Köylerin yakılmasına karşıydık. Yakıyorduk yıkıyorduk ama... 80’e yakın köy boşalttık. İnsanlar çaresiz, diyor ki “Nereye gideceğim?” “Ya nereye gidersen git, umurumda değil kardeşim, boşaltacaksın” diyorsun. Yağmalıyorsun, koyunu keçisi var, onu telef ediyorsun, şiddet uyguluyorsun. İlk yaptığında “Aaa yapamam” diyorsun, ikincide “Yapamam” diyorsun, üçüncüde herkesten güzel yapıyorsun. Ama bunları çaresizlikten yapıyorsun.
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’in Güneydoğu'da savaşmış Ali Altay ile yapmış olduğu röportaj.
Ne zaman askere gittin?
Kasım 94’te. 94-95 en hareketli dönemdi, ben de o dönem Bitlis’te komandoydum.
Gitmeden önce neredeydin, ne yapıyordun?
Ben Trabzon doğumluyum. Ortaokulu bıraktım, 17-18 yaşında İstanbul’a geldim. İstanbul metrokent, orada bir fırsatın varsa, burada bin fırsatın var, ben de özgürlüğüne düşkün bir insanım. İstanbul’a gelirken burada hiç tanıdığım da yoktu. Kendi şartlarımı oluşturdum, geldim. Askere gitmeden önce gündüz kafede gece aynı gruba ait barda çalışıyordum.
Nasıl bir aileden geliyorsun?
Babam işçi emeklisi, biz 6 kardeşiz. Kendimi bildim bileli, Trabzonluyuz, milliyetçi insanlarız. Dedem Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış bir insan.
Askere gidişin nasıl oldu?
Askere severek gittik. İstesem gitmezdim zaten, o dönem İstanbul’da ikametgâhım yoktu. Kurada Isparta Dağ Komando Eğitim çıktı. Yüzde 99 doğuya gitmeye hazırlıklıydım, istiyordum, içimde vardı.
İlk görev yerin neresiydi? Oraya gidene kadar ruh halin nasıldı?
İlk görev yerim Bitlis Hizan’dı. Trenle İstanbul’dan çıktık, gidiyoruz. Bir tren düşün, ucu bucağı görünmüyor. Üstünde toplar, tanklar var, askeri mühimmat var. Güvenlik nedeniyle gündüz gidiyoruz, gece duruyoruz. Bingöl Genç’e gelene kadar biz hâlâ olayın dalgasındayız. Orada yaşamamışsın ya bilmiyorsun, hamsın. Askeri anlamda da olmamışsın. Teoride birşeyler öğrenmişsin, kendi kendine olduğun yerde bir şeyler yapmışsın. Macera yaşıyorsun, bir çeşit safariye gitmişsin o âna kadar... Ama ne zaman ki Bingöl Genç’e vardık... Vadinin bir tarafında terörist, diğer tarafından asker var, çatışmanın ortasından geçiyor tren, camlar kırılıyor. Bize çelik başlık vermişler, herkes savurup atmış, ben de benimkini koltuğun altına sokmuşum. Çıkartıp takacağım. Ama takılmış, çekiyorum çekiyorum gelmiyor. Olay koptu artık, sınırdasın. Baktım çıkmıyor. Yemin ederim, yattım kafamı orada içine soktum.
İlk çatışmanı böylece görmüş oldun...
Asıl vadiyi geçtikten sonra, yola bomba koymuşlar, bizden bir önceki tren dere yatağına devrilmiş. O anda anladık ki, hiçbir şey sürpriz değil artık.
Nerede kaldınız Hizan’da?
Bize Sakıp Sabancı Öğrenci Yurdu tahsis edilmiş. orda kalan az öğrenci varmış, bizim için boşaltılmış. Güzel, konforlu bir yer. Ama binaya girdik, psikolojimiz bozuldu. Orada öğrenciler her yere yazmışlar “Biji Apo” “PKK Büyük” “Yaşasın Gerilla”. Tuvalete gidiyorsun, oturuyorsun, kapıyı çeviriyorsun, arkasında Kürt bayrakları.
