Ben askerliğimi 325. kısa dönem çavuş olarak yaptım. Mesleğim avukat olduğu için disiplin subayı olarak görevlendirildim. Burada yazılan her yazıyı okudum ve anlatanların yaşadığı acıları inanın içimde hissettim. Ben burada yazan arkadaşların yaşamış oldukları zulümlere hiç muhattap olmadım. Ne dayak ne de küfür yedim çok şükür. Açıkçası çevremde de doğru dürüst bir dayak ve küfür olayına da şahit olmadım. Ama komutan (!) sıfatını hiç ama hiç hak etmeyen insanların aşağılık komplekslerine ve bilgisizliklerine, yeteneksizliklerine, yetersizliklerine yakinen şahit oldum.
Dikkat çekmek istediğim husus Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi [AİHM] tarafından ülkemize defalarca tazminat ödettirilmesine neden olan Disiplin Mahkemeleridir. Gerçi adının mahkeme olması "Er Gazinosu"ndaki isim ilüzyonununa benzer bir hadisedir. Zira olayın mahkeme ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. AİHM bu sözde mahkemelerin tarafsız ve üyelerinin hakim olmaması sebebi ile kaldırılması gerektiğine hükmetmiş olmasına rağmen nedendir bilinmez bu uygulama halen devam etmektedir. Hem de olanca hızıyla.
Disiplin Mahkemeleri kışlalarda iç disiplini sağlamak ve Kuvvet Mahkemelerinin yükünü hafifletmek görevini üstlenmektedir. Askeri ceza kanununda belirtilen bazı suçların yargılaması bu mahkemelerde yapılır. Askerlerin burada aldıkları cezalar disiplin koğuşunda (disko) infaz edilir ve orada kalınan süre kadar askerlerin görev süreleri uzar.
Disiplin subaylığında görev yaptığım süre boyunca (acemilik dışında kalan 4 ay) 10'a yakın disiplin mahkemesine katip olarak iştirak ettim. Bu sayede o zamana kadar varlığından bile haberdar olamadığım bir mahkemenin içler acısı durumuna tanık oldum. Disiplin subayı binbaşı benim hazırladığım iddianameyi sadece duruşma (!) sırasında okur, heyet (3 rütbeliden oluşur) iddianameyi dinler ve kendi kafalarına göre ceza verirdi. Suçun maddi-manevi unsurları, oluşum şekli vs. konuları irdelemeden, araştırmadan zaten suçlu olduğunu önceden kararlaştırdıkları askere sadece kanunda verilen suç aralıklarından hangisini vereceklerini tartışırlardı. Ben de onların bu durumunu hayretle ama hiçbir müdahalede bulunamadan izlemek zorunda kalırdım.
Tutanaklarda sanık askerlere avukat tutma hakkının hatırlatıldığı geçerdi; fakat askerin bundan haberi dahi olmazdı. Ne savunma yaparsa yapsın biz yine bildiğimizi (!) savunmaya yazardık. 3 kişilik heyet sürekli değişirdi. Bu sebeple neredeyse her seferinde farklı bir heyetle duruşma yapılırdı. Kimse de ne yapacağını bilmezdi. Filmlerdeki gibi bir hava yaratmaya çalışırlardı kendilerince. Orası onlar için alışveriş merkezlerinde çocuklar için ayrılmış oyun alanı gibiydi. 30 gün, 40 gün, 50 gün ceza alan, bu yüzden de o kadar süre daha askerliği uzayan askerler umurlarında bile değildi. Çünkü onlar ana-baba kuzusu değildi, değersiz yaratıklardı.
Onca duruşma ve sayısız sanıktan askerliğim süresince sadece bir tane beraat kararı çıktığına şahit oldum. Orada da beraat kararı, ne ceza vereceklerini tartışırlarken artık dayanamayarak müdahale etmem ve askerin bu halde ceza alması durumunda denetlemede sorun yaşayabileceklerini söylemem sayesinde verilmiştir.
Son olarak askere verilecek cezanın nasıl hesaplandığını söyleyeyim de gerisini sizin takdirinize bırakayım. Heyetteki 3 rütbeli birbirlerine göstermeden kanunda gösterilen yasal sınırlar çerçevesinde kendi belirlediği cezayı önündeki kağıda yazar. Sonra bu cezalar toplanıp 3'e bölünür. Çıkan sonuç gariban askerin cezası olur. Yani 20+18+28=66/3=22 gün disko.