▼
Beynimde Bir Yangın Var
Bir sınır karakolunda aylardır saliseleri sayıyorum... Herkes gibi: Köpekçi Murat, Ekmekçi Cengiz ve Bulaşıkçı Ersin gibi.
Onlar da asker çünkü. Tek vasıfları ise 20 yaşına gelmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak. Tek vasıfları ise bu topraklarda doğmuş olmak. Milliyetçiliğin bir din, vatan-millet konularının ise bir tabu olduğu bu coğrafyalarda dünyaya getirilmiş olmak. Belki de anne rahminden fırlatılmış! Kim bilebilir? Anneleri mi? Sanmıyorum.
Benim annem bilmiyor mesela karakolun en ıssız köşelerinde ağladığımı. Benim annem bilmiyor mesela beni davul zurnayla uğurlayan davulcuyu ve zurnacıyı tezkeremi aldıktan sonra bulduğum ilk gün her ikisinin enstürmanını da götlerine sokacağımı.
Annem bilmiyor aylardır içinde bulunduğum durumun ve kurumun bir parçası olamadığımı. Nöbete sigara götürüp, bir dakika uyumak için benden 7 yaş küçük takım komutanım olacak çocuktan en ağır hakaretleri yediğimi. Annem bilmiyor, en küçük toz lekesinin bir metal zeminden alınıp da yanağıma sürüldüğünde ciğerimin parçalandığını. Annem bilmiyor telefonların dinlendiğini ve benim ona, "nasılsın oğlum?" diye sorduğunda, "iyiyim anne" dememin altına yatan gizli nedenleri.
Bilmiyor hiçbirini, soyut bir fanusun içerisinde olduğumu... Düşünce geçirmez, akıl geçirmez, ruh geçirmez, tel örgülerle çevrili bu fanusun kurşun geçirebildiğini... Amerikan telleri ile sol bacağıma şafaklar attığımı bilmez annem. Ben bile bilmiyorum çünkü. Aylardır yağmur yağıyor ve ben 4 çift çorap, 3 çift eşofman altıyla gidiyorum her yere. Bere ve eldivenle uyuyorum. Uzaya gönderilen ilk astronot gibiyim.
Annem bilmez, kurma kolunu çekip de sol omzuma yerleştirip kendimi vurmak istediğimde silahımın tutukluk yaptığını. Nereden bilsin ki o? En fazla Türk bayrağına sarılı tabutumu görür ben 32 gün daha ölmezsem, öldürmezsem kendimi. Beynimdeki toplu katliam düşüncelerimi çok uzaklara siktir edip, yağmur suyu içmezsem. Bir günde 3 defa uyuyup, bir güne üç defa başladığımda zaman denen kavramı çiğneyip yutmazsam.
Bilemez bunu hiçbir insan. Ben de bilemeyeceğim belki de. Bilmiyorum ve hiç de bilemedim.
Üzerime altı beden büyük gelen kamuflajlarımı daraltma anı geçti. Beynimde bir yangın var. Bu yüzden is kokuyor zihnim. Bu yüzden paslandı ellerim. Bu yüzden çürüdü ayaklarım. Sakallarım batıyor çeneme ve gözlerim, evet, gözlerim küfrediyor bana. Kendimle yüzleştiğim aynalar buharla kaplanıyor...
Koğuştan gelen inlemeler, sayıklamalar, atılan şafaklar, beraber izlenen maçlarda edilen küfürler, birbiriyle tartışan her askerin en küçük kavgada kullandığı "kafana sıkarım" tehdidi...
Hiçbiri ama hiçbiri bilmiyor beni, benim bilmediğim gibi...
Kimliğim bir askeri birlikte, bir çekmecede saklı. Ruhum ise bir takım komutanın anlık duygu-gelgitlerinde. Ben büyüyorum, acınmaya acınmaya acımasızlığı öğrenip zamanı içiyorum. Sarhoşluğum nedeni bu. Adımı unuttum ve bir soyadım olduğunu ise bana çemkiren takım astsubayından öğrendim. Ceplerim şiş. Bir şeyler atıştırmak için ekmek çaldığımdan değil, yazdığımdan... Dökülüyor ben yürüdükçe. Geceleri uyumuyorum artık, bayılıyorum sadece.
Ne bir rüya ne de sabah uyanmazdan önce yaşanan sabah ereksiyonu... Hepsi sonsuzluğa uçtu. Ben ise iradem dışında, tercihim olmayan yeni bir kimlik ve kişilikle yaşamaya çalışıyorum. Vatan ve millet uğruna olmasa da ölmeyi ne kadar çok arzuladığımdan haberdar her biri. Alay komutanının verdiği takdiri ise alt kamuflajımın arka cebinde saklıyorum. Hayallerimi ise hiç kimseye itiraf edemediğim karakolun dışındaki 7 numaralı mevzideki kum torbalarının arasında.
her hafta yatak değiştiriyorum sırf görünmez olmak uğruna. Sırf beni uyandırmaya gelen santralci yerimi bulamasın, 1 saniye daha fazla gözlerim kapalı dursun diye... Aylardır yaşıyorum bunu ve bitmek üzereyim. Lastiğim patlamak üzere, kendime kitlemekten korkuyorum. Kendime sarmaktan.. Kendimi sarıp da canımı almaktan...
"cennetten kovulan" rumuzlu ekşi sözlük yazarı, ekşisözlükten alıntı