“Biji PKK”yi görünce, orada yaşayan Kürtler için ne hissediyorsun?
Bizde eskiden beri vardır. Karadeniz insanı Kürtleri sevmez, ciddi anlamda sevmez, ne yalan söyleyeyim. Tabii onları görünce psikolojin bozuluyor. Buradan baktığın zaman; “Orada birkaç tane terörist var, halk ayrı”. Ama dışarıdan gördüğün gibi değil. Aslında hepsi bir. Tarladaki de bir dağdaki de bir. Halk onlara terörist falan demiyor, “Oğlumu askere gönderdim” diyor. Oradaki insanların PKK’ya müthiş desteği var. Eskiden bu çok anlaşılmıyordu da şimdi panellerde, mitinglerde, sanal alemde çok rahat görebiliyorsun. 11 milyon Kürt varsa bunun on milyonu rahat PKK’yı destekliyor. Diğer bir milyon da kişisel çıkarları için ayrı düşmüştür.
Sen de Kürtleri düşman olarak görüp ona göre davranıyorsun o zaman?
18-19 yaşında birisin, çok sağlıklı düşünmeyebilirsin. O dönem öyle düşünüyorsun ama aslında öyle değil. O zaman “Herkesten her şeyi beklemen lazım” diye düşünüyorsun. Bekliyorsun da. Sürpriz de olmadı zaten. Ondan sonra olaylar gelişti.
Nasıl gelişti?
Dediler ki; âdettendir, buraya gelen her birliğe bir “Hoşgeldin” yaparlar. Biz de “He yaparlar” falan, hâlâ olayın tam ciddiyetinde değiliz. Sonra bir gece “Hoşgeldin” yaptılar. Milli maç var. Herkes gazinoda maç seyrediyor. Biz de bir arkadaşla nöbetteyiz. Yağmur yağıyor, gök gürlüyor. Puslu bir hava. Roket geliyor. Kavak ağaçlarından birine vuruyor, ağaç yarılıyor. Biz yıldırım düştü sanıyoruz.
Sonra?
Sonra silahlı tacizler başladı. Telsizden anons geçiyorlar: “Sizin tarafa doğru geliyorlar”. Biz iki kişiyiz orada, 20 yaşına daha yeni girmişiz. Oradan şallı şalvarlı geliyorlar. İki kişi 20 kişiye kahramanlık yapacak durumun yok. Can tatlı. Siperde kim duracak? Siper hedef. O kadar kafamız çalışıyor. Siperi terk ettik, bulunduğumuz yerin yan tarafı bataklıktı, yattık suya boynumuza kadar. Geçtiler, kalktık. Taciz ateşiydi zaten baskın değildi.
Ciddi çatışmalara girdiniz bunun dışında herhalde...
Kimsenin yapamadığını yaptık, istikrar sağladık bölgede. Mesela Kolludere diye bir yer var. Orada, PKK 300-400 kişilik Jandarma Karakolunu tahliye etmiş, Örgüt, bayrağı çekmiş. Kurtarılmış bölge ilan etmiş orayı. Biz duyduk, şok olduk. O derece gelişmiş olaylar. İlk o bölge kurtarıldı bizim dönemimizde. Yüklü bir çıkarma yapıldı oraya.
Peki bu süreçte psikolojinin yavaş yavaş değiştiğini hissetin mi?
