakkında dava açılmadığını öğrendim.
Ve korktuğum an geldi, başçavuş önünde esas duruşta dikildiğim masasına geçti ve sordu: "Sen ne istiyorsun?"
Kulağım hala çınlıyordu. Orada bulunuşum için başka bir bahane aklıma gelmedi bir türlü. Gerçeği söylemek zorunda kaldım ama esas duruşumu ve ses tonumu tam da onların istediği formata soktum. Tekmil verdikten sonra, "Ailem İstanbul'a geldi. Haftasonu kendileriyle görüşmek için iki gün çarşı izni almak istiyorum, arz ederim" dedim. TRT'deki asker programlarındaki ideal Türk askeri gibi duruyordum karşısında, başka korunma yöntemim yoktu.
Başçavuş: "Yok sana izin!"
Ben: "Emredersiniz komutanım!"
Kışlalardaki muameleler konusunda sitedeki tüm kötü örneklerin yanında iyi örneklerin de olduğunu düşünüyorum. Bu iyi örneklerin de yazılması gerektiğine inanıyorum, ki siteyi takip eden komutanlar iyiliklerin de unutulmadığını bilsinler. Bilinirliği günden güne artan bu sitenin takipçileri arasında subay ve astsubayların da ciddi bir orana sahip olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle iyi bir örneği de paylaşayım:
Akşam yat içtimasından önce koğuş katında, koridorda sigara içiyordum. Birden askerlerin arasından nöbetçi astsubayın yaklaştığını gördüm. Hemen koridorun sonundaki balkona kaçtım ve sigarayı attım. Ama astsubay sigara içtiğimi fark etmişti, eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı. Tekmil verdim. Benden biraz daha genç bir üstçavuştu kendisi. Kısa dönem olduğumu anlamış mıydı bilmiyorum. Tam üzerimizde bir barfiks çubuğu asılıydı. Onu göstererek "zıpla bakalım kaç barfiks çekiyorsun görelim" dedi. Zıpladım ve zar zor 5 barfiks çekebildim. "Bak" dedi, "aklına sigara geldikçe burada barfiks çek bundan böyle, bir daha seni sigarayla görmeyeyim."
İsmini bilmediğim bu astsubay eğer uzun dönem askerlere de bu yapıcılıkla yaklaşıyorsa kendisini takdir ediyor, buradan selamlıyorum.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker