Bu sitenin çıkış noktası umut. Bu ülkeye barış gelecekse herkesin ama herkesin emek vermesi gerektiğine inanıyoruz. Farklı seslere kulak vermenin, paylaşmanın ve konuşmanın vicdanları dirilteceğini umuyoruz. Yaşadıklarımızı paylaştıkça beylik ezberler yerini gerçek insanların yaşadığı gerçek sorunların tartışılmasına bırakacak.

Asker olarak doğulmuyor, bizlere nasıl asker olunduğunu anlatmanızı bekliyoruz.


*Facebook'ta "Askerler Anlatıyor" sayfasına üye olabilirsiniz: Tıklayın

Doğal Sersemlik

Askere gitmeden önce orası ile ilgili inanılmaz bir önyargıya sahiptim. Sözlüklerde okuduğum çeşitli askerlik anıları, Mehmedin Kitabı adlı eser, orada burada paylaşılan KTM fotoğrafları yüzünden bir toplama kampına gideceğimi düşünüyordum. Tek tesellim “sen üniversite mezunusun, kısa dönem çavuş olursun, size karşı davranışları farklı olur” laflarıydı. Yani okumuş olmanın verdiği bir sınıf farkının nimetleri.

Askerliğimi genellikle kendi birliklerinde sorun çıkaran uzun dönem askerlerin sürgün olarak gönderildiği büyük bir kışlada kısa dönem olarak yapıp bitirdim. Gördüğüm şuydu: Türkiye’de herhangi bir devlet dairesinde ne rezillik ne haksızlık dönüyorsa aynısı üç aşağı beş yukarı burası için de geçerliydi. Ayrıca erkeklerin bol olduğu cemaat evi, erkek öğrenci yurdu gibi yerlerde çıkan sorunların (kavga, bastırılmış cinsellik, onur kırıcı hareketler, orayı yönetenler ile yaşanan sorunlar) hepsi burada da yaşanıyordu. Zaten dayak normal bir eğitim yöntemi sayılırdı, bu ülke çocuklarını kötekle yetiştirmedi mi? Ama önemli bir fark vardı; burada bunları gizlemek, askerlik anıları ile süsleyip oradaki dostluklar ile kamufle etmek sanki boynumuzun borcu gibi oluyordu.

Evet, askerden önce oraya düşmanlık besleyen bir ruh halinde olan 'ben' elimde silah hep birlikte marşlar ile yapılan koşularda oranın bir parçası olmaktan gurur duydum. Olmayan savaşa boş tüfekle giden piyadenin deliliğiydi yaşadığım. Mola verilen zamanlarda tek başıma kaldığımda bu deliliği düşündüm, kendimde olan bu değişikliğe çok güldüm. Ben Türktüm, erkektim, en önemlisi gönüllüydüm, süngüm zaferi perçinleyecekti.

İşte suistimal tam bu noktada başlıyor sanırım. Gerçek hayatında işlemediği suç kalmayan çocuklar (ki onların bile toplumla anlaşmazlıkları buraya yansımıyordu), çoğu gerçek hayatında sabıkalı olan hatta bazen kısa dönem polis arkadaşları biraz telaşlandıran çocuklar, bu kışlada türlü dayaklar yiyen buna rağmen cidden uslu durmayıp hep aynı kalan, nöbetlerde bitmek bilmeyen suç hikayelerini dinlediğim façalı uzun dönem arkadaşlar… Hepsinin ağzından “abi burada yaptığımız askerlik mi? Doğu’ya yollasınlar bizi savaşalım her türlü” lafı eksik olmuyordu. Yani yedikleri dayaklardan, devrecilik denilen ve askeri idare etmenin (ki eğitim kitabında bile bu sistemin desteklendiği söylenirdi) en ilkel yolu olan sistemden şikayet etmiyorlardı. Sadece bu istihdam olayına kızgınlardı. Onlar herşeye gönüllüydüler, ben de gönüllüydüm.

Rütbelilerin bu kapalı kutuda bize istedikleri zaman dilimini yaşatabileceklerini farketmiştim ama mutluydum! Bir zamanlar koca bir ülkeyi kışla gibi yönettiklerini düşündüğüm aklımdan çıkmıştı çünkü. Askerden sonra aklımda kalan şey şuydu: gönüllü olmanın sistemli suistimali böyle olsa gerek. Hepimiz bu suistimalin üstünü deli gibi örten, meşrulaştıran, anılaştıran, facebook adamları olduk.

Belli bir süre sonra her iki güzel anıya bir kötü anının eşlik ettiği bir askerlik beni ikilemde bıraktı. Ama anlıyorum bu durumu; içinde bulunduğumuz çağda, hayatı Birinci Dünya Savaşı tadında yaşayan bir kurumun sıralarından geçen herkes bu sersemliği yaşıyor sanırım.

İsimsiz, bize ulaşan eski asker

Zİyaretçİ Sayısı