Bölgeye gittiğinde insani değerleri olan bir insansın. Gayet nizami davranıyorsun, prosedürü uyguluyorsun. Ama sonra... İlk JİTEM olayını orda gördüm ben. Biz adamları teslim alıyoruz, helikopterle Jandarma İstihbarat binasına getiriyoruz. Helikopter pisti tepede. Nerden baksan 100- 150 basamak var aşağıya doğru jandarma binasının kapısına. Önce adamları kolunda indiriyorsun. Bunu bir kere yapıyorsun, iki kere yapıyorsun. Ama sonra o kadar insanlıktan uzaklaşıyorsun, yozlaşıyorsun ki...
Ne yapıyorsun?
Pistin başındasın, adamın kolları bağlı, oradan aşağı yuvarlıyorsun; “Yolluyorum, geliyor, aşağıdan al.” Artık insani değerlerini kaybediyorsun, kontrolden çıkıyorsun. Gerek öldürülme korkusu, gerek onların sana yaptıkları... İlk ben orada anladım bir şeyler kaybettiğimi.
Aşağıya yuvarladığınız adamlar yaralanıyor tabii...
Kolu bacağı kırılanlar olur ama ölmez, en fazla kırık çıkık olur. O da çok önemli değil zaten.
Başka neler gördün askerde?
Bana “Senin hemşerin var Trabzonlu, terhis oluyormuş, JİTEM binasında. Onun yerine yerleşirsen operasyona çıkmazsın, rahat olursun” dediler. Benim de bir beklentim yok, ama “Gideyim tanışayım” dedim. Gidiyorsun, yerin altında tutuklular var. İçerisi bir pislik kokuyor, rögar yanından geçersin ya, öyle. Yemişler yapmışlar, yedikleri hücrelere yapıyorlar dışkılarını. JİTEMciler orada. Bir şiddet var içerde, bir şiddet var, böyle bir şey yok yani.
Senin arkadaş ne yapıyor?
Koridorun sonunda. Çalışıyor, girmiş birine çalışıyor. Kan ter içinde kalmış adam, kalbi duracak nerdeyse. Prosedür gereği, sorgulananın gözü bantlı. Çocuk uyarmış ‘gözbantını açma’ diye. Bu da omzuyla açmaya çalışmış... Bizim Trabzonlu kırmış kafayı zaten. Dolayısıyla fena şiddet var. Ki o dönem herkese... Herkesten şüphelenmek zorundasın, şüpheleniyorsun da zaten. Bizim dönem olağanüstü haldi, belli bir saatten sonra dışarı çıkmak yasak... Vurabilirsin, yolda kimi görürsen gör. Vur emri var çünkü.
Öyle vurduğunuz birileri oldu mu?
Bir asker vardı mesela... Çocuk askerliğini batıda yapmış, terhis olmuş. Köyüne gelmiş, akşam yan köye kız arkadaşını görmeye gidiyor. Orada herkesin evinde keleş (kalaşnikof silah) var. Yanına kendini korumak için silahını alıyor. Yan köye giderken bizim görüntüye giriyor, silahlı da görünce hiç sorgusuz sualsiz vurursun, vurduk.
Sen mi vurdun?
O anda herkes ateş ediyor. Bunu “sen vurdun” diye kimse diyemez. Sen oradan ateş ediyorsun o oradan ateş ediyor. Bölgeyi komple tarıyorsun. Biz ilk başta ateş etmedik, bayağı yol verdik ona, bu öncü grup diye, arkadakileri bekliyoruz. Arkadan kimse çıkmayınca bari öncüyü kaçırmayalım, dedik. Vurduk. Ondan sonra soruşturma açılıyor, kimliği ortaya çıkarılıyor. Biz terörist vurduk, diye seviniyoruz tabii. Sonra masum çıktı ama olabilir. İş kazası.
Başka ‘iş kazası’ oldu mu?
Mesela birini aldık, kamyoncu, kuru gıda getiriyor. Direkt örgüte yardım yataklıktan aldık. Soruşturma bitti, evrakları geldi, bırakıldı adam. Ama bir hafta da arabada yattı, gidemedi. Çünkü o evrakları gelene kadar boş durmuyorsun, adama çalışıyorsun. Bilgi bilgidir diyorsun, taze bilgi istiyorsun, çalışıyorsun.
