Yıl 1991, yer Hatay-Kırıkhan
Bir baba düşünün, yirmisine gelmiş oğlunu askere gönderiyor. Geçmişte o da yapmış askerliğini. Başka çaresi yok, vatan borcu deyip geçiştiriyor. İşte böyle bir baba yağmurun altında buzda karda oğluna, "geç sabaha kadar evin önünde nöbet tut, bizi koru, namusumuz sana emanet" dese yaptırabilir mi? Bana göre asla! O erkek evlat evi terk eder, yine de babanın emrini dinlemez.
İşte böyle bir ortamda Suriye hududunda karakol komutanı olarak askerliğimi yaptım. Aman Allahım, neydi o soğuk! Buz gibi geceler, günler... Ne odun ne kömür ne su ne de sıcak bir oda vardı.
Temmuz ayında bir-iki pusuyu akrepler basmış, askerleri zehirlemiş. Kıvranıp duruyorlar. Telsizle anons yapıyorum, gelen-giden yok. Gecenin üçü veya dördü.
Dokuz gibi ekmek arabası geldi, zehirlenenleri yükledik hastaneye götürdük. Ölüm olmadı. Sonra birgün albay geldi karakola. Ben de dışarda bekleyen şoföre durumu anlattım, "günah değil mi yazık değil mi" diye. O da bana şunu anlattı: Komutanın hanımının köpeği hastalanmış. Taburu arıyorlar ve komutanın diğer şoförü ciple eve gidiyor. Dikkat, ciple! Hanımefendi şoföre köpeği teslim ediyor ve aynen şunu söylüyor: "Bunu al, ormanlık alana götür, hava aldır ve getir. Yani ben hudutta askeri zehirleyen akrepten kurtarmak için araç istiyorum, kamyon bile gelmiyor bunlar köpekleri rahatsızlandı diye hava alması için cip tahsis ediyorlar.
İsimsiz, bize ulaşan eski asker