Askerlikte seni en çok etkileyen olay neydi?
Köylerin yakılmasına karşıydık. Yakıyorduk yıkıyorduk ama... 80’e yakın köy boşalttık. İnsanlar çaresiz, diyor ki “Nereye gideceğim?” “Ya nereye gidersen git, umurumda değil kardeşim, boşaltacaksın” diyorsun. Yağmalıyorsun, koyunu keçisi var, onu telef ediyorsun, şiddet uyguluyorsun. İlk yaptığında “Aaa yapamam” diyorsun, ikincide “Yapamam” diyorsun, üçüncüde herkesten güzel yapıyorsun. Ama bunları çaresizlikten yapıyorsun. Devlet o bölgede otoriteyi sağlayamıyor, onun için boşaltıyor, sen olsan sen de yaparsın.
Köy yakmaları sırasında inanılması zor hikayeler anlatıyorlar. Ateşe atılan bebeklerden bahsediliyor. Sen gördün mü böyle şeyler, yaptın mı?
Ben yapmadım ama şiddet var tabii. İnsan psikolojisi bozuluyor orda. Bu tür şeyleri çok fazla yadırgamamak lazım. Dışarıdaki insan yadırgayabilir ama orada psikolojisi bozulmuş insan için çok anormal birşey değil o. Arkadaşını vuran bile var orda.
Bir de anahtarlığında PKK’lılardan kestiği kulakları taşıyanlar var...
Doktor geliyordu, “Arkadaşlar lütfen ben gittikten sonra kesin kulakları” diyordu. Kestik biz de ama “Anahtarlık yapayım, saklayayım” demedik. Onlar da bizim askerlerin pipisini kesmişlerdi ama öyle deme. Bak mesela buna öldürdükten sonra şiddet uyguladık. (Ölmüş bir PKK’lının fotoğrafını gösteriyor albümünde) Ayaklarından bağlamıştık, sarkıttık yukardan aşağı.
Hiç kopma noktasına geldiğin zamanlar oldu mu?
Oluyor tabii. Aylardır oradasın, görev yapıyorsun. Bir tarafta milliyetçi duygularla çatışıyorsun bir tarafta ölen insanlar var.Haberlerde bakıyorsun ki, Hülya Avşar’ın gözlerinin haberi yarım saat, ‘Hakkari’de şehit’ altyazı geçiyor, haber bile olmuyor. O kadar değerin var. Bunun ötesi yok yani. Saçma birşey.
Yanında ölen arkadaşların oldu mu?
Biz en az zayiat veren bölüktük. Bir tane şehit verdik.
Nasıl oldu?
Telefon hattını kesmişler, tamir etmeye gidiyor, mayın koymuşlar, basıyor o da. Çok kötüydü... Antipersonel mayın... Bastığın zaman kuruluyor, ayağını kaldırdığın zaman da mekanizma çalışıyor, yerden fırlıyor, bel hizana kadar geliyor, orada patlıyor. Dolayısıyla tahrip gücü çok yüksek. Kol bacak... Onu gördük zaten ya... Buradan bakınca film gibi ama orada olunca öyle olmuyor. Kolu kopmuş, bacağı kopmuş, çok hoş bir şey değil.
Şimdi geriye baktığında bu Güneydoğu’da yaşananlar için ne düşünüyorsun?
Bizim dönemizde Çevik Bir, biz bölgeye gittiğimizde “Hayırlı olsun”a geldi. Bize dediği şuydu: Orada iki tane g... boklu Kürt var, siz dört buçuk ay eğitim aldınız, göz bebeğimizsiniz, çok iyi eğitildiniz. Gerillaya “iki tane g... boklu Kürt” dedi adam. Şimdi de aynı şeyi söylüyorlar. “Vatan sana canım feda”. Üstünde yaşamadıktan sonra, vatan nereye kadar, neye yarar. Tamam vatan uğruna öl ama bu saçmalık. Diyorlar ki 30 yılda 50 bin insan kaybettik. Komik! Ortada hiçbir şey yokken. Ortada harbiden hiçbir şey yok. Abdullah Öcalan bizim toprak talebimiz yok diyor, Türkiye sınırlarını değiştirmek gibi bir talebimiz yok, diyor.
Askerden sonra devletin sana sahip çıktığını düşünüyor musun?
Burada öncelikle Güneydoğu gazisi arkadaşımla benden iki yıldır tek kuruş kira almayan ev sahibime selam ederim. Ondan gördüğümüz duyarlılığı TSK’mızdan göremedik. Senin yaptığın bir iş vardır, hakkıyla yapıyorsundur, dolayısıyla karşılığını beklersin. Devlet sana bir misyon vermiş, keyfine gitmemişsin ki oraya, safariye de gitmemişsin. Hayatını ortaya koymuşsun. Şu anda Vietnam gazilerine davranışa bak, aldıkları paraya bak, yaşama standartlarına bak, buradaki insanlara bak. Adam karısını asıyor, hızını alamıyor, aileyi komple katlediyor, kayınpeder. baldız, kayınço. Kontrolünü kaybediyor. Çocuk hepsini pusuya düşürüp öldürmüş, asker taktiğini uygulamış. Onu yaşamış orada, öğrenmiş biliyor.
Senin için tanıdık bir hikaye mi bu?
Tanıdık. Sürpriz de olmadı. Oradan gelen insan ciddi anlamda yaşamışsa, iyi bir askerlik eğitimi almışsa, bir sorun yaşadığında bu sorunu mutlaka şiddetle çözer. Orada görev yapan askerlerin televizyonda konuşmalarına bak, konuşma tarzları çok farklıdır, sert konuşurlar, şiddet vardır onların içinde. Orada görev yapan herkes, subayından erine kadar herkeste vardır bu.
Bir insan uykusuz ne kadar durabilir ki. Maksimum 24 saat durabilirsin. Bizde gece uyuyamazsın. Gündüz uyuyorsun, ama uyuyamıyorsun. Dala kuş konuyor hemen fırlıyorsun. Sonra yatıyorsun, çıt, tekrar kalkıyorsun. Müthiş bir şey, acayip bir psikoloji, 16 sene oluyor. Atamıyorsun hala. Ben hâlâ, yemin ederim, uyurken odama gir, seni nefesinden hissederim, yataktan bir kalkışım vardır ışık hızıyla...
Demin anlattığın, Zonguldak’taki tüm ailesini öldüren çocuğun ruh haline senin de girdiğin zamanlar oldu mu hiç?
Düşün, kendine bile yapabiliyorsun. Bak (göğsünde karın bölgesinden kalbine uzanan dikiş izlerini gösteriyor).
Nasıl yaptın?
Bir gece alkol aldım, yaptım. O sırada evdeyim, , bazı özel problemler de var. Dokunsan ağlayacak moddaydım, haberleri izliyorum, “Adam cinnet geçirdi, çocuğunu vurdu kendisini vurdu, karısını vurdu” diyor. Ben de kendimi moda sokmuşum; sıkayım bir tane gideyim. Kalbime sıktım. Büyük de bir silahtı. Sıkınca sekti, buradan girdi, arkadan çıktı. Dolayısıyla kendine bile yapabiliyorsun, o anda gözün görmüyor. Gönül’ü vurmuşsun, Ahmet’i vurmuşsun, çocuğu var, ailesi var. Hiçbir şey umurumda olmuyor.
Bu intihar girişimin özel sorunlarınla ilgili görünüşte...
Ama orada yaşadıkların var, psikolojin var. Bu şuna benzer: Sen çok iyi resim yapmayı biliyorsundur ama eline fırça almazsan onu hissetmezsin ya, sonuçta sana resim yapmayı öğretmişler orada. Bize resim yapmayı öğrettiler. İçinde yoksa da resim yapmayı öğreniyorsun.
Resim yapmak dediğin?
Şiddet... Şiddeti öğreniyorsun orada. Normalde içinde yoktur, kursa gider öğrenirsin. Biz sonuçta orada resim yapmanın kursuna gittik. Sivildeyken şiddet yapan bir insan değildik. Silahı alıp kafana sıkmak çok zor bir şey gibi gelmiyor artık. Çünkü yapmışsın, sıkmışsın.
Asker dönüşünde kabus görüyor muydun?
O zaman görüyordum ama uzun zamandır görmüyorum. Mayına basan arkadaşımız vardı ya, onu çok gördüm. Kolu bacağı kopmuş, gözünün önünden gitmiyor, bunlar kalıyor hafızanda. Ne yaparsan yap geçmişinden kurtulmazsın. Ne varsa geçmişinde artık öyledir insanlar. Hani derler ya “Her katil mutlaka cinayet yerine gelir”, insanın kendiyle hesaplaşmasıdır o. Ben Güneydoğu’ya gitmeyi de çok düşünüyorum.
Askerliğin bittiğinde ne hissettin?
Bittikten sonra da enteresan bir şey var; boşlukta kalıyorsun. Havaalanına gelmişsin, sivilsin. Artık arınmışsın, silahını falan herşeyini bırakmışsın. Spor ayakkabılarını, kot pantolonunu giyiyorsun, o anda bir şey hissediyorsun, bir boşluk hissediyorsun. Sanki üzerinden bir yük kalkmış, çok hafifsin ama bir acayip... Ayakların gelmiyor. Oradaki yaşam tarzını benimsemişsin artık bir şekilde.
İstanbul’a geldikten sonra nerede çalıştın?
O sırada doğuda komando görevi yapan askerlere çok güzel para veriyordu güvenlik şirketleri. Ben de güvenlik şirketinde çalışmaya başladım.
Bir şekilde silahla bağın kopmadı yani...
Kopmadı. Birgün şöyle bir şey oldu. Beşiktaş’ta yemeğe çıkmışız, iş arkadaşları falan. Birkaç tane abla var yanımızda, evli. İki tane maganda laf attı. Ben “Nasıl laf atarsın ha” diye bir girdim. Bir dayak yedim kırolardan, bir dayak yedim. Beşiktaş’ta güzel bir kafedeyiz, şemsiyelikler falan var. Artık gözüm dönmüş, şemsiyenin borusu vardır, metal ve ağır bir boru, vurdun mu düşüyor. Bir tanesine bir vurdum, dağıldı, yıkıldı. Ötekine bir tane, olayı iki dakikada çözdüm.
İşyerinden ne dediler bu duruma?
Oradan değil de ikincisinden benzer bir olay yüzünden atıldım. Beni simit almaya gönderen doktoru vuracaktım. Mesele çıkmasın diye simidi aldık, demesen mi ‘Bu sabah simidi, git öğle simidi al.’ Psikolojin bozulmuş bir kere, her şeyi şiddetle çözmeye çalışıyorsun. İhtilafa düşmüş olabiliriz, medeni insanlar ne yapıyorlar, ya mahkemeye gider ya da konuşur hakkını arar. Ben “mahkeme, konuşayım, falan, filan, amaaan...”
Kadınlarla ilişkilerin değişti mi?
Askere gitmeden önce çok duygusaldım, mektuplar yazıyordum, şiirler yazıyordum. Ben şiir yazıyordum kızlara.
Şimdi?
Şimdi nerdeeee. Pat pat. Askerden sonra bitiyor artık.
Evlendin mi?
İki kere evlendim, iki kere boşandım, bir tane oğlum var.
Niye bitti evliliklerin?
Hep antisosyalliğimden. “Bugün dışarı çıkalım.” Ay niye çıkalım, ben istemiyorum.
Şiddet var mıydı ilişkilerinde?
Vardı. Bir kız arkadaşımla olan olayı anlatayım: Sinemaya gitmiştik. Onu harbiden çok seviyordum ama. Kavga çıktı kıskançlık yüzünden. Otoparkta kavga ediyoruz. İki tane vurdum zaten, yüzü gözü dağıldı. Öyle çok uzun bir şiddet değildi ama dozu yüksekti.
Askerden önce de öyle kavgalara karışan bir tip miydin?
Kavgaya karışmak falan hiç yoktu, askerden önce çok sakin bir insandım ben. Şiddete meyilli değildim ama şimdi şiddete meyilliyim yani. O yüzden pek fazla dışarı çıkmamakta yarar var.
Şimdi nedir ruh halin?
Üç aydır depresyondayım, içime kapanıyorum, evden dışarı çıkmıyorum. Evliliklerimi bitirdikten sonra da kapatmıştım kendimi. Askerden önceki halimle kıyaslıyorum, hiç kopmazdım böyle. Şimdi o kadar bağlı değilim hayata. Bedavadan yaşıyoruz.
Niye bedavadan?
Depresyona girdiğin zaman hiçbir şey umurunda olmuyor ya. Yakıyorsun her şeyi. Bir boşluktasın artık. Hiçbir şeyden zevk almıyorsun.
İlk çatışma gördüğünde koltuğun altında kafana başlığı geçirdiğini anlattın. Sonra kulak kestiğinden bahsediyorsun. Bu iki resim arasındaki karelerde neler var?
Sürekli bombalıyorsun abi, sürekli sıkıyorsun, attığın silahın haddi hesabi yok. Namlu bitiyor silahta, namlu değişiyorsun. Takılıyorsun. 100 bin mermide namlu bitiyor, o derece asılıyorsun, takır takır. Gece çatışmalarını izliyorsun ya televizyonda ışıklı ışıklı. Önde giden ışıklı mermiyle arkada giden ışıklı mermi arasında 5 tane de gözükmeyen var. O derece çalışıyorsun.
Süreç içinde olanları sorguluyor musun?
İlk gittiğinde batıda gördüklerin var: “Vatan Millet Sakarya”. “Allah Allah” saldırıyorsun. Ama bir süre sonra “Biz burada ne yapıyoruz abi ya?” diyorsun. Saçma sapan bir şey: İki kişi onlar vuruyor, üç kişi sen vuruyorsun. Eskiden Trabzon’da vardı, tavuğun bizim bahçeye girdi, küt. Seninki bizim bahçeye girdi, küt. Doğuda savaş hala öyle devam ediyor. Benim şu andaki düşüncelerimle o zamanki düşüncelerim arasında dağlar kadar fark var. Savaşarak bitecek birşey değil bu...
Orada yaşadığın, sana “Abi biz burada ne yapıyoruz” dedirten somut bir olay oldu mu?
Hergün bir olay yaşıyorsun. Sürekli cenazeler geliyor. Sürekli... Düşün, meslek soruluyor; “Marangoz var mı?”. Marangoza ne yaptıracaksın, masa sandalye yapacak değil ya tabut çakıyor insanlar sürekli. Bunu anlayacak kadar zekisin, o bile senin psikolojini bozuyor. Sivildeyken hiçbir zaman ölümle yaşam arasındaki sınırda değilsin, orada kaldığın gece ya da gündüz sürekli o sınırdasın. Dolayısıyla bir gün, iki gün, üç gün... Üzerinde sürekli o baskıyla yaşamaya başlıyorsun.
Şimdi 19 yaşında olsan, askere aynı heyecanla gider misin?
Gitmem valla, gidersem namerdim.
Oğluna askerlikte Güneydoğu çıkarsa ne yaparsın?
Güneydoğu’ya askere gitmesini tabii ki istemem, belki de askere hiç yollamam.
Kime oy veriyorsun?
Ben BDP’ye vereceğim vallahi. Türkiye’nin partisi olsunlar artık.
Ciddi mi söylüyorsun?
Ciddi söylüyorum. Kürtleri sevmezdim, nefret ediyordum. Kürtleri de seviyorum artık.
Güneydoğu’da askerken yaşadığın herşeyi birilerine anlattın mı, yoksa hiç anlatamadığın şeyler var mı?
Kimse yaşadığı herşeyi anlatmaz ki. Kadın kocasından şiddet görür, mahkemeye gider bir kısmını anlatır, bir kısmını anlatmaz. Anlatamıyorsun... Sonuçta yaşıyorsun, sonra hesaplaşıyorsun. Amerikan filmlerini izlersen Vietnam filmlerinde adam geliyor, kendisiyle hesaplaşıyor. “Ben yaptıklarımdan hiçbir zaman gurur duymadım” diyor. “Benim hatam düşünmeden gitmek oldu” diyor, “Şu anda olsa gitmem” diyor, “Siz de gitmeyin” diyor. Bugüne kadar Güneydoğu’dan gelen kimse çıkıp da “Gitmeyin” demedi.
Sen diyorsun şimdi...
Ben diyorum.
O çevreyle Facebook’ta yazışıyorum
Askerdeyken yaptıkların için kendini suçluyor musun?
Öyle bir suçluluk duygusu yok içimde. Orada bir görev verildi, sen kendi başına yapmadın bunu. Zaman zaman şiddet de gördüm, şiddetin dozunu da artırdım, işin kuralı o. Ama sonuçta devlet oraya götürüyor seni, ‘Haydi haydi haydi’ diyor, ondan sonra salıyor topluma. Rehabilitasyon merkezleri olması lazım, devletin bu insanları rehabilite etmesi lazım.
Tedavi görmek için devlet kurumlarına başvurdun mu?
Niye ben başvurayım ki? Bu devletin yapması gereken bir şey. Ben kendi inisiyatifimle gitmedim ki Güneydoğu’ya. Ben bunu kendimle ilgili söylenmiyorum, bu toplumsal bir sorun, kendimle ilgili birşey istediğim yok. Oraya gidip gelen binlerce insan var.
Kendin psikologa gittin mi?
İhtiyar bir psikologum vardı. Ucuz diye gidiyorum, adamın kulakları duymuyor, bağıra bağıra anlatıyorsun. Bir seans parasına üç seans gidiyorsun. En son kız arkadaşımla ilgili mevzuda gitmiştim. Geçen bir gittim, Beyoğlu’nda ofis mofis kalmamış.
Öcalan’ın geçmişinden, PKK’nın kuruluşundan falan bahsediyorsun. Bu konularda çok okudun mu?
Tabii. Orada birşeyler yaşadın, o birşeyler senden birşeyler aldı. Ben niye kaybettim bunları diyorsun ve araştırma içine giriyorsun. Okuyorsun. O çevreden yazıştıklarım var nette artık, öyle düşün.
Nasıl buldun onları?
Face’den (Facebook) dostluk kuruyorsun, birini ekleyince diğerleri “ A bunun arkadaşıymış” diyor, onlar da seni ekliyor. Tabii ben orada görev yaptığımı falan söylemedim, “Tarafsızım” dedim. Onların ideoloji tarzı ne, düşünceleri ne, kafalarındaki ne, onu anlamaya çalışıyorum. “Aptalca bir şey sizin davanız” diyorum, “Yok öyle değil” diyorlar.
Taraf Gazetesi, 31 Ağustos 2010
Tuğba Tekerek'e yazıyı paylaşmamıza müsaade ettiği için teşekkürler.